Ara

İnsana Sadâkat Yaraşır

İnsana Sadâkat Yaraşır

Müslüman olmak, sadâkat sâhibi olmak ve doğruluk eri konumuna gelmektir. Peygamber Efendimiz’in (sav) şahsında hepimize Rabbimiz: “(Habîbim!) Sen emrolunduğun gibi dosdoğru ol, maiyyetinde sana tâbî olanlar da. Haddi aşmayın. Gerçektir ki O, yaptıklarınızı görmektedir.” (Hûd, 11/112) buyurmaktadır. Bu âyet nâzil olunca, emrin çetinliğinden Peygamber Efendimiz’in (sav) saçları ağarır oldu. Ashâbın dikkatini çeken bu gerçeği Peygamber Efendimiz, “Hûd ve benzeri sûreler beni yaşlandırdı” diye buyurdu (Tirmizî, Tefsîr 57). İşte ilâhî fermâna sadâkat böylesi yürek yakan bir duygu. İşte Allâh’a (cc) verilen sözde istikâmet ve doğruluk sâhibi olmak eritiyor insanı. Âyette geçen "Yanında yer alanlarla birlikte doğru yolu tutun" buyruğu biz ümmetini de kapsamaktadır. O (sav) olanca mâsumiyeti, sadâkati ile Allah yoluna bendeyken bu kadar hassas davranır da biz hatâlarla ve günahlarla mâlûl ümmeti nasıl hayat muhâsebesi yapmayız? Nasıl olur da beyhûde bir ömür sürmeyi düşünebiliriz? Ümmetine karşı hilim ve merhamet sâhibi olan Peygamber Efendimiz’i de ümmetinin bu sadâkat emrine sadık kalıp kalamayacağı korkusu ve kaygısı çok endişelendirmiştir. Müslümanlık sebat ehli olmayı, dosdoğru davranmayı, ölçülü hareket etmeyi, sarsılmaz îmâna bürünüp sırât-ı müstakîm çizgisinden ayrılmamayı gerektirir. (Kandemir, Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed, 2008:63-64)

Hacı Bektâş-ı Velî’nin (ö. 669/1271) ifâdesiyle şu beş şey bahtiyarlığın delîlidir:

  1. Doğru sözlülük
  2. Doğru davranış
  3. Doğru düşünce
  4. Doğrularla berâberlik
  5. Âilesi için helâl kazanç peşinde olmak.

Doğruluk zor zanaattır, sözde özde doğru olmayı gerektirir. Sadâkat öyle bir bağlanmadır ki ilâhî huzur kapısından asla ayrılmamaktır. O sebeple sadâkat ehli olmanın ne denli fedâkârlık ve ferâgat ahvâlini gerektirdiği şâirin şu dizelerinde gâyet açık bir şekilde beyân edilmektedir:

Asâlet boyda değil soyda olmalı
İncelik belde değil dilde olmalı
Doğruluk sözde değil özde olmalı
Güzellik yüzde değil yürekte olmalı

Müslümanlık doğru olmaktır, demiştim. Bu gerçeği Yûnus Emre (ö. 720/1320) bakın ne güzel dile getiriyor:

Doğru yola gittin ise, eğer dediğin tuttun ise,
Bir hayır da ettin ise, birine bindir az değil.

Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’inde, “Ey îmân edenler! Allah’tan sakının ve sâdıklarla berâber olunuz!” (Tevbe 9/119)âyetiylegönlün ancak doğru sözde ve doğru sözlülerle birliktelikte huzur bulduğunu söylemektedir. Müslümanın alâmet-i fârikası doğru sözlülüktür. Doğru sözlü Müslümanın kazancını Peygamber Efendimiz (sav) şöyle haber vermektedir: “Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105)

Bizans Kralı Herakliyus ile Ebû Süfyân Sahr İbni Harb arasında bilindiği üzere Peygamberimiz’e ve İslâm’a dâir uzun konuşmalar gerçekleşir. Nakledilen bu konuşmada Herakliyus’un, “O (peygamber olduğunu söyleyen) adam size neleri emrediyor?” şeklindeki sorusuna Ebû Süfyan şöyle cevap verir: “Sâdece Allâh’a kulluk ediniz, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayınız. Atalarınızın ‘îmân ettik’ dedikleri şeyleri terk ediniz, diyor. Bize namaz kılmayı, sözde ve işte doğruluğu, iffetli yaşamayı ve akrabâ ile ilgilenmeyi emrediyor.” (Buhâri, Bed’u’l-vahy 6, Şehâdât 28; Müslim, Cihâd 74)

Doğruluğu mizaç, sadâkati kimlik, istikâmeti istidat hâline getiren Hz. Ebu Bekir (ra), doğruluğun emânet, yalancılığın hıyânet olduğunu belirtmektedir.

Şu bir gerçek ki, inanan insanın Müslümanlık makâmında îmânı demir gibi sağlam, mü’minlik makâmında çelik gibi dayanıklıdır. Dindarlığın İslâm boyutundan îman derinliğine bürünmesi demirin çeliğe dönüşmesi gibi zorlu bir zanaattır. Demirin çelik olabilmesi için, önce kıpkızıl ateşte akkor hâlinde yanması, sonra da batırıldığı buz gibi suda çıkardığı feryat sesiyle değişim geçirmesi, sonunda demirden daha sert, ama ondan daha esnek bir hâle gelmesi gerekir. Gerçek mü’min de ibâdetlerle olgunlaşır, dert, ıstırap ve sıkıntılarla pişer, Allah Teâlâ'nın istediği gibi kâfirlere karşı sert, dindaşlarına karşı merhametli ve esnek olur (Fetih 48/29). Peygamber Efendimiz’in (sav) tasvîr ettiği gibi, dertler ve sıkıntılar karşısında çam ve dağ sediri gibi katı değil, rüzgârın önündeki ekin gibi esnek hâle gelir (Buhârî, Merdâ 1).

Müslümanın dünyâ hayâtı baştan sona imtihanlarla doludur. En zorlu imtihan ise doğruluk ve doğru sözlülük imtihânıdır. Bu imtihânı başaran, sâdıklar zümresine dâhil olur. (Kandemir, “Yarış Bitmeden”, Altınoluk, 2001:179/24). Doğru sözlü olan sâdıkların başında Allah (cc) ile peygamberler gelir. Hiçbir şüpheye mahal bırakmadan Allâh’a ve Peygamber Efendimiz’e îmân eden, Allâh’ın lütfunu ve rızâsını kazanmak için yurtlarını ve yuvalarını geride bırakan ve hicret eden, mallarını ve canlarını ortaya koyarak Allah yolunda cihâd eden kimseler sâdık mü’minlerdir. Sadık mü’minlerin bir diğer özelliği, akrabâlarına ve yoksullara yardım elini uzatmaları, namazlarını kılıp zekâtlarını vermeleri, zorluk ve sıkıntı zamanlarında sabreden yiğitler olmalarıdır. (Bakara 2/177; Hucurât 49/15; Haşr 59/8) Bu özelliklere sâhip olan sadâkat ehlini Rabbim şu şekilde müjdelemektedir: “Allah sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracaktır.…” (Ahzâb 33/24)

Hepimizin bildiği üzere Peygamber Efendimiz (sav), isrâ ve miraç olayını Kureyş müşriklerine anlattığında, onlar daderhâl Hz. Ebû Bekir’e gidip şöyle dediler: “Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” Bu sözleri işiten Ebû Bekir (ra), Hz. Peygamber’e (sav) olan içten îman ve sadâkatinin şevki içinde: “O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimâl yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşînen inanırım…” dedi. Müşrikler tekrar: “Sen O’nu tasdîk ediyor, bir gecede Beytü’l-Makdis’e gidip geldiğine inanıyor musun?” dediler. Hz. Ebû Bekir (ra): “Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allah’tan haber geldiğini söylüyor da ben yine O’nu tasdîk ediyorum.” dedi.

Daha sonra Ebû Bekir (ra), o sırada Kâbe’de bulunan Peygamber Efendimiz’in (sav) yanına gitti. Olanları bizzat onun mübarek ağzından dinledi ve “Sadakte (doğru söyledin) yâ Rasûlallâh!..” dedi. Allâh Rasûlü (sav) de, onun bu tasdîkinden gâyet memnun kaldı ve tatlı bir tebessümle Hz. Ebû Bekir’e: “Ey Ebû Bekir! Sen ‘Sıddîk’sın!..” buyurdu. (İbn-i Hişâm, II/5)

Sadâkatin Ölçütü Nedir?

Nifak derekesine düşmemektir. Zîrâ Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Münâfığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünde durmaz. Kendisine bir şey emânet edilince hıyânet eder.” (Buhârî, Îmân 24, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69)

Münâfıkların sayılan bu özellikleri Peygamber Efendimiz’in en çok korkup kaçındığı hususlardı. Bu hassâsiyeti O’nun ashâbını eğitmesinde bâriz bir şekilde görülmekteydi. Hz. Âişe Annemiz (r.anhâ) O’nun hassâsiyetine şu şekilde dikkat çekmektedir: “Rasûlullah Efendimiz’e (sav), yalandan daha kötü ve çirkin gelen bir huy yoktu. Ashâbından birinin herhangi bir hususta azıcık yalan söylediğini duysa, onun tövbe ettiğini öğreninceye kadar kendisini o sahabeden uzak tutar, onunla fazla görüşmek istemezdi.” (İbn-i Sa’d, I/378) Çünkü İslâm’ın özü doğruluktur. Doğruluktan şaşan kimseden bir hayır gelmez. Özü ve sözü doğru olanlara Allâh’ın muâmelesi âyet-i kerîmede şu şekilde dile getirilmektedir: “Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar! Kim Allah ve Resûlüne itâat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzâb, 33/70-71) Peygamber Efendimiz ise âyette beyân edilen müjdenin bir göstergesi olarak sadâkat ehlinin ereceği saâdetten şöyle haber vermektedir: “Ben, haklı bile olsa münâkaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşk verileceğine kefîlim. Şakadan bile olsa, yalan söylemeyen kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine kefîlim. Ahlâkını güzelleştiren kişiye de cennetin en üstünde bir köşk verileceğine kefîlim.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 7/4800; Tirmizî, Birr, 58/1993; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)

Yalan, ihânet ve nifâka karşı İslâm neden bu kadar sert bir tutum sergilemektedir? Çünkü yalandan sakınmayan insanın îmânı tam olmaz. Îmânı tam olmayanın da amellerinde bir hayır bulunmaz. Nitekim Peygamber Efendimiz oruç örneğinde bizlere şu îkazda bulunmaktadır: “Kim yalanı ve onunla iş yapmayı terk etmezse, Allâh’ın o kimsenin yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyâcı yoktur.” (Buhârî, Savm, 8)

Yalan Müslümanın dilinde ve gündeminde olamaz. Ne gerçek hayatta ne de sanal âlemde, ne varlıklı ne de zorlu şartlarda yalana geçit verilemez. Yalan karşısında son derece titiz davranmak Müslümanın aslî karakteridir. Öyle ki espri ve şaka yoluyla da olsa yalana tevessül etmemek îmânın gereğidir. Peygamber Efendimiz (as) kimi zaman ashâbına şakalar yapmış, ancak bunların hepsinde doğru sözler söylemiştir. Kendisinin gerçekleştirdiği bu örnekliğe bizlerin de uyması sadedinde îkaz ve irşadda bulunarak şu hatırlatmayı yapmaktadır: “Kul, şakalaşırken yalan söylemeyi ve haklı bile olsa tartışmayı terk etmedikçe tam îmân etmiş olamaz.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/352, 364; Heysemî, I/92); “Yazıklar olsun o kimseye ki, konuşur da insanları güldürmek için yalan söyler! Yazıklar olsun ona, yazıklar olsun ona!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80; Tirmizî, Zühd, 10)

İslâm’ın hükümleri değişmez ve aslî gerçeklerdir. İnanan insan inandıklarından ödün vermeyen, İslâm’a sadâkatle bağlı mert insandır. Yalana, hîleye, dolandırıcılığa ve sahtekârlığa sapacak kadar fıtratını bozamaz. İnandıktan sonra başka yollara tevessül etmenin ne denli felâketler getireceğini Rabbimiz şöyle hatırlatmaktadır: “Şüphesiz ki bu, Benim dosdoğru yolumdur; ona tâbî olun. (Diğer) yollara tâbî olmayın; (yoksa o yollar) sizi O’nun yolundan ayırır. İşte bunları, takvâ üzere olasınız diye (Rabbiniz) size emretmiştir.” (En’âm 8/153) Hz. Peygamber (sav) bu âyet indiği zaman, yere, düz bir çizgi çekerek, “Bu, Allâh’ın yoludur” buyurdu. Sonra, bu çizginin sağına ve soluna birçok çizgiler çekerek şöyle buyurdu: “Bunlar da diğer bâtıl yollardır; her birinin başında bir şeytan bulunur, insanları o yola çağırır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/435; Dârimî, Mukaddime 23; Hakim, Müstedrek, II/318; İbn Hıbban, Sahih, nr. 6-7) Bir başka hadislerinde ise Peygamber Efendimiz (sav) işin zorluğuna dikkat çekerek takınmamız gereken tavrı şu şekilde dile getirmektedir: “Tam anlamıyla başarmanız mümkün olmasa da, siz (yine) dosdoğru olmaya çalışın!” (İbn-i Mâce, Tahâret, 4)

Ashâb-ı kirâmın her biri İslâm’ı anlama ve yaşama konusunda son derece hassas ve dikkatli idi. Peygamber Efendimiz’i dikkatle dinler, anlamadıkları hususları sorar, inen vahyi hayatlarına uygular, O’nu örnek alarak İslâm’ın esaslarını hayâta geçirirlerdi. İşte bunlardan biri olan Süfyân b. Abdullah (ra) da Peygamber Efendimiz’e (sav); “Ey Allâh’ın Resûlü! Bana İslâm’ı öylesine anlat ki onu bir daha başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim” dediğinde Efendimiz ona şöyle cevap vermiştir: “Allâh’a inandım de ve dosdoğru ol!” (Müslim, İmân, 62)

Doğru sözlü ve sâdık insan olabilmek için kimlerle berâber olduğumuza dikkat etmemiz gerekmektedir. Kimlerle birlikte hareket etmemiz gerektiğini Allah (cc) şöyle hatırlatmaktadır: “Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbî olun, çünkü onlar hidâyete ermiş kimselerdir.” (Yâsîn 36/21)

Enes b. Mâlik’in (ra) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfe göre, Allah Teâlâ’nın birtakım gezici melekleri vardır. Bunlar dâimâ zikir ve sohbet meclislerini ararlar. Bulduklarında meclisin etrâfında halka olarak:

“Rabbimiz! Bu kulların senin kitâbını okuyorlar, Hz. Peygamber’e salât ü selâm getiriyorlar ve Sen’den dünyâ ve âhiret hâcetlerini talep ediyorlar.” derler. Cenâb-ı Hakk:

“Şâhid olunuz, onları affettim.” buyurur. Melekler:

“Rabbimiz! İçlerinde oraya yanlışlıkla gelmiş olan falan ve filan da vardı!..” deyince Allâh Teâlâ:

“Onlar (o sâlih ve sâdık kullar) öyle bir topluluktur ki, onlarla berâber bulunanlar şakî sayılmazlar…” (Tergîb, II. 402)

Doğruluk ve sadâkatin en çok dikkat gerektiği saha ticâret hayâtımızdır. Alışverişlerimizde ölçü ve tartıya riâyet etmemiz, müşterinin hukûkunu korumamız, malımızı satarken usûlüne uygun olarak fiyat belirlememiz, ticârî hayâtımızda aslâ yalana ve göz boyamaya fırsat vermememiz aslî görevimizdir. Zîrâ Peygamber Efendimiz bu hususta bizleri şu şekilde uyarmaktadır: “Tâcirler, kıyâmet gününde fâcirler olarak haşrolunacaklardır. Ancak yalandan sakınanlar, yeminlerinde doğru olanlar ve sözlerinde sâdık olanlar müstesnâ.” (Tirmizî, Büyû, 4; İbn Mâce Ticaret, 3; Dârimî, Büyû, 7; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/428)Çünkü Allah, yalan yeminle satılan malın bedelinin bereketini yok eder. Hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kazancın en hayırlısı; söyledikleri zaman yalan söylemeyen, emânet edildiği zaman hıyânet etmeyen, vaad ettikleri zaman caymayan, satın aldıkları zaman kötülemeyen, sattıkları zaman övmeyen, borç aldıkları zaman borçlarını savsaklamayan ve borç verdikleri zaman da zorluk çıkarmayan tâcirlerin kazancıdır.” (Münâvî, II, 424)

Konuyu sıdk ve sadâkatin mertebe ve derecelerini sıralayarak özetlemek istiyorum. Ahmed Ziyâuddîn-i Gümüşhânevî’nin (ö. 1311/1893) beyânıyla doğruluk üç kısımdır:

  1. Söz ile gerçekleşen avâmın doğruluğu
  2. Tutum ve davranışlarla gerçekleşen havâs zümresindeki seçkinlerin doğruluğu
  3. Hâlleri ile gerçekleşen havâssu’l-havâssın doğruluğu (Gümüşhanevî, Câmiu’l-Usûl, 1987:271).

Yine Gümüşhânevî’ye göre doğruluğun üç farklı derecesi vardır. Birinci derece, kişinin nefsini kötülük ve çirkinliklerden temizlemesi ve nefsini doğrulamasıdır. İkincisi kişinin kalbini doğru tutmasıdır. Üçüncüsü ise Yüce Allâh’a yaklaşmak ve hak yolda bulunmaktır. (Gümüşhanevî, Câmiu’l-Usûl, 1987:434)

Mayıs 2019, sayfa no: 10-11-12-13-14

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak