İnanmak ve tasdîk etmek anlamına gelen îman; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Hz. Muhammed'in (sav) Allâh'ın kulu ve resûlü olduğuna, Allâh'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kazâ ve kadere, hayır ve şer herşeyin ilâhî takdir ve yaratmayla olduğuna inanmaktır. İslâm'ın ilk şartı, Allâh'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed'in peygamberliğine inanmaktır.
Ezelîden dilimde uş Tanrı birdir haktır Resûl
Bunu böyle bilir iken sanma ki gümanda idim.
diyen Yûnus Emre ezelî hakîkate dikkatimizi çekmektedir. Yûnus Emre Allah ile kul arasındaki münâsebeti düzenleyen nizâmı din, İslâmî inancın bir bütün hâlinde hayâta tatbîk edilmesini ise dindarlık olarak görmektedir. Dindarlığın hırka ve takkeden ibâret olmadığına, kisve ile âlim olunamayacağına, gerçek dindarlığın safiyetine şu şekilde dikkatimizi çekmektedir:
Her milletten ayrıdır bu bizim milletimiz
Hiç dinde bulunmadı din ve diyânetimiz.
Dînin temel ölçütlerini terk edenlerin küfre düşeceklerini söyleyen Yûnus Emre, dînin temel esaslarını Peygamber Efendimizin ortaya koyduğunu belirtmiştir. Dîni elbiseye benzetirken bizleri bu elbiseyi giyinmeye, yâni inanç ve ibâdet esaslarını yerine getirmeye dâvet etmektedir. Din ve îmânı Muhammed ümmetinin kisvesi olarak görmektedir:
Biz müsülmân Muhammed ümmetine
Hil'ât virdün bize dîn û îmânı.
Dindarlık çabasını zorlu bir mücâdele seyri olarak gören Yûnus Emre, bu uğurda ciddiyeti elden bırakmamak gerektiğini, aşk mezhebini benimseyip gönülden kin duygusunu söküp atma çabasını öngörmekte ve kin tutan kişide dînin bulunmayacağını belirtmektedir:
Giderdim gönülden kîni kin tutanın yoktur dîni
Ey yârenler ben bu sözü uludan işittim ahî.
Âşıkların mezhebinin Hak mezhebi olduğunu özellikle vurgulayan Yûnus Emre, Aşk tadında bir inancın benimsenmesi gerektiğini şu şekilde vurgulamaktadır:
Sülûk ü seyir eden aşk erine
Nice mezheb olur dinden içeri.
Aşk mezhebini benimseyen bahtiyarlar dindarlığı şekil ve merâsimden ibâret görmezler, dînin özünü idrâk etmeye, dînin iç ve dış hakîkatlerini bir bütün hâlinde yaşamaya çalışırlar.
Tadarsan aşk tadından geçesin zâhir dinden
Ayrılığın odından ol vakit kurtulasın.
Kişi aşk mezhebini benimseyince sâdece görünüşte değil özde dindar olmaya çalışır, firkat ateşinden kurtulup vuslat tadına ermeye çalışır. Senlik ve benlik pazarına bürünenlerin, ikilik çatışmasına girenlerin, kesret dünyâsında kaybolanların vahdet iklîminden uzaklaşacağını dile getiren Yûnus Emre, îmânın tadına varmayı tevhîd eri olmaya bağlamaktadır. Îman erlerinin dünyevî beklentilerden kaçındıkları gibi kendilerini uhrevî kaygılara da kaptırmadıklarını belirtmektedir. Cennet umûdu veya cehennem korkusuyla değil Allah aşkı elde etmek gâyesiyle yanıp tutuştuklarını belirtmektedir. Aşk iksîrini yudumlayanların dîni de îmânı da aşk tadında olur. Gönlünü de canını da Dost’a vermiştir. Böylesi bir aşkı elde edenler dindarlık iddiası ile değil dînin hakîkat deryâsına dalmakla meşgûl olurlar.
Duymayanlar hâlimi dînin kodu der bana
Ne ile din beslesin cansız gönülsüz, kalan.
Îmânın kemâle ermesiyle ortaya çıkan hakîkat, ancak muhabbettir. Dindar olmaktan maksat, gönülde Hakk’ın tecellîsini sağlamaktır. Hakk’ın cemâlini müşâhede eden zâhidler bilirim iddiasından kaçınıp benlik duygusunu giderir, dindarlık gösterisinde bulunmayı değil dindarlığını içselleştirmeyi hedefler. Fenâ fillâh makāmına erenler dînin tevhîd eksenine kendilerini âmâde kılarlar. Klikleşmekten, parçacı zihniyetten, ayrılıkçı tutumdan, mezhep veya tarîkat anlayışlarını İslâm’ın yerine koymaktan kaçınırlar. Gerçek mezhep ve tarîkatı İslâm’ın künhüne vâkıf olma çabası olarak görürler. Şöyle ki:
Dîn ü milletten geçer aşk eserini duyan
Mezheb ü din mi seçer kendiyi yoğa sayan.
Yûnus Emre îmânın yakîn düzeyinde üç derece olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Bilgiye dayanan akıl düzeyindeki îmânı ilmü'l-yakîn olarak nitelemektedir. İlme'l-yakîn düzeyindeki îman, insanın bir şeye aklı ile inanmasıdır. Tecrübe ve yaşantıyla elde edilen gönül merkezli îmânı ayne'l-yakîn şeklinde tanımlamaktadır. Bu ikinci îman aklın yanında gönlün seyri ile gerçekleşen bir îmandır. Ayne’l-yakîn mertebesinde akıl kadar duygular, sevgiler, korkular ve nefretler de hakîkatle temas kurmamızı ya da hakîkatten uzaklaşmamızı sağlar. Bu mertebede artık biz aklın yanı sıra duyguların da işlevselliğini elde etmiş oluruz. Olmak, ermek ve bulmakla ulaşılan ruh merkezli îmâna hakka'l-yakîn düzeyindeki îman değerlendirmesinde bulunmaktadır. İnsan kendi mânevî varlığını, rûhunu bilmek ve tanımak sûretiyle hakka’l-yakîn düzeyindeki îmâna ulaşır. Zîrâ canla olan böylesi bir îman canla gider. Can ölmediği için insan, can ile ulaştığı îmânı, vücûdunu bıraktıktan sonra kaybetmez. Hakka'l-yakîn derecesine belirli süreçlerden geçerek ulaşıldığını belirten Yûnus Emre, bu süreci:
Şerîat tarîkat yoldur varana
Hakîkat mârifet andan içeri.
dizeleriyle açıklamakta ve:
Dört kapudur kırk makām yüz altmış menzili var
Ana irene açılur vilâyet derecesi.
mısrâlarıyla da amaca ulaştıracak yolun detaylarını vermektedir.
İnsanın ikiliği bırakıp birliğe ulaşması ve bütün mânevî hakîkatleri (mânâ-yı küllî) elde edebilmesi için îman şarttır. Aşk elçisi konumundaki mürşidi Tapduk Emre’nin sohbet ve himmetiyle Yûnus Emre içini aşk ile doldurmuş, îmânını dürüst kılmıştır. Îmânın dürüstlüğü bizzat yaşanan, gündelik hayâta yansıyan, tahkîk edilen îman olmasına bağlıdır.
Düşmüş idik ol kaldırdı birliğin bize bildirdi
İçimize aşk doldurdu dürüst oldu îmânımız.
Yûnus Emre’ye göre îman insanın yoldaşıdır. Îmânı yoldaş edinenler yolda yanılmazlar. Îman nefisle mücâdelede dervişin yegâne yardımcısıdır. İnsanın bâtınında var olan îman ve nefis sürekli çatışma hâlindedir. Öyle ki îman, canımızın çerağıdır. Bu çerâğ yanarsa vücuttan kin gider. Aksine kin gālip gelirse îman gider.
Îmandır canın çerağı gövdedir bu can durağı
Kînedir îmâna yagı gelse giderir îmânı.
Îman güle benzer; işlenen günahlar bu gülü soldurur. Gönülde îman gülü biterse şek ve şüphe (güman) gider. Âşığın dîni ve îmânı aşktır. Fenâya ulaşmak ve eksikleri tamamlamak için îman kuşağını berk kuşanmak gerekmektedir. Hakk'ı candan sevmeyenlerin îmânı taş gibi katı olur. Küfür, îmânı vuran ok gibidir. Bu oktan sakınmak gerekmektedir. Gönül aşk derdiyle iki büklüm olmuş bir ihtiyar, îman gönül ihtiyârının elindeki asâya benzer:
Miskîn gönlün aşk elinden iki büküldü vücûdu
Tevbe kapısından sundum ona îman tayağını.
Yûnus bize din ve îmânı aşk tadında gerçekleştirmemizi istemektedir. Îmânı yoldaş edinmemizi tavsiye etmektedir. Din ve îman tutmayı, îmânımızı dürüst kılmayı, îman kemerini sağlam kuşanmamızı, îmânı sapasağlam kılmamızı istemektedir.
Adı Müslüman olanın yoldaşı îman olmalıdır. Her türlü eksikliklerle yüklü bulunan insanın îman kuşağını sağlam bir şekilde kuşanması gerekmektedir.
Evvel bize vâcib budur hog hulk ile amel gerek
İslâm adı okunıcak yoldaşımız îman gerek.
diyen Yûnus Emre'ye göre, öfke, kin, kıskançlık, dünyâ malına aşırı bağlılık îmânı zayıflatan hususlardır. Eğer îmanlı yaşamak istiyorsak benlik düşüncesini, gurûru ve kibri bir tarafa bırakmamız gerekmektedir. “Sen sende iken menzil alınmaz” diyen Yûnus Emre, “küfrü" atayım derken îmânı vurmayasın hatırlatmasında bulunmaktadır.
Küfrünü atar iken îmânın vurma sakın
Hırs bizimle düşmandır bilişlidir il değil.
Gönülden gönle yol olduğunu bildiren Yûnus Emre, aynı zamanda gönülde bin türlü hal bulunduğunu açıklamaktadır. Candan vazgeçmeyince cânân elde edilemeyecektir:
Sen canından geçmedin cânân arzu kılarsın
Belden zunnar kesmedin îmân arzu kılarsın.
Yûnus Emre’ye göre mü'min; ezel bezminde Hakk'ın “Elestü bi-Rabbikum!" sorusuna "Belâ!" diye ikrâr eden kişidir. Ezelde ikrar kılan kişiler dünyâda dîdâr göreceklerdir. Mü'minler müşkülü olmayan kişilerdir. Dünyâyı mü'minlerin zindânı olarak gören Yûnus Emre, dünyâda şâd olmanın derdinde olmayan mü'minlerin dünyâyı terk etmeyi ibâdetlerin başı olarak gördüğünü şu şekilde dile getirmektedir:
İbâdetler başıdır terk-i dünyâ
Eğer mü'minsen ona inanasın.
Cennet tutkusuna bürünmeyi dahi noksanlık emâresi gören Yûnus Emre şöyle seslenmektedir bizlere:
Âşık mı derim ben ona Tanrı'nın Uçmağın sever
Uçmag dahi bir tuzaktır mü'min canların tutmağa.
Ona göre mü'min olmanın bâriz vasfı şefkatli, merhametli, îmanlı ve bilgili bir isim olmaktır. Seyr u sülûka koyulan dervişin niyaz ve naz arasında geldiğini Yûnus şu şekilde beyan kılmaktadır:
Gâh mü'minem tâatta dembedem münâcâtta
Gâh rindem harâbatta ben bir aceb kolmaşam.
Özetle Yûnus Emre işin aslını îmânın kemâli olarak görmektedir. Ebedî mutluluğun ancak kâmil îmanla sağlanacağını belirtmektedir. Küfürden kaçıp îmâna ermenin, dalâletten uzaklaşıp hidâyete ermenin, cehâletten uzaklaşıp irfâna kavuşmanın yegâne mutluluk iksîri olduğuna dikkatimizi çekmektedir.
Ağustos 2024, sayfa no: 8-9-10-11
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak