Deneme türü gün geçtikçe kan kaybediyor. Çoğu edebiyat dergisi deneme türünde yazılar yayımlamayı bıraktı. Bunun sebebi nedir bilemiyorum lâkin bildiğim bir şey var ki modern edebiyatın temelinde “deneme” önemli yer tutuyor. Türün ilk örneklerini Montaigne’in verdiği söylense de biz bunu Cicero’ya kadar götürebiliriz. Bilindiği üzere bir yazarın herhangi bir konuda duygu, düşünce ve görüşlerini paylaşmak amacıyla kesin hükümlere varmadan samîmî bir üslupla yazdığı yazılara deneme denir. Hem yazarlarına hem de edebiyat târihindeki yerine baktığımızda denemenin daha çok seçkinlere mahsus bir tür olduğu söylenebilir. Ayrıca deneme için belirli bir birikim ve olgunluk gerektiği görüşüne katılıyorum. Bu sebeple olsa gerek en sevdiğim denemeler bir yazarın olgunluk döneminde yazdıklarıdır. Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Ahmet Rasim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Azra Erhat, Samiha Ayverdi, Nihad Sami Banarlı, Cemil Meriç, Rasim Özdenören deneme türünde eserlerini keyifle okuduğum isimlerden bazılarıdır. Tanımından da anlaşılacağı üzere deneme bir hüküm bildirmek veya bir şeyleri öğretmek için yazılmaz. Bu sebeple de deneme yazmak zannedildiği kadar kolay bir iş değildir. Denemeye özgü o hassas dengeyi korumak her yazarın harcı değildir.
Şâir Mustafa Uçurum’un son eseri de deneme türünde kaleme alınmış. Mavi Yayıncılık tarafından basılan “Avucumdaki Rota” isimli eserde farklı konuları ele alan otuz dört deneme yer alıyor. Kitap, “Hayâtın Rotası” ve “Şehrin Rotası” başlıklı iki bölümden oluşuyor. Kanâatimce bu türün en başarılı örneklerini hâlen şâirler ve hikâye yazarları veriyor. Çünkü iyi bir deneme yazarı olmanın yolu Türkçe’ye hâkimiyetten ve dil becerisinden geçiyor. Uçurum’un şiir, hikâye, eleştiri gibi pek çok alanda uzun zamandır kalem oynattığı düşünülürse deneme tarzındaki başarısı daha iyi anlaşılacaktır. Uçurum’un denemeleri akıcı ve samîmî diliyle okuyucuyu sarıyor. Çocukluk temasının yoğun olarak yer aldığı denemeler özellikle kırk yaş üstü okurların özlemleriyle örtüşüyor. Genç okurlar için de yakın târihin çocukluk yaşantılarını ilk elden hissetme imkânı sağlıyor. Şimdinin gençlerinin çoğunlukla internet çağında doğduğu ve şehirlerde büyüdüğü göz önüne alındığında söğüt dalından düdük yapmanın, uçurtma uçurmanın, derede yüzmenin, balık tutmanın, sacda pişen yufkaya tereyağı sürüp iştahla yemenin ne olduğunu bilmemesi doğal karşılanabilir. Aslında bu yaşantılar büyük bir kültürü yâni Anadolu kırsalında kısmen de olsa devâm eden geleneklerimizi barındırıyor. Bunları yaşamadan geçen çocukluk kanâatimce büyük bir eksikliktir. Yazar bu gerçekliği kitabında şöyle dile getiriyor: “Çocukluk da bir sıladır. Kavuşmanın artık mümkün olmadığı ve hatırlandıkça insanın gözlerini buğulandıran bir eski zaman masalıdır çocukluk.” Şimdiki neslin ekseriyetinin özlem duyacağı bir sılası bir masalı, kısacası hatırlanmaya değer bir çocukluğu olmaması ne kadar üzücü.
Uçurum’un kitabı âdetâ hayâtın saklı güzelliklerini keşfedip yaşamanın rotasını sunuyor. Meselâ ilk kez ziyâret edilen bir şehrin nasıl gezilmesi gerektiğini şu cümlelerle anlatıyor: “Bir şehre adım atar atmaz ilk önce simidin tadına bakarım. İlk karşılayanım olan simidin hâlinden haller çıkartırım. Şehirlerin birçok şeyleri ünlüdür de simidin yeri ayrıdır bende. Simit özen ister, insana her hâliyle bir huzur verir… Bir simit, bir çay ve gazete. Şehrin havasını solumak için bize sunulan birbirinden değerli güzellikler bunlar. Bir şehre ilk kez gittiyseniz bu üçlüyü ihmâl etmeyin. Şehri tanımaya ve yaşamaya bunlarla başlarsanız gerisi zâten gelecektir.” Yazarın bu basit ama samîmî tavsiyesini defalarca tecrübe ettiği anlaşılıyor. “Şehirde kaybolmanın” da o şehri gezmenin en iyi yolu olduğunu vurguluyor. Yazarın asıl endîşesi koca bir ömrü geçirdiği şehirde bir an durup sokakları, çay ocaklarını, çarşıları, câmileri, şadırvanları yaşayamadan, hissedemeden, fark edemeden göçüp giden insanların gün geçtikçe artmasıdır. Modern hayâtın haz ve hızı arasına sıkışan insanlar kendi şehirlerinin târihini ve kültürünü teneffüs edemeden ömürlerini tamamlıyor. Yazar âdetâ “Yaşamak bu mudur?” diyerek bize yeni bir rota ve yeni bir görme biçimi sunuyor.
Mustafa Uçurum’un bu eseri, içindeki boşluğun farkına varan ve gözümüzün önünde akıp giden hayâtın gerçek anlamını çözmek isteyen okurları hakîkatin saçakları altına dâvet ediyor. Kitaptan birkaç alıntıyla sözü dâvetin sâhibine bırakıyorum: “Aslında insan bildiğini sandığı şeyleri bilmediğini öğrenmekle geçiriyor ömrünü. Ya da öğrenemeden bitiyor hayat… Evveliyâtını bildiğim bir şey şu yaşamak denen yankı. Sesime ses, yüzüme bir ayna, sesime yankı gerek… Geceyi yalnız bir kuşa benzetiyorum. Yolunu bulamayan ve bir an önce her yerin aydınlanmasını bekleyen ürpertili bir korku hâline biraz da… İnsanın rûhu çiçekten yapılmıştır. Bakımı zordur ve ihtimam ister. Kırılgandır. Nârindir. Yerini sevmediği zaman hemen içine kapanır. Yolunda gitmiyorsa bir şeyler bir umut deyip daha iyi vakitleri bekler ama o da gelmezse bir anda solar gider. Çiçekler nasıl baharı beklerse insan da rûhunu onaracak vakitleri bekler durur… Sırtını bir ağaca daya, gözüne bir ufuk seç. Bir istasyon seni alsın ve yollara düşürsün. Geç kalmayacağın her yol senin başlangıcın olsun… Evde çayın demlenmesi, bardağa dolması, bardaktan yukarı doğru süzülen nazlı bir duman görüntüsü; hayat belirtisinin en sağlam göstergeleri arasındadır. Bir evde çay demlendiyse ve sabahın mahmurluğunu bir çayın sıcaklığı karşıladıysa o ev halkı bahtiyardır… Bir evin başköşesindeki kitaplık o evin sarsılmaz bir köşküdür. Cüssesi ne olursa olsun sırtını duvara yaslamış kitaplık bir evin en sağlam temelidir. Bu atmosferde büyüyen bir çocuğun ciğerleri kitap kokusu ile dolar. Elini kitaplığa uzatan çocuğun ilk oyuncağı kitaptır. Daha okumadan bir çocuğun dünyâsına giren kitaplar okudukça yeni kapılar açar çocuklara… Okuyor olmak bu çağda dünyâya meydan okumaktır.”
Avucumdaki Rota
Mustafa Uçurum
Mavi Yayıncılık/2025
Kasım 2025, sayfa no: 64-65-66
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak