İslâm dîni kategorik olarak inanç, ibâdet ve ahlâk olmak üzere üç temel esastan oluşur. Îman konusu en temel zemîn olup diğerleri bu zemîn üzerine inşâ edilmiştir. Eğer îman zemîninde problemler varsa diğerlerinin sağlıklı olması mümkün olamaz. Kur'ân-ı Kerîm’de her defasında îmâna vurgu yapılması başta ulûhiyet olmak üzere kıyâmet, âhiret, hesap, cennet, cehennem gibi konulara göndermelerde bulunulması îmânın ne denli önemli olduğunu âşikâr eder. Dikkat edilirse sâlih amel ve ahlâkî konular îman vurgusundan sonra gündeme getirilmektedir.1
Kur'ân’ın îmâna dâir hitâbı sâdece îmân etme potansiyelinde bulunan kişiler için değildir. Bizzat îmanla müşerref olduğunu beyân eden mü'minlere -altı çizilircesine- îmân etmeleri emredilmektedir. Bu durum konunun ehemmiyetini başka bir yönden ele alması açısından mânidardır. İlgili âyet şu şekildedir: “Ey îmân edenler! Allâh'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitâba ve daha önce indirdiği kitâba îmân edin. Allâh'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.”2 Allah Teâlâ’nın hitâbına “Ey îmân edenler” diye başlaması akabinde “îmân edin” diye devâm etmesi mü'minler için de îmânın her dâim canlılığı, pürüzsüzlüğü ve her şeyden daha öncelikli bir konumda olduğunun işâreti kabûl edilebilir.
Nasıl Bir Îman?
Bu soruya târih boyunca İslâm âlimleri Kur'ân ve sünnetten aldıkları ilhamla pek çok şekilde cevaplar vermişlerdir. Soyut anlam içeren bir kavram olması yönüyle îman, kişinin iç dünyâsında şekillendirdiği, beslediği, büyüttüğü hattâ muhâfaza etmeye çalıştığı öznel bir çabadır. Öte yandan, çift yönlü olduğunu da ifâde edebileceğimiz îmânın enfüsten âfâka, mânâdan maddeye, bâtından zâhire doğru açığa çıkan durumu da vardır. Her ne kadar îmân edilmesi gereken hususlarda sayı bakımından artma ya da azalma olmasa da insanın eylemlerini yönlendirebilmesi açısından îmânın kuvvet durumundan söz edebiliriz. Güçlü bir inanç, îmân edilen varlığa karşı kayıtsız ve şartsız teslîmiyeti ifâde eder. Dolayısıyla evâmir-i ilâhiyyede nefis ve şeytânın zorlaştırmaya yönelik tuzaklarını kolayca bozabilir. Zayıf îmanda teslîmiyetin tam olamaması sebebiyle, zayıf îmânın eylemlerin Allah ve Resûlü’nün buyrukları çerçevesinde şekillendirilmesine olan etkisi oldukça zayıflayabilmektedir.
Mâdem ki insanın en değerli hazînesi îmandır, o zaman îmânî konularda hassas davranmak son derece önemlidir. Îmânı zayıflatacak ya da yok edebilecek her türlü tehlikeye karşı Allâh'a sığınmakla berâber, taklîdî îmânı, tahkîkî îman seviyesine yükseltme çabası içinde olunmalıdır. Kulaktan dolma bilgiler kişiyi bir noktaya kadar taşır; akabinde yetersiz kalabilir. Bilgi/ilim ve îmânın yakın irtibâtını gözlerden uzak tutmamalıdır. Vahye dayalı bilgi kalbe, oradan duygu ve düşüncelere sirâyet ettiğinde îmânın neşvesi ortaya çıkar. Yapılan her iş îman süzgecinden geçirilir, bu vesîleyle davranışlar istikamet kazanmış olur. Îmânın tam tadını almak ise Efendimiz'in (sav) şu buyruğunda gizlidir: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kimse îmânın tadını alır: Allah ve Resûlü’nü her şeyden çok sevmek, bir kimseyi yalnızca Allah rızâsı için sevmek, Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar inkârcılığa dönmekten ateşe atılmaktan kaçındığı gibi kaçınmak.”3
Sahîh bir îmâna giden yol mutlaka Hz. Peygamber'den (sav) geçmelidir. Peygamberimiz'e uğramadan Allâh'a vâsıl olacağını iddia eden her fikir ve ideoloji bâtıldır. Kur'ân’da pek çok kez Peygamberimiz'e itâat emredilmiştir. Kelime-i şehâdet bağlamında ele aldığımızda kelime-i şehâdetin ikinci bölümünün Peygamberimiz'e îmânı ele almakta olduğu görülür. Medeniyetimizde Peygamber'e (sav) itâat konusu sâdece dînî ilimlerin konusu olmakla sınırlı kalmamış, edebiyatımıza da sirâyet etmiştir. Peygamberimiz'e bağlılığı/îmânı vecîz bir şekilde dile getirmesi açısından Üstad Necip Fazıl’ın şu dizelerini aktarmamız yerinde olacaktır: “Sende insan ve toplum, sende temel ve binâ; Ne getirdin, götürdün, bildirdinse amennâ!... O, Allâh'ın emriyle Kâinat Efendisi; Varlığın Tâcı, varlık nûrunun tâ kendisi... Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim; Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim! Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür, Sana çöl gibi gelen, O göl diyorsa göldür...”4
Îmânın Zehri: Şüphe
Özellikle günümüz dünyâsında yeterli bilgi ve donanıma sâhip olmamak, yaygınlaşan iletişim araçları aracılığıyla şüphe tohumlarının kolay ve etkili bir şekilde, gençler başta olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerine ulaşmasına sebep olmaktadır. Ancak, inanç konularında tahkîki îmâna ulaşmış kişiler, zaman ve zemîn ne olursa olsun her türlü şüphe ve inkâra karşı îmanlarını koruyabilmektedirler. Tahkîkî îmâna giden yolda tefekkür, tezekkür, tevekkül ve mârifet güçlü yoldaşlar olmalıdır. Tanımadığımız bir Allâh'a îman nasıl mümkün olabilir? Elbette ki Allah Teâlâ idrakler üstü bir varlıktır. Sınırlı kapasitesi olan insandan, sınırsız bir varlığı ihâta edip, idrâk edebilmesi beklenemez. Fakat bu, Kur'ân’da Allâh'ın kendisini tanıttığı nisbette isim ve sıfatları vâsıtasıyla O'nu tanıma çabasına girmemeli demek değildir. Allâh'ın isim ve sıfatları O’nun nasıl bir varlık olduğu noktasında bizlere çok önemli veriler sağlamaktadır. Allâh'ın zâtı hakkında değilse de5 sıfatları üzerine tefekkür etmek, O’nun isimlerinin kâinattaki tecellîlerini keşfetmeye çalışmak; hem aklın hem de kalbin O'nun hükümranlığı karşısında teslîm olmasına vesîle olacaktır. Bu durum, îmânı zehirleyip yok olmasına sebebiyet verebilecek şüphelerin izâlesini sağlayacaktır.
Avuçlardaki Kor Ateş
Pek çok müstesnâ vasıflara sâhip olan Sevgili Peygamberimiz'in bir vasfı da “cevâmiu’l- kelim” olmasıdır. Az sözle çok mânâlar ifâde edebilme anlamındaki bu özellik, Peygamberimiz'i diğer peygamberlerden ayırıcı pozisyona sâhiptir.6 Âhir zamanda yaşayacak ümmeti için İslâm’ı yaşamanın zorlaşacağını ifâde ettiği bir hadîsi şöyledir: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o gün dîninin gereklerini yerine getirmek için sabreden kişi, avucunda kor ateş tutan kimse gibi olacaktır.”7 Şüphe yok ki bu hadiste de bu bağlamda bir hitap bulunmaktadır.
İslâm’ı hassâsiyetle hayatlarına aktarmaya çalışan Müslümanlar, târihin bazı devirlerinde bu hassâsiyetlerinden imtihana tâbi tutulmuşlardır. Yukarıda işâret ettiğimiz hadisten elbette ki İslâm’ın yaşanılamaz hâle geleceği kastı anlaşılmamalıdır. İnsanların ve sistemlerin yozlaşmasının, istikamet üzere yaşamaya çalışan Müslüman açısından zor bir sürece sebep olacağı anlaşılabilir. Bu zor süreci “kor ateşe” benzeten Peygamberimiz, meselenin normal insan için zorluğuna dikkat çekmektedir. Günümüzde de örneklerine sıkça rastlayabileceğimiz bu durum, bizler için de Kur'ân ve sünnetin anlattığı İslâm’ı yaşarken “sabır” erdeminin kilit noktada rol üstlendiğine delâlet eder. Bu zorluk aslâ imkansızlığa işâret değildir. Belki de günümüz insanının mutlak imtihanı niteliğinde göreceğimiz kor ateş benzetmesi doğrudan îmânın terkedilmesine değil, îmânın gereklerini yerine getirmenin zorluğuna işâret etmektedir.
Sonuç olarak; insan hangi zamanda olursa olsun hevâ ve arzularının kurbânı olmuşsa, kendisi hakkında kararlar verirken daha çok maddî menfaatlere dayalı hareket etmiştir. Bir taraftan diliyle îmân ettiğini ifâde eder ama kalpteki îmân eylemlerine hükmedemeyecek kadar zayıflamıştır. Karşılığını hemen alabileceği şeylere odaklanıp soyut konulara gereği gibi eğilmekten kaçınabilmektedir. Böylece insan yaratılış amacı olan Allâh'a kulluğu unutup, dünyânın, paranın, hırsın ve egonun kulu oluverir. Kâinatta hiçbir şey boşluk kabûl etmez fehvâsınca ortada ya Allâh'a îmân edip boyun eğme ya da Allâh'ın gayrısına boyun eğme vardır. Hakka îman insanı Allâh'ın dışındaki varlıklara -ki bu insan, mevki, makam, taş ve ağaç benzeri maddesel olabildiği gibi hevâ, arzu, ego, şöhret, fenomen olma tutkusu, sosyal medyada etkileşim alma arzusuna benzer hissî durumlar da olabilir- tapmaktan korur. Dünyâ ve âhiret saâdetinin, sahîh bir îmânı hayâtın merkezine oturtmakla ve tüm eylemleri bu îman süzgecinden geçirdikten sonra gerçekleştirmekle mümkün olacağı aslâ unutulmamalıdır.
Dipnotlar:
1 Bkz. Bakara, 2/25,82,177; Nisa, 4/54,122 vd.
2 Nisâ, 4/136.
3 Müslim, Îmân, 67.
4 Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Büyük Doğu Yay. İstanbul 1992, s. 77-80.
5 “Her şeyde tefekkür edin, ancak Allâh'ın zâtında tefekkür etmeyin.” (İbn Hacer, 13/383.)
6 Bkz. Buhârî, Cihâd, 122.
7 Tirmizî, Fiten, 73.
Ağustos 2024, sayfa no: 12-13-14
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak