Ara

İnsanın Şehirle İmtihanı

İnsanın Şehirle İmtihanı

Dar bir sokak, ahşap evler, balkonlardan sarkan rengârenk çiçekler, sokakta oyun oynayan mutlu çocuklar, kapı önlerinde sohbet eden, fasulye ayıklayan teyzeler… Bunların arasından huzurla geçtikten sonra, birkaç sokak sonra karşımıza çıkan devâsâ, soğuk, ürperten binâlar... Her şey değişiyor birden bire. Soğukluk, selâmsızlık, güneşsiz bakışlar ve bolca gri bakışlar yığılıp kalıyor üzerimize.

Her gün biraz daha betonlaşıyoruz. Sanki bu betonlar binâların temeline değil de içimizin en sıcak noktasına dökülüyor. Binâlar yükseldikçe birbirimizden ve daha çok kendimizden kopmaya başladık. Uzak, soğuk ve tenha hayatların insanları olarak sürekli bir arayış içindeyiz. Önce kendimizi, sonra da kaybolan insan yanımızı arıyoruz betonlar arasında.

Bir Mustafa Kutlu hikâyesi okuyorsanız içinizin çiçek kokusuyla, üstünüzün başınızın çiçek renkleriyle dolup taşmaması imkânsızdır. Onun kahramanları ne yapar eder kendilerine bir avuç da olsa toprak parçası bulup çiçeklerine kök saldırırlar. Evinde, işyerinde, çalıştığı yerin küçük bahçesinde bir fırsat bulup çiçeklerle buluştururlar şehirden kaçırdıkları ruhlarını. Şehirde böyle bir imkân bulamazlarsa “Beyhude Ömrüm” diyerek dağ bayır demeden yollara düşüp bir köyün yeşilliğinde alırlar soluğu. 

Mustafa Kutlu, şehirlerin hızla insandan uzaklaşmasını hikâyelerinde, denemelerinde sürekli dile getiren bir yazar. Beyhude Ömrüm, Tahir Sami Bey’in Özel Hayâtı, Uzun Hikâye gibi eserlerinde yolunuzu sürekli çiçekler keser. Emekle büyütülen, şehrin gürültüsünü dindiren, özellikle insan kokan çiçekler donatır dört bir yanı. Bunların yanında Nur adlı kitabı da tam bir şehircilik kitabıdır. Nasıl şehirler arzu ettiğini aralara sıkıştırır Mustafa Kutlu. Çiçeklerle süslü, renkli, doğanın en güzel dokularıyla bezenmiş, çok katlı olmayan, insanın huzûru için inşâ edilecek şehirlerin hayâlini yazar Kutlu Nur’da. İnsanın dünyâ hayâtındaki huzûrunun teminâtı, yaşadığı şehirdir. Hikâyede mimarlar, mühendisler, modern yapılar arz-ı endâm ederken, Mustafa Kutlu içindeki çiçeği yine hikâyenin en can alıcı yerlerinden birine yerleştirir. Çiçek ile Cüneyt’in hayâli, müstakil ve her yeri çiçeklerle çevrili bir evdir.

Birçok alanda ileri olmak, çağa ayak uydurmak makbûl karşılanabilir ama mevzu şehirlerimiz olduğunda, târihin dokusu şehre nefes aldırır. Cemil Meriç’in “gerici” târifi tam da şehirlerimize uygun düşmekte. Eskiyi, bizden olanı, özümüzü canlı tutmaktır gerici olmak. Geleneğine sâhip çıkarak, kendi öz varlıklarını yaşatarak gerici olmak ve böylece ileriye sağlam adımlarla yürümek. Böyle bir gericiliğe ihtiyâcı var şehirlerimizin. Soluklanmak için, demli bir çayı yudumlamak için hep târihî dokusu yaşayan mekânları tercîh ediyoruz. Şehirlerin ayakta duran en gözde hanları, kervansarayları, medreseleri günümüzde hâlâ yaşatılıyorsa şehirlerin kalbi tam da bu mekânlardır.

“Şehrin hâfızasını yeniden canlandırmak” diyor Mustafa Armağan bu geriye dönüşe. Hâfızası yaşatılan şehirlerin ancak, geleceğe kalabileceğini anlatıyor her fırsatta. Şehirlerin geçmişinin birer kalıntı deposu olmadığını söyleyerek şehrin mevcut mîmârîsinin korunmasının ilk hedef olarak belirlenmesi gerektiğini söylüyor. 

Şehir kendi dilini bulacak, geçmişte eriştiği bilgeliği hatırlayacak ve geleceğe bu bilgeliğin çizdiği yoldan ilerleyecek. Şehirleri ancak bu türden bir irkilme ayakta tutabilir. 

İnsana, îmâna değer veren yaşanabilir şehirler inşâ etmek... Böyle bir kavramlar silsilesinin ardında beliren en net isim Turgut Cansever’dir. Modern şehirlerin her açıdan insandan uzaklaştığını anlattı ömrü boyunca Turgut Cansever. İnsanı merkeze almak, îmânı göz ardı etmeden şehirler kurmak üzerine yazdı, konuştu, yeni ve yaşanabilir yapılar inşâ etti büyük usta.

İslâm vurgusunu şehirlere nakış nakış işlemek gerektiğini söylüyor Turgut Cansever. İslâm şehirlerinin rûhunu yansıtacak en gözde çalışmanın şehirlerin her köşesinde bu rûhun hissettirilmesiyle olabileceğini anlatıyor. Batıyı taklît etmeye gerek olmadığını, İslâm coğrafyasının mîmârî konusunda dünyâya ders verecek bir gücü olduğunu ve bu gücü yaşadığımız çağa da yansıtmak gerektiğini bu işe gönül verenlere anlatmakla doldurdu ömrünü. 

Şehirler inşâ ederken en önemli faktör çoğu zaman gözden kaçırılıyor. Şehirler insanlar için inşâ edilir ve insanın ihyâ olması için taş üstüne taş konur. Turgut Cansever İslâm’da Şehir ve Mimari kitabının girişine bu vurguyla başlıyor. İslâm’dan uzaklaşan toplulukların bütün değerlerden de uzaklaştığını, kültürel bir kirlenmeye doğru sürüklendiğini belirterek Batı’nın örnek alınmasıyla birlikte insan merkezli değil teknoloji merkezli şehirler kurulduğuna dikkat çekiyor. 

Teknolojiye karşı değildir Turgut Cansever. Mîmârînin dayandığı en büyük kaynak kuşkusuz teknolojidir. Onun dikkat çekmek istediği nokta, teknoloji sonuna kadar kullanılacak fakat insanın hizmetine ve İslâm ışığı altında yapılacak her şey. Kur'ân’da emredildiği gibi insan dünyâyı îmâr etmekle görevlidir. Bu görev yerine getirilirken esas olan Turgut Cansever’in deyimiyle İslâm çizgisinden ayrılmamaktır.

Şehirlerimiz kabûl etmesek de her gün biraz daha bizden uzaklaşıyor ve rengi kaçmış bir beton yığınının içinde yaşamaya çalışıyoruz. Göğü kapatan, yeşili boğan çok katlı binâlar heyûlâ gibi yükseldikçe ömrümüzden bir sayfa daha çalınmış oluyor. Kutu gibi evlerin içinde, renksiz, selâmsız hayatlar tüketiyoruz. 

Ve depremlerle sınanıyoruz sürekli. Binâların yüksekliği kadar önemsenmiyor depreme dayanıklı binâlar yapmak. Deprem değil tedbirsizlik öldürür sözünü sâdece yaşanan depremlerin ardından bir süreliğine hatırlıyoruz. Zaman geçiyor, unutuluyor her şey. Binâlar güneşi kapatmaya devâm ediyor. Bir sarsıntı ile moloz yığınına dönüyor şehirler.

Bizden olan her şeyden âzâde şehirler kuruluyor. Bir hayâl olarak kalsa bile içimizdeki yeşeren umutları canlı tutmak adına Mustafa Kutlu’dan bol çiçekli bir bahçe, Mustafa Armağan’dan yüzyıllara meydan okuyan bir kervansarayın gölgesi ve Turgut Cansever’den içimizi aydınlatacak serin ve az katlı bir ev hayâl edebiliriz. Umalım ki gün gelir hayâller de gerçek olur.

Haziran 2024, sayfa no: 38-39

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Mustafa Uçurum Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı. Şiir ve yazıları; Dergâh, Yediiklim, Hece, Hece Öykü, Yolcu, Türk Dili, Karabatak, Türk Edebiyatı, Aşkar, Sabit Fikir, Ayasofya, Cins, Nihayet, Muhit, Yitiksöz gibi dergilerde yayımlandı. Şairin Aynası kitabı ile TYB 2018 deneme ödülünü aldı. TÜRDEB tarafından 2020 yılı Dergi Dostu Yazar Ödülü’nü aldı. TYB Tokat Şube Temsilcisi. www.mustafaucurum.com adresinde dergiler ve kitaplar hakkında yazılar yazıyor. Evli ve iki çocuk babası olan Uçurum, Tokat’ta öğretmenlik yapıyor. Kitapları: Tenhalayın Kalbimi (Şiir), Esmerliğime Bakma (Öykü), Fedakâr Dost (Hikâye), Çocuklar Çocukluğunu Bilsin (Şiir), Irmaklarla Büyüyen Çocuk (Hikâye), Konuştukça Memleket (Şiir), Deneme Çekimi (Deneme), Kalbime Takılan Uçurtma (Hikâye), Şairin Aynası (Deneme), Şehirde Yeni Bir Rüzgâr (Deneme), Dünya Telaşı (Şiir) Uçurumda Bir Gömü ( Öykü), Boyumu Aşan Ömür – (Şiir), Eve Dönen Masallar ( Masal) - Yüzümün Haritası ( Deneme)
Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak