Ara

İmâm-ı Rabbânî’nin Şerîat Hassâsiyeti

İmâm-ı Rabbânî’nin Şerîat Hassâsiyeti

Ebü’l-Berekât Ahmed b. Abdilehad b. Zeynilâbidîn el-Fârûkī es-Sirhindî (ö. 1034/1624). 14 Şevval 971’de (26 Mayıs 1564) Doğu Pencap’taki Sirhind’de (Serhind) doğdu. Nakşibendiyye tarîkatı mensupları arasında İmâm-ı Rabbânî (ilâhî bilgilere sâhip âlim) ve “müceddid-i elf-i sânî” (hicrî II. bin yılın müceddidi) unvanlarıyla tanınır.1

İmam Rabbânî’nin hicrî ikinci bin yılın müceddidi olarak vasıflanmasında yaptığı bir çok ilmî ve fikrî icraatlarının yanında asıl şu iki mühim işi, başarısı öne çıkmıştır: 

  1. Yaşadığı asrın, zulüm ve küfürle saltanâtı şahsında toplanmış bir idâre mümessiline karşı tek başına mücâdele ve zaferi,
  2. Şerîatı temsîl ettiklerini sananlarla, tasavvuf ve hakîkatı temsîl ettiklerini zannedenler arasında, asırlarca İslâm birliğini tehdit ederek devâm edegelen mücâdele ve münâkaşaları sona erdirecek formül ve çâreleri bulması.2

Bu iki icraatı bile İmam Rabbânî'nin şerîatla amel konusundaki hassâsiyetinin en büyük göstergesidir. Birinci icraat şerîatin “cihad” anlayışının hayâtına yansımasında kendini göstermektedir. İkincisi ise Müslüman topluluklar arasında sulhu temin, kardeşliği ve birliği tesis etmesi şer'-i şerîfin gereğidir.

İmam Rabbânî’nin şerîat hassâsiyeti, yazdığı irşad mektuplarının bir çoğunda şerîatın değişmez iki temel esâsına yâni Kur’ân ve Sünnet'e tâbi olmaya dâvet etmesinden net bir şekilde anlaşılmaktadır.3 Zîrâ İmam Rabbânî’ye göre şerîattan kıl kadar ayrılan tarîkattan doğu ile batı arası kadar ayrılmış olur.4

Genellikle tasavvuf literatüründe tarîkat, şerîatın özü veya şerîatın bir derece ötesindeki mertebe olarak görülmüştür. Bu görüş her iki durumda da tarîkatın şerîata üstünlüğünü iddia eder. İmam Rabbânî ise tarîkatı şerîatın bir hizmetçisi hâline dönüştürmüştür.5

İmam Rabbânî'nin mektuplarında şerîat hassâsiyetini öncelediğinin ve tavsiye ettiğinin bazı örnekleri:

Şerîatı Anlatacak Olan İlim Talebelerine Öncelik: Mektûbât'ın 1. Cildi 48. Mektup'ta: “Mektupta, Mevlana Kılıç muvaffak, İslâm'ı öğrenen talebe ile Sofiler için bir miktar para gönderdiğini yazıyor. Önem bakımından ilim tâliplerini sofilerden önce tutmasıyla, gerçekten iyi yapmıştır. Talebeyi öne geçirip onlara daha çok önem vermekte şerîatı terviç ve teşvîk vardır. Çünkü onlar şerîatı sonraki nesillere taşıyan kimselerdir. Mustafâ'nın (sav) getirdiği din onlarla ayakta durur. İnsanlar Kıyâmette şerîattan sorguya çekilirler yoksa tasavvuftan değil!”6 demektedir. 

Cennete Girmek ve Cehennemden Kurtuluş Şerîatla Olur: Ayrıca İmâma göre; gerek cennete girmek gerekse ateşten uzak kalmak şerîatı yerine getirmeye bağlıdır. Bundan dolayı kâinâtın en Ulu kişileri olan peygamberler halkı yalnızca şerîata dâvet etmiş, kurtuluşu ona bağlamışlardır. Peygamberlerin gönderilme amacı şerîatı tebliğdir.

Şerîatın Bir Emrine Revaç Vermek Hazînelerin İnfâkından Daha Hayırlıdır: Özellikle İslâm’ın harap bir devrinde, Allah yolunda hazîneler dolusu altın sarf edip muhtaçlara bakmak, şerîat meselelerinden bir tânesine revaç vermekten çok daha hafif kalır. Çünkü bu fiil mahlûkâtın fahri (övüncü) olan peygambere bağlanmayı gerektirir. Şerîatın icrâsında nefse muhalefet vardır. İnsan, nefsinin de arzusuyla malından birçok şey verebilir. Fakat bu şerîatın teyit ve tervîci için yapılan fedâkârlığa benzeyemez.7 Dolayısıyla İmâm-ı Rabbânî'ye göre, hayırlı işlerin en büyüğü şerîata hizmet etmek, onun hükümlerini hayâta geçirmektir.

Şerîatın Cüzleri: İmam Rabbânî’ye göre şerîatın üç cüzü, parçası vardır: İlim, amel ve ihlâs. Bu üçü gerçekleşmedikçe şerîat gerçekleşmiş olmaz. Şerîat gerçekleşince dünyâ ve âhiret saâdetlerinin en üstünde bulunan ve Kur’ân-ı Kerîm'de “Allah'tan en büyük hoşnutluk”8 diye yer alan Hak rızāsı gerçekleşmiş olur. Buna göre şerîat dünyâ ve âhiret saâdetlerinin hepsini içine almış bulunmakta, şerîatın ötesinde ihtiyaç duyulacak bir şey kalmamaktadır.

Tarîkat ve Hakîkat Şerîatın Tamamlayıcısıdır: Süflîlerin sembolü ve imtiyaz alâmetleri hâline gelmiş olan tarîkat ve hakîkat, şerîatın üçüncü cüzü olan İhlâs unsurunu tamamlamada şerîatın hizmetçileridir. Tarîkat ve hakîkati elde etmek başka değil sâdece şerîatla, ameli ihlâsla yapmakla mümkündür. Çünkü şerîat hakîkatin kabuğu olup hakîkat ise şerîatın özüdür.9

Rızā Makāmına İlim, Amel ve İhlâsla Ulaşılır. Hal ve Vecdlerle Değil: İmâm-ı Rabbânî'ye göre; tarîkat yolunda meydana gelen haller, vecdler, özel İlim ve irfanlar asıl gâye olmayıp bu yolun yolcularını terbiyeye yarayan evham ve hayâllerden ibârettir. O halde bunlara takılıp kalmamak, sülûk ve cezbe yolunun sonu olan rızā makāmına ulaşmak gerekmektedir. Çünkü Tarîkat ve hakîkat menzillerini kat’etmekten tek gâye, rızā makāmı kendisine bağlı bulunan ihlâsı elde etmektir.

Rızā makāmı ve ihlâs devletine ulaşmak ise, üç tecellîye (Esmâ, sıfat ve zât'ın tecellîlerine) ulaşmaktır. Buna da âriflerin müşâhedelerinden geçildikten sonra ulaşılır. Buna da binlerce kişiden sâdece bir kişi vâsıl olur. Sebebi ise, geçici olması gereken hâl ve vecdleri, müşâhede ve tecellîleri matlûb sanırlar. Şüphesiz Böyleleri vehim ve hayâl hapishanesinde kalır, bu bağlılıkla şerîatın kemâllerine mazhar olmaktan mahrûm olurlar.10 Yâni rızā makāmına ulaşmak ancak şerîatın kemâlini yaşamakla mümkündür. Yoksa vehim ve hayâl dünyâlarından kurtulamazlar. 

Şerîat ve Hakîkat: Bu mektupta İmâm-ı Rabbânî, "Allah size şerîat caddesinde dosdoğru yürümeyi nasip buyursun" diye duā ettikten sonra konuyla ilgili görüşlerini şöyle serdetmektedir:

Şerîat ile hakîkat birbirinin tamâmen aynıdır. İcmâl, tafsîl, istidlâl, keşif, gayb, şehâdet, tekellüf veya bunun yokluğu gibi hususlardan başka ikisi arasında hiçbir fark yoktur. Zîrâ nurlu şerîatın açıklamasıyla anlaşılan ve bilinen bilgi ve hükümler hakka’l-yakîne ererek yaşamak olmanın hakîkatiyle gerçekleştikten sonra keşif yoluyla daha tafsîlatlı ve geniş olarak ortaya çıkar. Gaybtan şehâdet ve müşâhede durumuna gelir, bir vazîfe ve ameli yerine getirmek için yapılan mücâdele ve çekilen külfet ortadan kalkar.

Hakka’l-yakîn mertebesine ermiş olmanın alâmeti bu makāma âit ilim ve irfanların şerîata tam mânâsıyla uygun bulunmasıdır. Eğer bir kıl kadar bile fark kalırsa bu hakîkatlerin hakîkatine ulaşılmamış olur.11 

Çeşitli tarîkat mensûbu zevattan duyulan ve görülen şerîata aykırı söz ve işler, içinde bulundukları hâlin onlara verdiği mânevî sarhoşluktandır. Böylece ortaya çıkmış oldu ki şerîata aykırı davranış, işin hakîkatine erememenin alâmetidir. Halleri istikāmet üzere olan büyükler böyle mevhum ve muhalif ibârelerin konuşulmasına cevaz vermezler. İkisi arasında icmâl ile tafsîl, keşif ve istidlâlden başka fark gözetmezler.12 

Dipnotlar:

1 Algar Hamit. Prof. Dr. “İmam-ı RabbanΔ T D V. İslâm Ansiklopedisi, 2000 (İstanbul) 22/ 194-199)

2 Karaman Hayrettin. Prof. Dr. “İmam Rabbânî ve İslâm Tasavvufu” Nesil yayınları, 1992 (İstanbul),19

3 Bkz.2/45. Mektup; 1/ 286. Mektup, 1/48. mektup

4 Karaman, age7159

5 Karaman Age

6 İmam Rabbânî. “Mektubat-ı Rabbânî”, trc. Abdul Kadir Akçiçek, Merve Yayınları, (İstanbul) 1/166

7 İmam-ı Rabbânî, “Mektubat-ı Rabbânî”, sâdeleştiren, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu yayınları, (İstanbul),116

8 Tevbe 9/72

9 Mektubat-ı Rabbani, 1/258-9

10 Mektubat-ı Rabbani,1/136

11 Age/ 238-9

12 Age /239

Temmuz 2023, sayfa no: 14-15-16

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak