İnsan ruh ve bedenden müteşekkildir. “Hani Rabbin meleklere demişti ki: ‘Ben şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan bir insan yaratacağım.’ Onun şeklini tamamladığım ve ona rûhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın.”1
İnsan, bedeni topraktan yaratıldığı için gıdâsını da topraktan alır. Bedenin işlevselliğini devâm ettirebilmesi için alması gereken vitamin, protein vb. şeylerin tamâmı, topraktan aldığı besinlerde mevcuttur. Ancak insanın rûhu bu dünyâya āit değildir. Emir âlemindendir. “Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.’”2 Dolayısıyla onun gıdâsı da āit olduğu yerdendir. Ruh da oradan beslenir. Beden yiyecek ve içeceklerle gıdâlanır, hayâta bağlanır, zevk alır, tatmîn olur, mutlu olur. Ruh da āit olduğu âlemden beslenir, gıdâ alır, zevk alır, mutlu olur, hayâta bağlanır. Dolayısıyla insanın iki boyutunun da hayatta kalması için gıdâya ihtiyâcı vardır. İkisi de gıdânın azlığı veya yokluğu sebebiyle zayıflar, mutsuz olur ve hayatla bağları kopar.
Allah, insan bedeninin bütün ihtiyaçlarını āit olduğu dünyâ âleminden vermiştir. Rûhun gıdâsını da āit olduğu âlemden insana indirmiştir. Yāni hem maddî hem mânevî bütün ihtiyaçlarını karşılamıştır. Ruh bu vesîleyle nefes almakta, hayâta daha güçlü ve huzurlu bir şekilde tutunmaktadır. O hâlde insan rûhunun gıdâsı nelerdir? Allah (cc), insanın rûhunu nasıl doyurmaktadır? Bunun üzerinde durmaya çalışalım.
Din, rûhun Allah’la irtibat kurması içindir. Allah (cc), ilk insan Hz. Âdem’e (as) peygamberlik vermesiyle bu konuda aslında en büyük mesajı vermiştir: Bedenin dünyâlı ama rûhun Bana āittir; Benimle irtibat kurmalıdır. Bu anlamda Allâh’ın (cc) vahiyle insanla irtibat kurması ve din indirmesi aynı zamanda rûhun en büyük ihtiyâcıdır. Ruh bu irtibatla gıdâlanır, güç kazanır, mutlu olur, huzur bulur, umut besler, korkar, mücâdele eder, değer kazanır, önünü görür, nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilir, kim olduğunu anlar. Özetle “niçin” ve “neden” sorularının cevâbını bu irtibatla bulur.
Îman Hayâtın Anlamıdır
Bu anlamda îmân etmek; en güçlü kulpa, en sağlam bağa tutunmak, hayâtı başıboşluktan kurtarmaktır. Hayâtın anlam kazanmasıdır. İnsan böylece niçin yaşadığını bilir; hayâtın amacı olur. Hayâtının nerede başladığını ve nerede biteceğini bilir. Çünkü îmân eden bir kimsenin hayâtında boşluk ve cevapsız kalan sorular yoktur. Ervahtan cennete kadar hayâtın bütün aşamalarını îmânın nûruyla bilir. Hiçbir aşamada kör nokta yoktur. Dolayısıyla îman, insan rûhundaki ve hayâtındaki en büyük mânevî boşluğu doldurmakla berâber, Allah ile kul arasında bağlantı oluşturarak sağlam bir zemîne oturtmaktadır.
Îmân etmeyen bir kimsenin hayâtının bir anlamı yoktur. Belli bir amacı varsa bile, rûhun āit olduğu kaynakla bağlantılı olmadığı için ruhtaki boşluğu doldurmaz, hayâtı istenen anlamı kazanmaz. Bu da insan hayâtında mânevî buhran şeklinde ortaya çıkar. Şu âyet-i kerîme bu duruma dikkat çekmektedir: “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse, göğe çıkıyormuş gibi kalbine darlık ve sıkıntı verir. Allah inanmayanları işte böyle cezâlandırır.”3 Âyette ikinci konumdaki kimselerin yaşadığı psikolojik durumun, göğe doğru yükselenlerin hissettiği fizyolojik sıkıntıya benzetilmesi dikkat çekicidir. Zîrâ bilindiği gibi yükseğe çıkıldıkça hava basıncı düşer ve irtifâ arttıkça nefes almak güçleşir. Böyle bir tabiat kānununun henüz bilinmediği bir dönemde Kur’ân’ın bu hakîkati açıkça ifâde etmesi onun kesin bir mûcizesidir. Bunun kadar önemli olan diğer bir husus da menfî duyguların etkisinde kalan insanların yaşadığı psikolojik sıkıntıların ve açmazların bu âyette mükemmel bir şekilde teşhis ve veciz bir benzetmeyle tasvîr edilmiş olmasıdır. Buna göre kötü niyet, kıskançlık, inatçılık, gurur ve kibir, zevk ve menfaat tutkusu gibi psikolojik âmillerin etkisine kapılan kâfirler akıllarını duygularına kurbân ederler. Bu tutumda ısrâr ettikçe, tıpkı yükseldikçe nefes alma güçlüğü çekenler gibi Müslümanlık ve Müslümanlar karşısında giderek artan bir sıkıntı ve huzursuzluk hissederler; hak ve hidâyet üzerine rahat ve sağlıklı düşünme imkânından gittikçe uzaklaşırlar; İslâm’ın anlatılması canlarını sıkar, inat ve inkârlarını arttırır, bu durum onları haksız davranışlara sevk eder; böylece ebedî hayat ve kurtuluş demek olan hidâyete ulaşma imkânını da giderek kaybederler. Bütün bunlar, Allâh’ın küllî kānunlarının zorunlu bir sonucu olarak, olumsuz duygu ve tutkularının, kötü niyetlerinin esîri olanlar için kaçınılmaz bir durumdur.4
Îman, insan rûhuna umut ve korku penceresi açar ve hayâtını dengeler. Kişi hayâta umutla tutunarak teşebbüs eder, zorluklara sabreder. Bir çiftçinin tohum ekip onun meyvesini vermesini beklediği gibi ümit besler. Hattâ bu dünyâda olmazsa bile âhiretteki karşılığını umarak zorluklara direnmek, îmân eden insanın mânevî boşluk ve bunalımını engeller. “Îmân edenler, hicret eden ve Allah yolunda savaşanlar; şüphesiz işte bunlar Allâh’ın rahmetini umarlar. Allah çok bağışlayıcıdır, sonsuz rahmet sâhibidir.”5
Îmân etmeyenlerin ise böyle bir ümîdi yoktur; belki sâdece temennîleri vardır. Bunlar yerine gelmediği zaman karamsarlığa ve en büyük mânevî boşluğa yuvarlanırlar. Bu da onları çıkmazlara sürükler. Temennîleri boşa çıkan kimseleri âyet-i kerîme serap görenlere benzetmektedir: “İnkâr edenlerin yapıp ettikleri, susamış kimsenin geniş düzlüklerde görüp su zannettiği serap gibidir; sonunda gelip ona ulaşınca orada bir şey bulamaz, ama Allâh’ı yanında bulur; O da eksiksiz olarak hesâbını görüverir. Allâh’ın hesâbı pek çabuktur.”6
Îmân etmeyenler ya da ruhlarına îmânın umut penceresi açılmayanlar, çıkmazlar ve karanlıklar içinde yüzenlere benzetilmektedir: “Yâhut dalga, üstünde yine dalga, onun üstünde de bulutla kaplı büyük bir denizdeki karanlıklar gibidir; birbiri üzerinde karanlıklar! Neredeyse elini çıkarsa onu göremeyecek. Allah bir kimseye ışık vermezse onun aydınlıktan aslâ nasîbi yoktur.”7
Îmânın hayâtımıza getirdiği korku dengesi ise hayâtı, hayâtın sâhibinin istediği ölçülerde yaşamayı berâberinde getirir. Bu da hayâtı umut ve korku arasında dengeler. Bu anlamda îman, hayâtın en büyük dengesidir.
Îman Eczanesi Mânevî İlaçlardan Oluşur
Îman; küfür, şirk ve nifâkın en büyük ilacıdır. Emir âleminden insana emânet olarak rûhu; küfrün karanlığından, şirkin şüphesinden ve nifâkın çelişkisinden temizler. Küfür rûhu örter, şirk çâresiz bırakır, nifak ise şahsiyetsizleştirir. Kur’ân-ı Kerîm, küfrün karanlık olduğunu şöyle ifâde eder: “Allah îmân edenlerin velîsidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velîleri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar.”8
Şirke düşen bir müşrikin zavallı hâli ise şöyle bir benzetmeyle anlatılır: “Allâh’a ortak koşan kişi, gökten düşüp parçalanan ve kuşların kapıştığı yâhut rüzgârın ücrâ bir yere sürüklediği nesnelerden farksızdır.”9
Nifak hastalığına bulaşan bir münâfığın tutarsızlığı da şöyle anlatılmaktadır: “Arada bocalayıp duruyorlar; ne onlara ne bunlara! Allâh’ın şaşırttığı kimseye aslâ bir yol bulamazsın.”10
Îman, mâneviyâtı günahlarla kirlenen ve zayıflayan kimselere tevbe kapısını açarak onları günahlardan arınmaya ve Allah’la bağlantı kurarak huzur basamaklarını tırmanmaya teşvîk eder. Bu da kişiyi îmanda kemâle ermeye ulaştırmaya vesîledir. Îmanda kemâl oranı arttıkça kişide mâneviyat daha çok güçlenir ve o nisbette huzur artar. Yāni kişinin Allah’la bağlantısı mânevî boşluğu ortadan kaldırır; kişi tam bir huzur hâli yaşar. Kur’ân-ı Kerîm bu konuyu şöyle anlatmaktadır: “Onlar, inananlar ve kalpleri Allâh’ı anmakla huzûra kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzur bulur.”11
Bir de bunun aksine; îmân etmeyen, rûhunda mâneviyat penceresi açılmayan, Allah’la bağlantı kurmayan, küfür, şirk, nifak, isyan ve tuğyan içinde yüzen bir kimsenin ruh hâlini düşünelim. Hayâtının bir anlamı yoktur. Geçici temennîler için çırpınan ve sâdece anlık mutluluklarla avunan, açmazlar ve çıkmazlar içinde savrulan, gerçek mutluluğu aslâ yakalayamayan bir ruh hâli… Dünyânın geçici hevesleriyle mutluluğu yakalamaya çalıştıkça mânevî boşluğu gittikçe artmakta; bu da onu daha farklı çılgınlıklara sevk etmektedir. Uyuşturucu, alkol, her türlü bağımlılık, hareketli müzik, moda vs. insan fıtratına ters olan her şeyin sebebi îmânın zayıflığı ve mânevî boşluktur. Îman bu boşluğu doldurduğu gibi, insana kâmil olma gāyesini aşılayarak onu en güzel kul olma hedefine doğru sevk etmekte ve gāyesizlik girdâbından kurtarmaktadır.
Dipnotlar:
1 Hicr 15/28-29.
2 İsrâ 17/85.
3 En’am 6/125.
4 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 467-468
5 Bakara 2/218.
6 Nûr 24/40.
7 Nûr 24/41.
8 Bakara 2/257.
9 Hac 22/31.
10 Nisâ 4/143.
11 Ra’d 13/28.
Temmuz 2025, sayfa no: 16-17-18-19
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak