Ara

İnsanın Dış Dünyâya Açılan Penceresi Dilin Yönetimi

İnsanın Dış Dünyâya Açılan Penceresi Dilin Yönetimi
11 İnsanın Dış Dünyâya Açılan Penceresi Dilin Yönetimi Prof. Dr. Ali Akpınar  İnsan konuşan bir varlıktır. Onu, diğer canlılardan ayırt eden en temel özelliklerinden biri de dilidir. Dil, insanı hemcinsleri içerisinde tanıtan ve anlaşıp bir arada yaşamasına katkıda bulunan en önemli araçtır. Îmânın geçerli olması, kalbî tasdikten sonra dil ile ikrarla mümkündür. Îmânın diliyle ikrar eden kimseye Müslüman muamelesi yapılır. Konuşma özürlü olanlar, işâret diliyle meramlarını anlatmaya ve bu özürlerini telafi etmeye çalışırlar. Peygamberler, güzel-fasih-etkili konuşan kimselerdir. Hz. Musa Peygamberin, dilinde çok basit bir problem olması Kur’ân’da söz konusu edilmiş ve bu konuda onun duâlarına yer verilmiştir. Mûsâ dedi ki: Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar.[1] Rivayetlere göre Hz. Musa’nın dilindeki tutukluk/ukde, bu duâdan sonra geçmiştir. Bir başka anlayışa göre ise, Hz. Musa’nın şikâyet ettiği bu ukde, uzun yıllar şehirden uzak kalması dolayısıyla şehirli dilinden uzaklaşmasıdır. Bunun için kendisine yardımcı olması için, şehirde yaşamaya devam eden kardeşi Harun’un görevlendirilmesini de istemiştir. Kur’ân bize, savm-ı sumt denilen bir susma orucundan bahseder ki bu, Hz. Zekeriyya ve Hz. Meryem’in geçici bir süre başvurdukları bir uygulamadır. Şöyle ki Hz. Zekeriya, beklemediği bir sırada oğlunun olacağı müjdesine karşılık Rabbinden bir alamet istemiş, O da üç gün susmasını emretmiştir. Benzer şekilde Hz. Meryem de beklemediği bir şekilde oğluna hamile olduğunu öğrenince üç gün susma orucu tutmakla emredilmiştir. Burada susma orucunun birkaç gün ile sınırlı olduğunu görmekteyiz. Böyle bir uygulamanın, beklenmedik müjde ve haber karşısında insanın kendini hazır etmesi, Rabbine şükretmesi ve konuyu anlayamayan insanlara karşı boşuna konuşmaması gibi hikmetlere mebni olduğunu söyleyebiliriz. İlim adamlarının bildirdiğine göre, bu ümmet için susma orucu söz konusu değildir. Kur’ân, susmayı değil, konuşmayı emreder. Ancak bu konuşma hep hakkı ızhar adına olmalıdır. Zira haksızlık karşısında suskunluk, dilsiz şeytanlıkla eş değerdir.  Ey îmân edenler, Allah'tan korkun ve doğru sözler söyleyin. Ki, Allah amellerinizi düzeltip günahlarınızı mağfiret etsin. Allah ve Resûlü’ne itâat eden muhakkak ki, büyük bir kurtuluşla kurtuldu.[2] Âyete göre doğruyu ve hakkı söylemek, dünyâ ve âhirette iki yakamızın bir araya gelmesi, işlerimizin rast gitmesi için olmazsa olmazdır. Çünkü yeri ve zamanı geldiği halde hakkı söyleyememe, konuştuğu zaman doğruyu konuşmama bizi pasifize edecek ve kötü işlere sevk edecek, bu da dünyâ ve âhiretimizi kaybetmemize yol açacaktır. Buraya kadar yapılan bu açıklamalar, dilin ne kadar önemli bir nimet olduğunu anlatmaya yeter. Evet, insan kalbinde kökleşmiş olan imanını diliyle ikrâr edince, mü’min oluyor ve bu, ona Cennetin yolunu açıyor. Aynı şekilde insan, kalbindeki küfür ve inkârını diliyle ortaya koyunca bu, onu cehenneme taşıyor. DİLİN KAZANIMLARI DA ÂFETLERİ DE ÇOKTUR! Mü’minler için dilin çok anlamlı ve özel kazanımları olduğu gibi, dilin afetleri de vardır. Şöyle ki: Dil, İslâm’ı tebliğ aracıdır. İnsan diliyle, güzel üslupla yapacağı konuşmayla insanları İslâm’a çağırır. Bir kişinin İslâm ile tanışmasını sağlamak, tüm dünyâ ve dünyalıklardan değerlidir. Bu değeri bize kazandıran İslâm’a daveti gerçekleştirecek olan öncelikle dildir. Mü’minler arasında sürekli işlemesi gereken iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevi de öncelikle dil ile gerçekleşir. Bu konudaki meşhur hadis şöyledir: Sizden bir kötülüğü görüp şahit olan onu eliyle düzeltsin/engellesin, buna güce yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Dilin âfetlerine gelince, temel kaynaklarımızda Küfür Sözleri/Elfâz-ı Küfür olarak adlandırılan ve insanı İslam dairesinin dışına taşıyan sözler dilden sadır olur. Müslüman bu sözleri tanır ve onlardan uzak durur. Bizim kültürümüzde sövme için küfür etme ifâdesi kullanılır. Hâlbuki Arapçada sövmenin karşılığı, küfür değil, sebyetmedir. Çünkü çoğu sövmeler vardır ki sahibini küfre taşır. Mukaddes değerlere sövme, insanın ağzına sövme gibi. Mü’min bunlardan da uzak durmalı ve dilini sövmeye alıştırmamalıdır. Zira tevhid sözünü, kelime-i şahadeti, Yüce Allah ve Rasûlü’nün ismini söyleyen dilini, sövgü sözleriyle kirletmez. Bunun için insanımızı sövmelerden sakındırmak için, küfr etme ifâdesi kullanılmıştır. Müslüman, dilini sövmeye alıştırmamak için, onun ezkâr, evrâd ve duâlarla meşgul etmesi gerekir. Zîrâ hak ile meşgul olmayanı, batıl işgal eder. Bugün bizim insanımızın dilinin, sövgü sözleri, günah sözleri ve boş sözlerle işgal edilmesinin temelinde, onun zikir, vird, duâ ve hak sözlerle doldurulmaması vardır. Günlük hayatında karşılaştığı ve yaşadığı her olayı dua ve zikir fırsatı olarak değerlendiren bir ağzı duâlı bir Peygamberin ümmetine, duâsız bir hayat yakışmaz. Gıybet, dedikodu, mü’minler arasında söz taşıma/nemime, yalan, iftira gibi günahlar da dilden sadır olan şeylerdir. Bu günahların ne kadar vebal olduğu, insanın kendi şahsında ve toplumda ne kadar onulmaz yaralar açtığı herkesin malumudur. Bu günahların hepsi, insanın dünyâsını cehenneme çeviren, ahrette de cehenneme düşüren günahlardır. Yemin atma da dilin âfetleri arasında sayılabilir. Yemin, bir işe/şeye Yüce Allâh’ı şahit tutma demektir. Olur, olmaz işlere O’nu ve ismini tanık tutma müslümana yakışmaz. Bunun için yemin, gerektiği zaman zorunlu durumlarda başvurulması gereken bir yoldur. Mahkemede yahut itham altında olduğumuz durumlardaki gibi. Bunun için dillerimizi boş ve anlamsız yeminlerden uzak tutmalı, dilimizi yemine alıştırmamalıyız. Bugün otururken, kalkarken, günlük hayatta farkında olmadan sürekli yemin eden kardeşlerimiz var. Vallahi ifâdesinin Yüce Rabbimizi şahit tutmak, O’nun adına konuşmak olduğunu asla unutmamalıyız. Müslümana yalan söylemek yakışmayacağından hareketle, yalan yere yemin atma müslümana hiç yakışmayan bir şey olduğunu söylemeyi bile zâit görüyoruz. Kur’ân, mü’minlerin temel özelliklerini sayarken onların boş söz ve işlerden/lağv uzak olduklarını[3]vurgular. Boş ve anlamsız sözler, bize sevap kazandırmadığı gibi, bize günah kazandıracak olan sözler mümine yakışmaz. Sabahtan akşama kadar konuşan bir varlık olarak ağzımızdan çıkan sözlerin bir listesini yapsak, sonra o listedeki günah sözleri, boş ve anlamsız sözleri çizsek, listede geriye ne kadar söz kalır bir baksak! Aslında böyle bir sorgulamada listede kalan iyi-güzel-doğru-hak sözler bizim değerimizi ortaya koyan sözler olacaktır. Şayet liste baştan aşağı yalan, gıybet, boş ve anlamsız sözlerden oluşuyorsa o takdirde dillerimizi tevbe suyuyla yıkayıp temizlememiz gerekecektir. Sonuç olarak lisan, konuşma melekesi Yüce Rabbimizin insana bahşettiği en önemli nimetlerdendir. Konuşmak bir sanattır. Dilin sahibi insana düşen, dilini yöneterek bu sanatı en güzel şekilde icra etmektir. Küfür sözleri ve günah sözleriyle kirlenmekten dilimizi korumalı, onu bizi cennete taşıyacak sözlerde de kullanmalıyız. Peygamberimiz’in (sav) bizden istediği gibi ya hayır söylemeli yahut susmalıyız. Bu, Allâh’a ve âhirete îmân etmenin gereğidir. Bana iki bacağınızın arası ile iki dudağınız arasını garanti edin/onları hayır ve hakta kullanacağınıza söz verin, size cenneti garanti edeyim buyuran Peygamberimiz, Rabbin rızâsı ve cennetini kazanmanın aslında ne kadar kolay ve zorlu olduğunu bize haber vermektedir. Sallallahü aleyhi ve selem.     [1] 20 Tahâ 25-27. [2] 33 Ahzab 70-71. [3] 23 Müminûn 3.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak