Ara

Îmânın Gücü

Îmânın Gücü

İstidlâle, nazara, delillere, akla, rasyonel fikirlere ve temel dayanaklara dayalı bir îman kişide farkındalık meydana getirir. Îmânın bundan daha öte boyutta kişide yakîn dediğimiz kesin bilgiyi doğurması gerekmektedir. İnanmışlık rûhu sâdece nesnel dünyâya özgü değildir. Fizik kadar metafiziği, dünyâ kadar âhireti, madde kadar mânâyı, beden kadar rûhu da kuşatmaktadır. Yakîn düzeyindeki îman gerçeğine ermek için İmâm-ı Rabbânî’ye göre kişinin öncelikle kalbî hastalıklardan kurtulması gerekmektedir. Mâruz kaldığı safra hastalığı sebebiyle şekeri acı hisseden bir kimseye delillerle şekerin tatlı olduğu anlatılabilir mi? Bu kişiye şekerin tatlı olduğunu anlatabilmek için önce onun safra hastalığını tedâvi etmeniz gerekmektedir. Din ve inanç konusunda sakat bir zihniyete sāhip inkarcının inanç deneyimi gerçekleştirebilmesi için de öncelikle onun küfür, şirk, isyan, nifak, gaflet, cehâlet, şehvet ve benlik duygusu gibi hastalıklardan kurtarılması gerekmektedir.1

İmâm-ı Rabbânî mektuplarında yakîn düzeyinde bir îmâna sāhip mü'minlerin üç temel hasletlerinden bahsetmektedir. Onların en temel özellikleri sağlıklı ve sağlam bir akāide sāhip olmalarıdır. Düzgün bir akîdeye sāhip olmadan kişi gereğince îmânın nûruna bürünemeyecektir. İkinci temel nitelikleri şer‘î ve fıkhî hükümlerin gereğince amel etmektir. Üçüncü boyutta ise ihsan terbiyesine ermek, tasavvufun saf ve tertemiz ahlâk birikimine sāhip olmaktır. O nedenle İmâm-ı Rabbânî’nin inanç dünyâsında sağlam itikad, ibâdet yoğunluklu hayat ve ihsan terbiyesi olmadan yakîn düzeyindeki bir îmâna kavuşmak kolay olmayacaktır.2

İmâm-ı Rabbânî şerîatın inanılmasını emrettiği şeylere yakînî düzeyde inanmayı sağlayan en güzel deneyimin tasavvuf olduğuna vurgu yapar. Tasavvufun insanı delillere dayalı ve istidlâlî olarak bilinen îmânın dar alanından keşfî îmânın geniş sahasına eriştireceğine dikkat çeker. Tasavvufî terbiye kişiyi icmâlî îmandan, tafsîlî îmâna sevk eder. Allah Teâlâ’nın varlığı ve birliği önce delîle ve taklîde dayalı bir îmân ile bilinir. Tasavvuf kişiyi bu temel ve yüzeysel inanç düzeyinden alıp onu taklitten uzaklaştırmaya ve dar çerçevede düşünmekten kurtarmaya çalışır. İnanç dünyâsını formel ve klişe duruma indirgeyen, sâdece bilgi ve belge düzeyinde îman parametrelerini okuyabilen mü'minin keşif deneyimi gerçekleştirmesini, îman güneşiyle gönlünün ısınıp aydınlanmasını, îman penceresinden olaylara bakıp inanmışlık rûhuyla hayâtı yaşamasını sağlar. Böylesi bir tecrübe o mü'minde bir şühûd deneyimi gerçekleştirir, mü'minin gözündeki perdeleri kaldırır, kalbindeki gaflet örtüsünü giderir, bakış açılarındaki dar görüşlülüğü enginliğe dönüştürür. Gerçekleşen müşâhede yöntemiyle eşyânın künhüne vâkıf olur, basîret ve ferâset duygularının açılmasını sağlar, ötelerden haber alacak, yaratılış fıtratını koruyacak, Rabbine yaraşır bir duruş sergileyecek kıvâma gelmesini sağlar. Müşâhedeye dayalı bu yakîn düzeyindeki idrak, kişinin kesin bir inanca ve doyurucu bir îmâna kavuşmasına yol açar.3

Yakîn düzeyindeki îman kalitesi meşhur sûfî Ebû Said Ebü’l-Hayr’ın (ö. 440/1049) temel gündemini oluşturmuştur. Bir defasında Ebü’l-Hayr kendisini maksada ulaştıran şeyin ne olduğunu İbn Sînâ’ya (ö. 429/1037) sormuş; İbn Sînâ ise soruyu: “Gerçek küfre girmem ve mecâzî İslâm'dan çıkmam beni maksada ulaştırmıştır” diye cevaplandırmıştır. Bu söyleşideki gerçek küfürle mecâzî İslâm’ın ne anlama geldiği kendisine sorulduğunda İmâm-ı Rabbânî konuya şu şekilde açıklık kazandırmıştır: “Gerçek küfür ikiliği ortadan kaldırmak ve tamâmıyla kesreti perdelemektir. Bu fenâ makāmıdır. Fenâ makāmının üstünde bekā makāmı geldiği gibi gerçek küfrün ötesinde de gerçek İslâm gelmektedir. Bekā makāmının yanında fenâ makāmı yolun yarısı anlamına geldiği gibi, gerçek İslâm düzeyinin yanında gerçek küfür melekesi de son derece eksik ve yavan kalmaktadır.”4 İbn Sînâ'nın maksada ulaştıran deneyimin gerçek İslâm değil de gerçek küfür olduğunu söylemesini İmâm-ı Rabbânî İbn Sînâ’nın yetersizliğine hamletmektedir. İbn Sînâ’nın konuşmalarını ve yazılarını istidlâlî düzeyde görmekte ve ondaki felsefî birikimin taklit düzeyinde olduğuna dikkat çekmektedir. Gerçek İslâm’dan nasîbi olmadığı için mecâzî düzeydeki dindarlık yansımalarını değerlendirmesine konu edinmiştir.5

İmâm-ı Rabbânî yakîn düzeyindeki îman hassâsiyetini Hz. Ebûbekir’in îmânıyla temellendirmeye çalışmaktadır. Hadis kaynaklarında Hz. Ebû Bekir’in îmânıyla ilgili nakledilen; Ebû Bekir'in îmânı, ümmetimin îmânı ile tartılsaydı onlara ağır basardı.”6 hadîsinde geçen îmandan maksat nedir ve onun îmânının daha üstün olmasının sebebi nedir, diye kendisine sorulduğunda İmâm-ı Rabbânî şu cevâbı vermiştir: “Bilesin ki îmânın üstünlüğü, îmân edilen şeylerin üstünlüğünden kaynaklanır. Ebû Bekir'in (r.a) îmân ettiği şeyler ümmetin îmân ettiği şeylerden üstün olduğundan, elbette onun îmânı diğerlerinden daha üstün olacaktır. Māneviyat mertebelerini birbir kat eden mü'min, gerçekleşen bu yükseliş ve ilerleyişiyle büyük kazanımlar ve yetkinlik elde eder. Kazandığı bu olgunluk, o zamâna kadarki yetkinliklerin hepsinden fazla hâle gelir. Zîrâ ulaştığı o zirve nokta, altındaki bütün noktalardan fazladır. Alttaki seviye ve mertebeler nasıl üstteki noktanın yanında değersiz kalırsa, ümmetin îman düzleminin ötesindeki sıddîkiyet makāmına ulaşan Hz. Ebubekir’in îmânı da ümmetin îmânından öte bir kıymet kazanır.”7

İmâm-ı Rabbânî yakîn düzeyindeki îmâna sāhip olmanın kazanımını cennet, îmandan yoksunluğun ākıbetini cehennem olarak görmektedir. Cennete girmenin îmâna ve cehenneme gitmenin küfre bağlı olduğuna dikkatimizi çeken İmâm-ı Rabbânî, nefsin hevâ ve azgınlığının kişiyi küfre sevk edeceğini dile getirmektedir. Cennete girmeyi îmâna bağlayan İmâm-ı Rabbânî, gerçekte îmânı ve kendisine îmân edilen gerçeği yüceltmektir. Cennet gibi eşsiz bir mükâfat kaliteli bir îman şartına bağlanmıştır. Cehenneme girmeyi küfre bağlamayan İmâm-ı Rabbânî bu yaklaşımıyla küfrü ve küfre düşüren sebepleri yermektedir.8

İmâm-ı Rabbânî yakîn düzeyindeki bir îmanda artma ve eksilmenin olmayacağı kanâatini bizimle paylaşmaktadır. Artma ve eksilmenin yakîn için değil zannî yaklaşımlar için söz konusu edilebileceğini belirtmektedir. İmâm-ı Rabbânî’ye göre sālih amelleri işlemek kalbin yakînine parlaklık ve safiyet kazandırır. Allâh’ın râzı olmadığı amelleri işlemek ise kalbi bulanıklaştırır ve kalbin parlaklığını giderir. Sālih amellerin işlenmesiyle gerçekleşen parlaklık, îmânın artması veya eksilmesine değil mü'mindeki yakîn düzeyinin artışına veya eksilmesine yol açar. Artan veya eksilen îman değil yakîn düzeyidir. Peygamberlerin îmânı olanca parlaklığı ve nûrâniyeti ile diğer mü'minlerin îmânından daha belirgin bir konumda bulunmaktadır. Peygamberlere āit îmânın meyveleri ve netîceleri, derecelerine göre zulmet ve bulanıklığı olan diğer bütün mü'minlerin îmanlarından elbette katbekat fazladır. Biraz önce bahsettiğimiz Ebû Bekir'in (ra) îmânının ümmetin îmânından fazla olmasından kasıt da, nitelikteki olgunluğun fazlalığına işâret olup îmânının parlaklığı ve safiyeti itibâriyle fazla olmasıdır. Nitekim bütün peygamberler diğer insanlarla insan olma bakımından eşit durumdadırlar. Herkes mâhiyette ve özde birdir. Aralarındaki fark olgunluk sıfatları açısındandır. Bu anlamda olgun sıfatlara sāhip olmayan, sanki insan türünün dışına çıkmış ve insan olmanın üstünlüklerinden mahrum kalmış gibidir. Böyle bir fark bulunmakla berâber, insan olmaları açısından aralarında bir fazlalık veya eksiklik söz konusu değildir. Îmânın dil ile ikrar kalb ile tasdîk olduğu gerçeğini dile getiren İmâm-ı Rabbânî, kalb ile tasdîkin zan ve vehim düzeyinde değil yakîn ve kalbî kabûllenme durumu olduğuna dikkatimizi çekmektedir.9

Özetle İmâm-ı Rabbânî mektuplarında ve eserlerinde muhataplarına îmânın kavî, irâdenin sağlam ve tercîhin İslâm olmasını haykırmaktadır. Îmânın gereğini en güzel şekilde gerçekleştirmeyi, sağlıklı ve sapasağlam bir îmâna bağlamaktadır. Îman ışığı sönük ve donuk olmaz. İnanan mü'min dinamik ve aksiyoner olur. Îman kişiliği kemâle erdirir. Îman hayâta anlam kazandırır. Îman ebedî saadeti sağlar. Îman kişiyi üzüntü ve kederden kurtarır. Îman kararlı bir yolculuk yapmayı ve menzil-i maksûda selâmetle ermeyi sağlar. Bu minvâlde İmâm-ı Rabbânî hepimizi îman eri olmaya dāvet eder. Hepimizi îmânımızın gücünü görmeye sevk eder.

Dipnotlar

1 Sirhindî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 260.

2 Sirhindî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 580.

3 Sirhindî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 675.

4 Sirhindî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 796-797.

5 Sirhindî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 796-797.

6 Ahmed, Fezâilü's-Sahâbe, nr. 653; Abdullah b. Ahmed, es-Sünne, nr. 821; İbn Adî, el-Kâmil, 4/201.

7 Sirhindî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. II, s. 22-23.

8 Sirhindî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. II, s. 105-106.

9 Sirhindî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. II, s. 125-127.

Haziran 2023, sayfa no:22-23-24-25

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak