Ara

İnsanın, İhsan Makāmına Ulaşma Hedefi

İnsanın, İhsan Makāmına Ulaşma Hedefi

Cibrîl hadîsi, vahiy meleği insan sûretinde Peygamberimize gelerek yapılan soru-cevaplı bir söyleşinin adıdır. Bir grup sahabenin de hazır bulunduğu bir mecliste Peygamberimize gelen misâfir önce îman nedir? diye sormuş, verilen cevâbı tasdîk ettikten sonra İslâm nedir? diye sormuş, ona verilen cevâbı onayladıktan sonra ihsân nedir? diye soru sormaya devâm etmiştir. Ardından da kıyâmetin alâmetlerini sormuş ve huzurdan ayrılıp gitmiştir. Cibrîl hadîsinde ihsân tanımı, îman ve İslâm tanımlarından sonra şöyle yapılmıştır: İhsân, Rabbini görüyormuş gibi O’na kulluk etmendir. Sen onu görmesen de O seni görmektedir. 

Hadîste önce îman ve İslâm kavramlarının tanımlanması, ardından ihsânın tanımının yapılması oldukça dikkat çekicidir. Buna göre ihsân, insan için ulaşılması gereken bir hedeftir. Hedefe ulaşabilmek için de bütün temel ilkeleriyle gerçek anlamda inanmak ve hemen ardından temel ibâdetleriyle İslâm’ı yaşamak gerekir. Yâni inanmadan ve inancın gerekenlerini yerine getirmeden ihsân makāmına ulaşmak imkansızdır. Nitekim şu âyet bu konuyu özetler: Doğrusu, inanıp yararlı iş yapanlar… Doğrusu Biz, iyi iş yapan ihsân sâhiplerinin ecrini zâyi etmeyiz, işte onlara, zemîninden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır.Âyette îman ve onun gereği sâlih amel yapanların, iyi-güzel işler yapan ihsân sâhipleri olduğu özellikle vurgulanmıştır. Onun için İslâm büyüklerinin otobiyografilerinin yazıldığı hal tercemesi kitaplarda çoğu zaman tekrarlanan şu cümle anlamlıdır: Müslüman oldu, ardından İslâm’ını güzelleştirdi; ihsân makāmına yükseldi. Yâni Müslüman olmakla kalmadı, Müslüman olmanın gereklerini en güzel şekilde yerine getirdi. O kişinin bu durumu hayâtının bütün alanlarına yansıdı. Hakîkî Müslüman da öyle olmalıdır. İnandıktan sonra îmânın gereğini en güzel şekilde yerine getirmeli ve bu güzellikleri hayâtına yansımalı ve insanlara örnek olmalıdır.

İhsân, iyilik ve güzellik demektir. Kişinin hem kendisine hem başkalarına iyilik yapması, bunu da en güzel şekilde yapmasıdır. Buna göre ihsân, yalın iyilikten ibâret değildir. İyiliklerin en güzel şekilde yapılmasıdır. Geciktirilmeden yapılması, özenle yapılması, gönülden ve gönül alarak yapılması, nârin ve güzel bir şekilde yapılmasıdır. Bu yüzden olacak ki âyette, Allah şüphesiz adâleti, iyilik yapmayı (ihsânı), yakınlara bakmayı emreder; hayâsızlığı, fenâlığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.2 buyrulmuştur. Demek ki ihsân, adâletten de ötedir. Adâlet, kişiye hak ettiğinin eksiksiz verilmesi, ihsan ise fazlasının en güzel şekilde verilmesidir. Adâlet, kişinin vermesi gerekeni vermesi, alması gerekeni almasıdır. İhsan ise vermesi gerekeni fazlasıyla vermesi, alması gerekeni de eksik olarak almasıdır.3 

İçki ve kumarın kesin olarak haram kılındığını açıklayan âyetlerden hemen sonra Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: 

Îmân edip sâlih amel işleyenler, Allah'tan korktukları, îmanlarında sebât ettikleri, sâlih amel işlemeye devâm ettikleri, sonra Allah'tan sakındıkları, îmanlarından ayrılmadıkları, yine Allah'tan korktukları ve iyilikte (ihsânda) bulundukları müddetçe, daha önceleri tatmış olduklarından dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah iyilikte bulunanları (muhsin) sever.4

Âyetin tefsîrinde Elmalılı şunları söyler: 

Görülüyor ki, bu âyette îman ve güzel amel iki defa ve takvâ üç mertebe olarak zikredilmiş ve netîcede ihsan mertebesine gelmiştir. Takvânın üç defa zikri, geçmiş, şimdi, gelecek, üç zamâna işârettir. Yâni her zaman ve her hâl ü kârda takvâlı olmaya işârettir.

İkinci olarak üç hâle işârettir ki, birincisi insanın kendisiyle yine kendi nefsi ve vicdânı arasında takvâ ve îman, ikincisi kendisiyle insanlar arasında takvâ ve îman, üçüncüsü kendisiyle Allah arasında takvâ ve îmandır...

Âyet, takvânın ve sakınılacak şeylerin derecelerine de işâret etmektedir…Şöyle ki azaptan sakınma, harama düşmemek için şüpheli şeylerden, hattâ nefsi eğitmek için bazen mubah olan şeylerden dahi sakınmak… Sözgelimi oruçlunun yeme içme gibi şeylerden sakınarak takvâya ermesi gibi…

İşte tüm bu aşamalardan sonra insan, ihsân makāmına erişecek ve Rabbinin dünyâ ve âhiret ikramlarına mazhar olacaktır.5 Demek ki ihsan makāmına erişebilmek için sağlam ve her şartta devâm eden bir îman alt yapısına sâhip olmak şarttır. Ardından bunun îmânın gereği sâlih amellerle desteklenmesi gerekir. Îman ve sâlih amel, kişiyi takvâlı olmaya götürecek, nihâyet onu ihsân makāmına çıkaracaktır. Yâni îman amele, ikisi takvâya, her üçü de ihsan makāmına taşıyacaktır. Îman olmazsa sâlih amel olmayacak, ikisi olmazsa takvâdan bahsedilmeyecek, bu üçünden biri eksik olursa ihsan makāmı sözkonusu olmayacaktır.

Pek çok Kur’ân âyetinde ihsan sâhiplerinin erişecekleri mükâfatlara yer verilir:

Şüphesiz Allah iyi iş yapanları (muhsin) sever.6

Doğrusu Allâh'ın rahmeti iyi davrananlara (muhsin) yakındır.7

Allah şüphesiz sakınanlarla ve iyilik yapanlarla(muhsin) berâberdir.8

Doğrusu Allah iyilik yapanların(muhsin) ecrini zâyi etmez.9

İyi davrananlara; dâimâ daha iyisi ve üstünü verilir. Onların yüzlerine ne bir karalık ne de zillet bulaşır. İşte onlar cennetliklerdir, orada temelli kalırlar.10

Allah, onları işlediklerinin en güzeliyle mükâfatlandırır ve lütfundan onlara fazlasıyla verir. Allah dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır.11 

Âyetlere göre Yüce Allâh'ın sevgisi kazanmak, O’na yakın olmak, O’nun yardımına ve dünyâ-âhiret ikramlarına nâil olmak ancak ihsan makāmına ermekle gerçekleşecektir.

Yaratılışın gāyesi de ihsan makāmına çıkanların ortaya çıkarılması değil midir?: Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve hayâtı yaratan O'dur. O, güçlüdür, bağışlayandır.12 İnsanların hangisinin daha iyi iş işlediğini ortaya koyalım diye, yeryüzünde olan şeyleri, yeryüzünün süsü yaptık.13 Aslında Yüce Allah, ezelî ilmiyle kimin iyilikler yaparak iyilerden olacağını, kimin de kötülüklere dalıp kötü olacağını bilmektedir. Ama O, hem kullarına bunu bizzat göstermek için hem de hayâtı ve ölümü anlamlandırmak için böyle yapmıştır. O, insanı yoktan var ederek imtihan dünyâsına gönderdi. Onun özündeki iyiliklerin ortaya çıkmasını ve o iyiliklerin etrâfa yansımasını istedi. Bunun için iyilikleri işlemeyi insanın fıtratına yerleştirdi. Ona iyilik ve kötülükleri ayırt etme gücü olarak akıl verdi. Kâinat Kitâbını, iyiliklere çağıran âyetlerle donattı. Yanısıra insana, iyilik ve güzelliklere çağıran dâvetçiler gönderdi. Amaç iyilerin ortaya çıkması ve iyiliklerin hayâta egemen olmasıydı. Benzer şekilde iyi ile kötü ayrılsın, iyiler mükâfatlarını alsın, kötüler de cezâlarını çeksin diye ölümü ve ölüm sonrası hayâtı yarattı.  

O halde bu kutlu yarışta insan, iyiliği doğru bir şekilde tanımalı, iyi olmalı, iyilerle berâber olmalı, sürekli iyiliklerini artırmaya gayret etmeli, bütün bunları en güzel şekilde yerine getirmeli ve nihâyet Rabbin Rızāsına ererek iyiler yurdu cennete girmelidir. O halde yarışanlar, bunun için yarışsınlar.14 Öyleyse hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.15

Dipnotlar:
1 Kehf 18/30.
2 Nahl 16/90.
3 Ragıb el-İsfehânî, el-Müfredât.
4 Mâide 5/93.
5 Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, III, 1807.
6 Bakara 2/195; Âlu Imran 3/134, 148; Mâide 5/13, 93.
7 A’râf 7/56.
8 Nahl 16/128; Ankebût 29/69.
9 Tevbe 9/120; Hûd 11/115; Yûsuf 12/56, 90.
10 Yûnus 10/26.
11 Nûr 24/38.
12 Mülk 67/2;
13 Kehf 18/7.
14 Mutaffifîn 83/26.
15 Bakara 2/148; Mâide 5/48. 

Nisan 2024, sayfa no: 6-7-8

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak