Ara

İnanç, İbâdet ve Ahlâk

İnanç, İbâdet ve Ahlâk

“Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan
ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebût, 29/45) 

İslâm, her şeyden evvel bir tevhîd inanışıdır. Kesreti değil vahdeti ifâde eder. Buna göre meselâ inancı ibâdetten, ibâdeti ahlâktan ayrı düşünmek mümkün değildir. Nitekim İslâm konusunda sağlıklı anlayışın hâkim olduğu zamanlarda bu konu hep böyle anlaşılmıştır. Fakat zaman içinde bu üç kavram arasına şu veya bu sebeplerle âdetâ duvar örülmüş, birlik ve bütünlük anlayışı kaybolmuştur. Bu da İslâm’ı anlama ve yaşama konusunda ortaya ciddî problemler çıkarmıştır.

Bugün de bu tür bir problemle karşı karşıyayız. Kimimiz dîni sâdece inanç, kimimiz sâdece ibâdet kimimiz ise sâdece ahlâk boyutunda düşünüyor, aralarındaki bağı dikkate almadan hareket ediyoruz. Bunun sonucunda ibâdetsiz inanç, ahlâktan yoksun ibâdet anlayışı şeklinde İslâm’ın özüne aykırı bir tutum sergileyebiliyoruz. Bunun ne tür sıkıntılara yol açacağını görüp bilen âlimler, ârifler ise bizi bu konuda sürekli uyarmışladır. 

Bütünlük Şuuru

İşte bu uyarıcılardan biri de Yûnus Emre’dir. O tevhîd ehli bir mutasavvıf olarak İslâm’ın inanç ve ibâdet kısmına dâir sözler söylerken işin ahlâk kısmını aslâ ihmâl etmemiş ve şiirlerinde bizi Muhammedî bir ahlâk anlayışına çağırmıştır. Çünkü ahlâk olmadan inancı da ibâdeti de olması gerektiği şekilde anlamamız, yaşamamız mümkün olmaz. Hz. Peygamber (sav)’in “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Müsned 2/381) sözünü bu çerçevede düşünmek gerekmektedir. 

Yûnus Emre’nin çok bilinen şiirlerinden biri olan “Bir kez gönül yıktın ise/Bu kıldığın namaz değil” mısrâlarıyla başlayan ve beş dörtlükten oluşan şiiri de ahlâk konusuna vurgu yapan bir şiir olarak tam da söylemek istediğimiz konuyu ele almaktadır. Burada daha ilk beyitte ibâdet kavramı içerisinde yer alan namazı ahlâk kavramı içinde düşünmesi ve buna bağlı olarak “gönül kırma” meselesinden söz etmesi sözünü ettiğimiz “inanç-ibâdet-ahlâk bütünlüğü”ne dâir önemli bir îkazdır.

Bu beyte göre, inanç gereği kıldığımız namazın gerçek mânâda ibâdet olabilmesi ahlâkî bir tutum olan gönül kırmama meselesiyle doğrudan ilgilidir. Yâni ortada ahlâkî bir duruş, tavır yoksa ibâdet de bir mânâ taşımamakta dolayısıyla şekilden öteye geçememektedir. Yûnus Emre, bundan dolayı “Bu kıldığın namaz değil” diyerek çok açık bir dille gönül kıranların namazlarının Hak katında gerçek bir ibâdet olamayacağını söylemektedir. Bu söyleyişe hemen ardından “Yetmiş iki millet dahî elin yüzün yumaz değil” diyerek namazın ayrılmaz parçası olan abdesti de ilâve etmiştir. Bu tür bir yaklaşıma anlam genişlemesiyle Haccı, zekâtı, orucu yâni ibâdet kapsamına giren diğer fiilleri de katabiliriz.

Gönül Çalab’ın Tahtı

Bize her dönem için ahlâkî anlamda ders ve öğüt verici nitelikteki bu şiirin ana kavramı elbette gönüldür. Böyle olmasının sebebi ise tasavvufun asıl meselesinin gönül olmasıyla ilgilidir. Zîrâ gönül, mecâzî olarak Beytullah’tır. Gönül, bu özelliğiyle insana kıymet kazandıran ve çok değişik açılardan ele alınacak mâhiyette bir kavramdır. Yûnus Emre de bir sûfî şâir olarak işte bu sebeplerle şiirlerinde gönle özel bir önem vermiş, insan denilince önce gönlü anlamıştır. Çünkü sûfî anlayışa göre gönül düzgün ise bütün beden de düzgündür. Çünkü göz de kulak da el de ayak da beyin de gönle bağlıdır. Gönlü bir küp benzetmesiyle anlatan Hz. Mevlânâ’nın da dediği gibi “Küpün içinde ne varsa dışarı o sızmaktadır.” 

İkinci dörtlükte ise anlatım yine gönül sözüyle başlamaktadır. İlk dörtlükte “gönül yıkmak”tan söz edilirken bu defa “gönül yapmak”tan söz edilerek menfî olanın müsbet hâli bize hatırlatılmakta, bize düşenin, yakışanın gönül yapmak olduğu ifâde edilmektedir. Bunun gerçekleşmesi ise, Hakk’ın nazargâhı gönle sâhip olan insanlara güzel muamele yapmakla, onları hoşnut edecek davranışlar sergilemekle mümkün olabilecektir. 

Böyle bir olgunluk seviyesine gelmek elbette kolay bir iş değildir. Bizi böyle insanlar hâline getirecek olanlar ise bizi mânevî terbiyeleriyle eğitecek olanlardır. O yüzden gönül yapacak insan olmanın şartı olarak er eteğini tutmaktan söz edilmektedir. Hemen peşinden “Bir kez hayır ettin ise/Binde bir ise az değil” denmesi ise, az önce sözü edilen insanlara güzel davranmak ile hayır etmek arasında doğrudan bir ilişki kurulması anlayışı ile ilgilidir. Çünkü hayır, iyi ve makbûl olan söz, hal ve iş demektir. İnsan “hayır etmek”le inanç ve ibâdet değerlerini hayâta ve insanlara yansıtmış olur. Öyleyse inanç ibâdetle beslenirken ibâdeti anlamlı kılacak olan, ibâdet hükmünde olan iyi ve makbûl her türlü davranış olacaktır. 

İstikāmet Üzere Yaşamak

Hepimiz hayat içinde bir yolculuk hâli yaşamaktayız. Mesele girilen yolun doğru olması ve doğru yürünmesidir. Çünkü yol istikāmet üzre olmazsa bizi doğru sonuçlara götürmez. Bu yüzden doğru yol “her türlü aşırılıktan uzak, dengeli, apaçık, dosdoğru olan Hak yolu”dur. İşte üçüncü dörtlükte “Yol oldur ki doğru vara” ifâdesiyle bu temel hakîkat dikkatimize sunulurken bunun basîret ve bilinç hâli ile gerçekleşebileceği de “Göz oldur ki Hakk’ı göre” mısrâıyla belirtilmektedir. Aynı dörtlüğün üçüncü mısrâındaki “er oldur ki alçakta dura” ifâdesi ise bizi bir diğer ahlâkî hâle, tevâzuya çağırmakta, er kişi olmanın ancak böyle gerçekleşebileceği dile getirilmektedir.

Yûnus Emre’nin bir mürşid olarak îkaz ve tavsiyeleri sonraki dörtlükte de devâm etmekte, “Erden nazar ola” mısrâı ile de yine bir yol önderiyle yolculuk yapmamız, onun nazarına, mânevî eğitici bakışına muhâtab olmamız gerektiği üzerinde durulmaktadır. Bunun netîcesi ise “için dışın pürnûr ola” mısrâında söylenildiği gibi gönlün her türlü mâsivâdan arınmasıdır. Böyle yapabilenler “Beli kurtulmuştan ola” mısrâına göre kurtuluşa erenlerdir. Sözün tam da burasında başka bir ahlâkî davranış üzerinde de durularak “Şol kişi kim gammaz değil” sözüyle bizi gammazlığa yâni fitneliğe, ara bozuculuğa karşı uyarmaktadır. 

Sözün Kaynağı

Son dörtlük ise, şiirin tamâmında ele alınan öğütlerle ilk bakışta ilgisizmiş gibi görünse bile aslında metni mânâca tamamlayan bir özelliğe sâhiptir. Burada “Yûnus bu sözleri çatar” ifâdesiyle bu sözlerini okuyana/dinleyene şiir formunda söylediğini ama bunu yaparken asıl amacının şiir söylemek değil “Yağı bala katmak” olduğunu yâni faydalı nasîhatler vermek gāyesini taşıdığını ifâde etmektedir. “Halka metâların satar/yükü gevherdir tuz değil” beytiyle de bu söylenilenlerin değerine vurgu yapılmaktadır.

Yûnus Emre’nin sözlerinin değerli olması elbette ilhâm aldığı beslendiği kaynaktan, âyet ve hadislerden gelmektedir. Bunu kendisi de “Yûnus’un sözü şiirden amma aslı kitaptan/Hadis ile denene key sâdık olmak gerek” beytinde apaçık söylemektedir. Nitekim şiirin tamâmı konu ile ilgili âyet ve hadislerin yorumu mâhiyetindedir. Konuyu somutlaştırmak için “Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebût, 29/45) âyetini ve “Kimin ki kıldığı namaz onu kötülükten ve hayâsızlıktan alıkoymuyorsa ancak onu Allah’tan uzaklaştırır.” (Ahmed b. Hanbel, Zühd ; 268 h no: 10862) hadîsini hatırlamak yeterli olacaktır.

Sonuç olarak gerek Yûnus Emre’nin gerekse diğer sûfîlerin eserleri, sözleri sâdece bir şiir olarak düşünülmemeli; onları bize inandığımız din, yaptığımız ibâdet ve yapmamız gereken ahlâkî davranışlar konusunda ders ve öğüt veren sözler olarak görmeliyiz. Bu tür şahsiyetlere “Tabîb-i mânevî”, “mürşid” denilmesinin bir sebebi de budur. Onlar bu özellikleriyle mânevî hastalıklarımıza devâ yolları göstererek bizi birer gönül insanı kılmak isteyen, bunun için de tevhîd inancını itikad-ibâdet-ahlâk bütünlüğü içinde ele alıp anlatan, anlatmakla da kalmayıp kendi hayatlarıyla örnek olan yol önderleridir. Yol, bizi selâmete çıkaracak rehberle yürünürse menzile varılır. Aksi takdirde yine Yûnus’un “Göçtü kervan kaldık dağlar başında” şiirinde de söylediği gibi yolda kalır, kurda kuşa yem oluruz. Bunun olmaması için yine bu şiirde söylenildiği gibi yolumuzun enbiyâya, evliyâya uğraması, onların önder olarak görülmesi gerekir.

Ekim 2024, sayfa no: 50-51-52-53

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak