Ara

İnsan Fitratini Koruduğu Kadar İnsandir

İnsan Fitratini Koruduğu Kadar İnsandir

Fıtrat kelimesi “yarmak, ikiye ayırmak; yaratmak, îcâd etmek” mânâlarına gelen fatr kökünden isim olup “yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sâhip oluş” anlamında kullanılır. İlk yaratılış, bir bakıma mutlak yokluğun yarılarak içinden varlığın çıkması şeklinde telakkî edildiğinden fıtrat kelimesiyle ifâde edilmiştir. Buna göre fıtrat ilk yaratılış ânında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir. (DİA) 

Kâinattaki bütün mevcûdât gibi insan da fıtrat yâni tevhîd üzere yaratılmıştır. Nitekim Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Sen yüzünü Hanîf olarak dîne, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir.” (er-Rûm, 30/30) Müfessirlerimizin büyük çoğunluğu, insanın fıtrat üzere yaratılmasından “tevhîd” üzere yaratılmış olduğunu anlamışlar, bunu da A’râf sûresinde geçen şu âyet-i kerîmeye dayandırmışlardır: “Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da) Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’râf, 172.) Yâni insan fıtratında Allâh’ın varlığını ve birliğini tanımaya doğru tabiî bir eğilim vardır. Hattâ İslâm âlimleri genellikle, bu eğilimin ilk yaratılış ânında insanla Allah arasında yapılmış temsîlî sözleşme ile bağlantılı olduğu kanâatindedirler. (Kur’ân Yolu) 

Evet, insanın fıtratı Allâh’ın (cc) varlığına ve birliğine îmânı kabûle müsâit bir şekilde yaratılmıştır. Ancak dünyâya geldikten sonra içeriden ve dışarıdan gelen müdâhalelerle fıtratında bozulmalar olmuştur. İçeriden nefsi onu isyân ve günâha teşvîk ederken, dışarıdan şeytan, âilesi, içinde yaşadığı toplum ve değişik etkenler onu fıtrattan uzaklaştırmışlardır. Bu konuya Sevgili Peygamberimiz (as) şöyle işâret etmişlerdir: “Dünyâya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu yahudi, hristiyan, mecûsî (farklı bir rivâyete göre hattâ müşrik) yapar.” (Buhârî, “Cenâʾiz”, 79, 80, 93; Müslim, “Ḳader”, 22-25) 

Peygamberlerin gönderilmesinin en önemli sebebi de fıtrattan, yaratılış gâyesi ve sâfiyetinden yâni îmandan uzaklaşan insanı yeniden fıtratına döndürmektir. Zîrâ insan fıtratını koruduğu kadar insan kalır. Fıtratı bozuldukça insanlığı da bozulur ve insanlıktan uzaklaşır. Buna göre Kur’ân’daki inanç gruplarına göre bir fıtrat değerlendirmesi yapalım. Çünkü mü’minin dışındaki grupların bozulması fıtratta, tevhidde yâni îmanda olmaktadır.

1- Mü’min: İlk yaratıldığı zaman verdiği sözde duran, Allâh’ın (cc) varlığı ve birliğine ve O’nun hükümlerine boyun eğmiş, O’nun mülkünde onun istediği gibi yaşayan kimsedir. Kendi fıtratını yâni yaratılış sâfiyetini koruduğu için kendisine de ilişkili olduğu şeylere de zarar vermeyen kimsedir. Sâdece insan değil belki kâmil bir insan olarak varlığını devâm ettirir. “Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allâh'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’âm, 79.) der teslîmiyetini ifâde eder, verdiği sözdeki duruşunu sergiler ve hayâtına bu minvâl üzere devâm eder. Âhirette ise yaratılış sâfiyetini koruduğu ve sözünde durduğu için mükâfâta nâil olur.

2- Kâfir: Verdiği sözde durmayan, Allâh’ın varlığını, birliğini ve âyetlerini inkâr eden kimse. Nankör. Sâdece nankörlük bile fıtratın bozulduğunu gösterir. Fıtrattan uzaklaştıkça insânî değerlerini de kaybeder. Öyle bir savrulur ki isyân eder. Azar. Azdıkça canavarlaşır. Hattâ onu da aşar. Ondan daha aşağı bir seviyeye düşer. “Yoksa sen, onların büyük çoğunluğunun gerçekten senin dâvetine kulak verdiklerini yâhud doğru dürüst düşündüklerini mi sanıyorsun? Aksine onlar, başka değil, bir hayvan sürüsü gibidirler, hattâ tuttukları yol bakımından daha da sapkındırlar.” (Furkan, 44.) Fıtratını kirletir. Aslından sâfiyetinden uzaklaşır. Halîfe olması gerekirken kan döken ve fesad çıkaran olur. Başka yaratıkların fıtratına bürünür. İşte bundan dolayı azap görecek. İnanması gerekirken inkâr ettiği, itâat etmesi gerekirken isyân ettiği, kendi fıtrî sâfiyetini koruyamayıp kirlettiği ve Allâh’a verdiği sözde durmadığı için. 

3- Müşrik: Allâh’a inandığı halde îmânına şirk yâni virüs bulaştıran, fıtratını yâni tevhîdi yeterli görmeyip onu payandalarla desteklemeye çalışan kimsedir. Bu da onu Kur’ân’ın ifâdesiyle zavallı, acınması gereken ve yanlış yere sırtını dayayan ve sonunda güvendiği dağlara kar yağan kimse gibi yapar. Allâh'a yönelen, ona ortak koşmayan kimseler (olun). Kim Allâh'a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir.” (Hac, 31.) İşte fıtratını şirkle bozmuş kimselerin ahvâli. Âhiretteki durumları da böyle olacak. Ve Allâh’ın dışında güvendiklerine yönlendirilecekler. Tabii onların da faydası olmayacak. Ve Allah böyle kimseleri tevhîdi bozdukları için affetmeyecek.

4- Münâfık: Allâh’a verdiği sözde durmayan ama bunu da net olarak ortaya koyamayan, kimin yanına giderse onun rengini alan şahsiyetsiz kimse. Fıtratına nifak, şahsiyetsizlik, karaktersizlik virüsü bulaşan tip. İnsan fıtratından çok köstebeğin fıtratına benzer bunun fıtratı. Bundan dolayı insanlıktan çıkar. Bukalemun gibi mü’minlerle kâfirler arasında savrulur durur. Şüphesiz münâfıklar Allâh'a oyun etmeye kalkışıyorlar; hâlbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allâh'ı da pek az hatıra getirirler. Bunların arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara (bağlanıyorlar) ne bunlara. Allâh'ın şaşırttığı kimseye aslâ bir (çıkar) yol bulamazsın.” (Nisâ, 142-143) Bunlar âhirette kâfirlerden daha şiddetli bir azapla cezâlandırılacaklar. Fıtratlarındaki yüzle değil maskeli yüzlerle yaşamayı tercîh ettikleri için.

5- Fâsık: Mü’min ancak günâha bulaşmış kimse. Allâh’ın yasakladığı şeyleri işleyerek fıtratını kirleten, kısmen küfre meylederek kirlenmiş karakter. Eğer tövbe ile temizlenip fıtratına dönmezse cezâ görecek. Çünkü her günahta küfre giden bir yol vardır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sav): Günah ilk defa işlendiğinde kalpte siyah bir leke olur. Eğer sâhibi pişmân olur, tevbe ve istiğfâr ederse kalp yine parlar. Etmez de günâhı tekrarlarsa o leke de artar, arta arta bir dereceye gelir ki, leke bir kılıf gibi bütün kalbi kaplar.” buyurmaktadır.  

Mutaffifîn sûresinde “Kellâ bel râne alâ kulûbihim – Hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.” âyetinde zikredilen “râne” bunu ifâde ediyor. (İbn-i Mace, Zühd, 29; Tirmizî, Tefsir-u Sûret-i Mutaffifin / 1.)

İşte fâsıklar da fıtrata yâni o yaratılış sâfiyetine günah kiri bulaştırdıkları için sıkıntı çekecekler. Eğer tövbe ile o kirleri temizlemezlerse.

O zaman denebilir ki sâdece insan değil bütün mahlûkât fıtratını koruduğu kadar değerlidir. Fıtratı bozulmuş mahlûkâtın önce kendisine sonra da kendisi dışındakilere zararı var; fıtratı bozulmuş bir hayvan, bir meyve ya da başka bir şey farketmez. Onun için fıtrata, bütün mahlûkâtın fıtratına müdâhale yasaklanmıştır. İnsanın yüklendiği emânet Allâhu a’lem fıtrattır. Ve bu fıtrat korunmalıdır.

Haziran 2019, sayfa no: 12-13-14

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak