Ara

İnsanı ‘Âlem’ veya ‘Elem’ Yapması Noktasında Eğitimin Fonksiyonu

Eğitim, müslümanlar için İslâmiyet’in doğduğu günden itibâren -insan mevzubahis olduğunda- en önemli konuların başında yer almıştır. İslâm dînini Hz. Âdem (as) ile birlikte başlayıp Hz. Muhammed Mustafâ’ya (sav) kadar gelen bütün peygamberlerin getirdiği ilke ve esasların, Hz. Muhammed Mustafâ’nın (sav) gelişiyle birlikte kemâl derecesine ulaştığı bir din olarak nitelediğimizde, dünyâdaki eğitimin Hz. Âdem (as) ile başladığını söyleyebiliriz. İlk olarak eşyânın isimlerini öğrenen insanoğlunun eğitim mâcerâsı çeşitli merhalelerden geçerek günümüze dek devâm edegelmiştir.1 İyi insan ve kötü insan diye iki kategoride değerlendirebileceğimiz insanoğlunun eğitime olan eğilimi fıtratından gelmektedir. Hz. Peygamber’in (sav) bildirdiğine göre her insan doğduğunda fıtrat üzere doğmakta, anne-babasının/çevresinin yönlendirmesiyle Mecusi, Yahudi veya Hristiyan olabilmektedir.2 Farklı bir bakış açısıyla bu hadîs-i şerîfi; ‘insan fıtratı, çevresi tarafından verilen eğitimlerle korunmakta ve İslâmî bir yaşam sürdürebilmektedir’ şeklinde de anlayabiliriz. Biz bu çalışmamızda, eğitimin bireyler üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri üzerine bir değerlendirme yaparak konunun önemini bir nebze olsun gündeme getirmeyi amaçlıyoruz. İnsanoğlu dünyâya hiçbir şeyden habersiz, savunmasız ve bakıma muhtaç bir halde gelmektedir. İçinde büyüdüğü âilenin ve yetiştiği çevrenin etkileriyle büyüyen insanoğlu aldığı eğitim ve terbiye netîcesinde ya toplumun yükünü taşımaya ya da topluma yük olmaya namzet birey hâline gelmektedir. İdrâk edileceği gibi toplumun yükünü sırtlayacak bireyler ancak İslâm’ın öngördüğü eğitim ve ahlâk prensipleri ölçü alınarak yetiştirilebilir. Eğitiminde İslâm’ın safdışı bırakılarak hedefi dünyâ ve dünyâya ait değerler olan bireyler olarak yetişen kimselerinse belli bir noktadan sonra topluma fayda sağlamayacağı, kendi çıkarları ile toplumun çıkarları çatıştığında nefsini tercih edeceği açıktır. Bugün aynı çevrede yetişip, aynı eğitim ve öğretim seviyesine sâhip olup aynı dînin mensupları olan bireylerin iyi ve kötü olarak zıt kutuplarda yer alabiliyor olmaları; kişilerin ellerindeki okur-yazarlık belgesi olan diplomalarıyla birlikte onların ahlâklarına yön verecek daha başka müsbet unsurların da bünyelerinde olması gerektiğini anlama noktasında önemlidir. Eğitim ahlâk ve terbiyesini İslâm’dan alan ferdlerin Hz. Peygamber (sav) ve ashâbı gibi etrâfına dalga dalga iyilik yaydığı gözlenirken, yetiştirilmesinde hedefine dünyâya ait bir değer konulan bireylerin hedefe ulaştıklarında ellerinde sâdece ulaşmak istedikleri dünyâlığın kaldığı görülmektedir. Bâzen o dünyâlığa ulaşmak adına dînin kesinlikle yapılmasını emrettiği hususlardan (farzlar) bile tâviz verdiği görülen insanoğlunun, buna mukâbil kazandığı dünyâlığın kendisini âhirette kurtaramayacağını söylemeye bile gerek yoktur. Eğitimin Amaç ve Kazanımlarına Dâir veya Eğitimin İslâm’ın Boyasıyla Boyanması Eğitimin gâyesi insanları belli bir noktaya getirmek olduğuna göre, bunun en iyi yolunun Allâh’ın (cc) emir ve yasaklarına dikkat edilerek yapılacak bir sistemin öncülüğünde gerçekleşebileceği âşikârdır. Zâten İslâm, ‘İnsanları bu dünyâ ve âhirette huzur ve mutluluğa ulaştıracak ilâhî bir kânundur’ şeklinde târif edilmiştir. Dolayısıyla içerisinde İslâm ahlâk ve terbiyesinin bulunmadığı bir eğitimi eksik bir eğitim olarak niteleyebiliriz. İslâmî prensipler doğrultusunda eğitilmiş bireylerin dünyâda hâkim olan güç dengesinin gidişâtını değiştirme noktasında müsbet katkılar yaptığı gözlenirken ilmin sâdece zâhiriyle bezenmiş, ilmin sâhibinden bîhaber şahsiyetlerin ise yeryüzünü ifsâd ettikleri ve insanlığa büyük acılar yaşattıkları görülmektedir. Bu noktada, içerisinde İslâmî değerlerden bir nebze olsun barındırmayan eğitim anlayışlarının, ferdleri toplumda patlamaya hazır bir bombaya dönüştüreceği söylenebilir. Allah Teâlâ, ilmi kadın-erkek herkese farz kılmıştır.3 Her birey okumak, öğrenmek ve öğrendiği şeylerle amel etmekle mükelleftir. Bilenler ile bilmeyenlerin aynı olmadığını da Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinden öğrenmekteyiz.4 Fakat burada dikkat edilmesi gereken husûsun okuma, öğrenme ve bilme fiillerinin İslâm’dan bağımsız olamayacağı gerçeği olduğunu vurgulamak gerekmektedir. İslâm’ın gönüllerine nüfûz ettirilmediği bireylere Seküler/Materyalist/Marksist/Ateist düşünce akımları nüfûz etmekte ve bunun sonucunda aklı, elleri, ayakları kısaca bütün âzâları eğitilen insanların kalpleri eğitimden yoksun kalmaktadır. İslâm ise insanların kalplerini de eğitmektedir. Bu bakımdan eğitimi sâdece maddî unsurlarla sınırlı tutmamak gerekmektedir. Zihinleri matematik, fen, biyoloji, fizik ve kimya ile doldurulan çocukların kalpleri de İslâm sevgisi ve İslâm ahlâkı ile doldurulmalıdır. Her gün yüzlerce soru çözmeleri için programladığımız çocuklarımızı Kur’ân okumak, namaz kılmak, Allâh’ı (cc) anmak, her hal ve şartta iyilik yapmak için de programlamadığımız sürece onların eğitimden nasîbi sâdece dünyâda kazanacakları maddî mevki ve makamlar olacaktır. Fakat çocuklarımıza, yarattığı hiçbir kulunu rızıktan mahrum bırakmayacak bir Allâh’ın (cc) olduğunu, bu dünyâdaki makam ve şöhretlerin geçici olduğunu, iş ve ahvâlini sâdece O’nun (cc) rızâsını gözeterek tanzim etmesi gerektiğini aşıladığımızda; eğitim ve öğretim hayâtı boyunca kendisine nakşedilen bilgilerle insanlığın faydasına olacak işler yapan bir gönül adamının ortaya çıkmasında etkili olduğumuz görülecektir. Maalesef eğitim denince toplum olarak aklımıza okullarda verilen eğitim gelmektedir. Hâlbuki eğitimin daha anne karnında başladığı, bebeğin karakterinin anne karnında iken şekillendiği bilim insanları tarafından gün yüzüne çıkarılmış bir durumdur. O halde eğitimi sâdece öğretmenlerin işi olarak görmemek gerekmektedir. Her ebeveynin çocuklarını iyi bir ahlâk ve terbiye ile eğitmesi kendi sorumluluğundadır. Sâdece karınları doyurulan, ceplerine harçlıkları konulup sokağın acımasız kollarına teslim edilen çocukların, sokakta kendilerine gösterilen ilgiyi evlerinde görmediklerinde sessizce hâneye yabancılaştıkları ve şer odaklarının güdümüne girdikleri görülecektir. Ayrıca çocukların tüm eğitim masraflarını karşılamak ve son derece kaliteli araç ve gereçlerle donatmakla da çocukların eğitilmesi noktasındaki sorumluluk yerine getirilmiş olmamaktadır. Maddî açıdan donatılan çocukların mânevî açıdan da donatılması, onlara iyi ve güzel olan şeylerin ikrâm edilmesi onları merhametli bireyler olarak yetiştirmemizi sağlayacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) ‘Çocuklarınıza ikrâm ediniz ve onların terbiyesini iyi veriniz’5 buyurmuştur. Bu ikram da, çocuklarımıza Müslümanların içinden Allâh’a (cc) inanan ve ilim tahsil eden kimselerin derecelerinin yükseltileceği,6 Allah’tan (cc) gereği gibi korkanların ancak ilim ehli şahsiyetler olacağı7 bilincini aşılamakla mümkündür. Eğitimde hak ve bâtıl ayrımı gözetmeksizin ilgi alanları/kulvarları belirlenen nesillerin zaman içerisinde kendisini yetiştiren sistemler için de problem teşkil ettikleri müşâhede edilmektedir. İslâm kişinin kendisine, birlikte yaşadığı insanlara, dünyâ ve âhiretine fayda verecek ilimleri öğrenmeyi emretmektedir. İlk emri ‘oku’8 olan bir dînin cehâletle birlikte anılmasını bırakalım, bunun böyle olduğunun düşünülmesi bile söz konusu edilmemelidir. İslâm’ın, bilgisinin öğrenilmesini istediği ilim müsbet ilimlerdir. Menfî olan ilimlerin öğrenilmesi elbette insanlara fayda yerine zarar sağlayacaktır. Unutmamak gerekir ki bugün hastanelerde son derece hayâtî müdahaleler yapan cerrahlar da, ülkeleri/nesilleri yok eden atom bombasının fitilini ateşleyen mühendisler de bir eğitim sisteminden geçmiştir. Eğitimde mekanik ve teknik bilgilerin yanında iyiliğin bilgisi de aktarılmadığı sürece merhametsiz ve egoistlerin hâkim olacağı bir dünyâ bizi bekliyor demektir. Ayrıca eğitim, dünyâda günümüzde hangi kıstaslarda ve hangi teknolojiyle yapılıyorsa ülkemizde de aynı seviyede yapılmalı, bununla beraber İslâm ahlâkı, Kur’ân hükümleri, Rabbimizin (cc) buyrukları nesillerimize özümsetilmeli ve Hz. Peygamber’in (sav) ahlâkıyla eğitilmiş hâlis/ihlaslı insanlar yetiştirilmelidir. Şanlı târihimize bakıldığında bunun hiç de zor olmadığı görülecektir. Asırlarca İslâm’ın sancaktarlığını yapan ecdâdımız, yaptıkları ilmî çalışmalarla batıya örnek olmuş, medeniyetin beşiği şehirler inşâ etmiş, kitlelere yön veren nice âlim şahsiyetler yetiştirmişlerdir. Üzülerek belirtmek gerekir ki, o muhterem insanların torunları olarak bizler batıya örnek olmak şöyle dursun batının hiç de örnek alınmaması gereken yönlerini bünyemizde barındırır hâle gelmiş durumdayız. Bizden ilim ve bilgi yöntemlerini öğrenen batı ne yazık ki zevk, sefâ ve eğlence kültürünü bize empoze etmiş bulunmaktadır. Bu olumsuz tabloyu silip yeniden resmetmenin yolu ecdâdımızın emânetlerine sâhip çıkıp aslımızı muhafaza etmek ve her türlü ilmi İslâm’ın rehberliğinde tahsil etmekten geçmektedir. Bu şekilde bir anlayışa sâhip olduğumuzda İslâm’ın saadet asrında yaşanan huzur ve barış ortamının, aziz ecdâdımızın önderliğindeki ilmî ilerleyişin yeniden canlanmaya başladığı müşâhede edilecek, millet ve devlet olarak memleket her alanda kalkınacak ve şuurlu, îmanlı nesiller yetişecektir. Bu hakîkati millî şâirimiz Mehmet Akif Ersoy’un milletimizde büyük cevherlerin olduğunu, bunların ilim ve cehd ile ortaya çıkarılması gerektiğini, batının ilminden başka örnek alınacak yönünün olmadığını hatırlatan, gençlerin kulaklarına küpe olacak dizelerinde de görmek mümkündür: Şimdi, sen bizdeki kudretleri eşsen bir bir, Göreceksin ki; bu millette fazîlet en uzun, En derin köklere yaslanmada; hem sonra onun, Bir mübârek suyu var, hiç kurumaz: “Dîn-i Mübîn.” Hâdisat etmesin oğlum, seni bedbin… Bu cihetten, hani hiç yılmasın oğlum gözünüz; Sâdece Garb’ın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz. O çocuklarla berâber gece gündüz didinin; Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin! Fen diyârında sızan nâmütenâhî pınarı, Hem için, hem getirin yurda o nâfî’ suları. Aynı membâları ihyâ için artık burada, Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada.9 Genel bir değerlendirme yapıldığında eğitimin kişilerin gelişmesinde, dünyâ ve âhiret hayatlarında elde edecekleri konumlarında ve toplumların geleceğini belirleme noktasında olumlu ve olumsuz etkisi olduğu söylenebilir. Burada mü’min açısından dikkat edilmesi gereken husus, İslâmî bir eğitim alan bireylerin dünyâ ve âhirette itibâr görecekleri bilincini nesillerin gönüllerine nakşetmek ve çocukların hedeflerine dünyâyı değil âhireti yerleştirmek olmalıdır. Bu anlayışa sâhip olunduğunda dünyâda insanların eliyle gerçekleşen belâ ve felâketlerin bertarâf edildiği, toplumsal sorunların çözümlendiği görülecektir. Dipnotlar: [1] Bakara, 2/31. 2 Buhârî, Cenâiz, 92; Ebû Dâvut, Sünne, 17; Tirmizî, Kader, 5. 3 İbn Mace, Mukaddime, 17. 4 Zümer, 39/9. 5 İbn Mace, Hadis No: 3671. 6 Mücadele, 58/11. 7 Fatır, 35/28. 8 Alak, 96/1. 9 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İstanbul, 1975. s. 443 Habip Öztürk

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak