Ara

İlim ve Edebin Timsâli Hz. Âişe

İlim ve Edebin Timsâli Hz. Âişe

Peygamberimiz'den (sav) pek çok hadis rivâyet etmiş, Kur'ân’ı anlamada, hadisleri yorumlamada ve fıkhî meseleleri çözüme kavuşturmada söz sâhibi olup dînin inceliklerini kavramış ve hayâtını bunları öğretmeye adamış, bütün zamanlara tesiri olan zamânının âlime hanımefendisi biricik annemiz Hz. Âişe (r.anha).

Hz. Âişe (r.anha) peygamberliğin dördüncü yılında, mîlâdî 614 yılında Mekke’de doğdu. Babası Hz. Ebû Bekir, annesi Kinâne kabîlesinden Ümmü Rûmân’dır. Babası “sıddîk” lakabı ile tanındığı gibi kendisine de “sıddîka” denmiş ve ismi “Âişe-i Sıddîka binti’s-Sıddîk” olarak zikredilmiştir. Bir diğer lakabı da Hümeyrâ’dır. Efendimiz (sav) yanaklarının pembemsi olması sebebiyle bazen ona böyle hitâp etmiş ve bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: “Dîninizin üçte birini Hümeyrâ’dan öğreniniz.”

Hz. Âişe (r.anha) Hz. Ebu Bekir’in âilesi gibi şerefli bir âilede doğmuş ve peygamber ocağında yetişmişti. Hz. Âişe zekâsı, anlayışı, kuvvetli hâfızası, güzel konuşması, Kur'ân-ı Kerîm’i ve Rasûlullah’ı anlamaya çalışmasındaki gayreti gibi özelliklerinden dolayı Peygamberimiz’in yanında müstesnâ bir yere sâhipti. Efendimiz bu özelliklerinden dolayı onu ayrı sever ve özel bir değer verirdi. Bir defasında Amr b. As (ra) “Yâ Rasûlallah! İnsanlardan en çok kimi seversin?” diye sorunca “Âişe’yi” buyurmuş, “peki, erkeklerden kimi?” deyince de “Âişe’nin babasını” demiştir. Hz. Âişe de bu değeri karşılıksız bırakmaz, ilim öğrenme gayretinin yanında Efendimiz’in hizmetinde olmaktan, onun işlerini görmekten büyük memnûniyet duyardı.

Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Âişe’yi o dönemin pek çok açıdan faydası olan ve en güzel yemeklerinden biri sayılan tiride benzeterek şöyle buyurmuştur: “Âişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.”

Peygamberimiz hicretin 11. Yılı Safer ayında rahatsızlandı. Diğer hanımlarının da müsâadesini alarak son günlerini Hz. Âişe’nin yanında geçirdi. Mübârek başı onun kucağındayken vefât etti.

Hz. Âişe bazen soruları ile bazen de davranışları ile pek çok hayra vesîle olmuş, bir kısım dînî hükümlerin anlaşılmasında öncü bir konumda bulunmuştur. Meselâ hac ibâdetinde birçok hüküm onun vesîlesi ile gündeme gelmiş, onun uygulamaları ile fıkhî bazı hususlar şekillenmiştir. Hz. Âişe’nin vesîle olduğu işler saymakla bitmez. Abdullah b. Abbas’ın anlattığına göre bir gün Rasûlullah (sav) “Ümmetimden birinin, kendisinden önce iki çocuğu vefât etse, Cenâb-ı Allah o çocuklar sebebiyle o kişiyi cennete koyar” buyurmuş, bunun üzerine Hz. Âişe: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Sâdece bir çocuğu vefât etmişse, onun durumu nedir?” diye sormuştu. Efendimiz de Hz. Âişe’ye hitâben “Ey soruları ile ümmetin rahmetine vesîle olan!” dedikten sonra: “Kendinden önce bir çocuğu vefât eden de cennete girer” buyurmuştu. Bununla yetinmeyen Hz. Âişe (r.anha), cevâbı her Müslüman için büyük müjde olacak şu soruyu sorar: “Yâ Rasûlallah! “Kendisinden önce çocuğu ölmeyen kimsenin durumu nedir?” Fahr-i Kâinât Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Ümmetimin öncüsü benim. Zîrâ ümmetimin başına benim vefâtımdan daha büyük bir musîbet gelmemiştir.” Bu cevâbıyla Peygamber Efendimiz, nasıl ki önce ölen bir evlat anne babaya şefâat ediyorsa önce vefât eden yüce Zâtı’nın da ümmetine şefâat edeceğinin müjdesini vermiş oldu.

Daha önceki ümmetlerde olmayıp Ümmet-i Muhammed’e has olan teyemmümün meşrû olmasında da yine Hz. Âişe’nin unutulmaz bir yeri vardır. Yaşananları bizzat kendisi şöyle anlatır: “Habîb-i Kibriyâ Efendimiz (sav) ile birlikte seferde idik. Medîne yakınlarına geldiğimizde gerdanlığımın koptuğunu fark ettim. Onu aramak için Efendimiz, sahabe ile birlikte beklediler. Herkes gerdanlığı arıyordu. Ancak orada bir su kaynağı bulunmadığı gibi insanların yanlarında da su kalmamıştı. İnsanlar babam Ebû Bekir’e gelerek: “Âişe’nin yaptığını görüyor musun? Rasûl-i Ekrem’i ve insanları yollarından alıkoydu. Üstelik burada su da yok, insanların yanında su kalmadı” diye durumdan hoşlanmadıklarını ifâde ettiler. O esnâda Allah Rasûlü mübârek başını dizime koymuş uyurken, babam Ebû Bekir yanıma geldi ve “bir gerdanlık uğruna Peygamberimizi de insanları da burada âdetâ hapsettin, üstelik burada su da yok, insanlarda su kalmadı” diye çıkıştı. Beni bir yandan azarlarken diğer taraftan da eliyle böğrüme vuruyordu. Ben ise Peygamber Efendimiz dizimde yattığı için hareket edemiyordum. Resûlullah (sav) böylece sabaha kadar uyudu. Sabah olunca Cenâb-ı Allah o susuz yerde teyemmüm âyetini indirdi ve insanlar teyemmüm alıp namaz kıldılar. Bu hâdise üzerine Üseyd b. Hudayr: “Ey Ebû Bekir âilesi; Yüce Allah sizin vâsıtanızla insanlara bereket veriyor, siz insanlar için sâdece bereket getiriyorsunuz.” demekten kendisini alamadı.” Kervan yola çıkmak için hareket edince de Hz. Âişe’nin gerdanlığı devenin altında bulundu.

Hz. Âişe (r.anha) annemizin en önemli vasıflarından birisi de iffetinin Kur'ân’la tescillenmesidir. Hakkında atılan iftirânın bizzat âyetlerle reddedilmesidir. İfk (gerdanlık) olayı diye târihe geçen hâdiseyi Hz. Âişe şöyle anlatır: “Rasûlullah (sav) ile bir seferden dönüyorduk. Ben seyir esnâsında mahfemin içinde taşınıyordum. Bir yerde mola verdik. Ben ihtiyaç için oradan ayrıldığım bir vakitte hareket emri verilmiş, beni de mahfenin içinde sanıp yola devâm etmişler. İhtiyâcımı giderince konak yerine döndüm. Kimse yoktu. Daha önce oturduğum yere gittim. Beni mahfede bulamayınca, dönüp geri gelecekler diye düşündüm. Ben bu düşüncelerle oturup beklerken uyuyakalmışım. Ben bu halde iken ordunun gerisinden gelen Safvan b. el-Muattal bana rastladı. Uyandım ve yaklaştığını gördüm. Beni fark edince hiçbir şey demeden devesinden indi, hayvanını çökertti, ben de deveye bindim. Safvân, deveyi çekerek beni götürdü. Nihâyetinde kāfileye ulaştık. Söz konusu hâdise kimsenin dikkatini çekmemişken, münâfıkların lideri olan Abdullah b. Übey b. Selûl ortaya bir iftirâ atmış, bu da kısa sürede Medîne’de yayılmıştı. Ben sefer dönüşü hastalandığım için evde istirahatte idim. Olup bitenlerden haberim olmuyordu. Daha sonra bir vesîle ile konuyu öğrenince hastalığım daha da arttı. Münâfıklar bunu her yerde konuşunca bazı Müslümanların da kafalarını karıştırıyordu. Hâdise zamanla büyük bir fitneye dönüşmüş ve Müslümanların gündemine oturmuştu. Benim bir yanlış yapmayacağımı söyleyenler olduğu gibi şüphelerini izhâr edenler de vardı. Peygamber Efendimiz de çok üzülmüştü.

Hâl böyle iken Allah (cc) Nûr Sûresi'nin 11-21. âyetlerini indirdi. Bu âyetlerde; çirkin iftirâyı çıkaranın büyük bir azâba uğrayacağı, ona âlet olup dedikoduyu yayanların küçük bir grup olduğu, bunun yanında bazılarının söylentiler karşısında tereddüt göstermelerinin doğru olmadığı belirtilmişti. Böyle çirkin bir durum karşısında mü'minlerin: “Bunu konuşmak bize yakışmaz, hâşâ, bu apaçık bir iftirâdır” demelerinin gerektiği vurgulanmıştır. Hz. Âişe, kendisini fazlasıyla üzen ve zor duruma düşüren ifk hâdisesinin sonuç itibâriyle hakkında hayırlı olduğunu görmüş ve şahsı vesîlesiyle on âyetin birden inmesini ömrünün sonuna kadar hayâtının en şerefli hâdisesi olarak kabûl etmiştir.

Günümüzde Hz. Âişe annemizin yaşı ile ilgili tartışmalara bir de ifk hâdisesi noktasından bakmakta fayda vardır. Son derece doğal karşılanabilecek bir durumda bile iftirâ atıp karalama kampanyaları yapan münâfıkların ve müşriklerin Efendimiz’in Hz. Âişe ile evlenmesine tek kelime etmemiş olmaları düşündürücüdür. Bu, annemizin yaşı kaç olursa olsun bu evliliğin toplumda normal karşılandığının göstergesidir. Evlilik yaşları bugün bile toplumlar arası farklılık gösterirken asırlar arası değişik kabûllerin olması da kaçınılmazdır. Unutulmamalıdır ki, Efendimiz’in hayâtında pek çok hayra vesîle olan Hz. Âişe annemiz, Peygamberimizin ardından yaklaşık elli sene daha yaşamıştır. Yâni Peygamber ocağı elli sene daha tütmüş, o kapıya gelenler ilim ve irfanla dönmüşlerdir. Hāne-i saâdet onunla bir mektep hâline geldi. Sonraki zamanlarda ashaptan bazılarının vefât etmesi, birçoğunun fetihler sebebi ile farklı bölgelere gitmesi sonucunda Medîne’de çok az sahâbî kalmıştı. Hz. Âişe sâyesinde Peygamber şehri Medîne ilim merkezi olmaya devâm etti. Peygamberimizden 2210 hadis rivâyet etti. Pek çok talebe yetiştirdi. Özellikle yetim kız çocukları ile yakından ilgilendi. Onları yetiştirip evlendirdi. Çok cömertti; eline geçen her şeyi infâk ederdi.

Hz. Âişe 66 yaşında 678 yılında Medîne’de vefât etti. Cenâzesi vasiyeti üzerine bekletilmeden gece defnedildi. Cenâze namazını Medîne Vâlisi Ebû Hureyre (ra) kıldırdı. Cennet-ül Baki mezarlığına defnedildi. Rabbim ondan râzı olsun. Bizleri ondan örnek alanlardan eylesin, şefâatiyle nasiplendirsin.

Ebû Mûsâ el-Eş'ârî onun hakkında şöyle demektedir: “Biz ashab için bir mevzu anlaşılmadığında gider Hz. Âişe’ye sorar; konuyla alâkalı onda yeterli derecede ilim bulurduk.” Urve b. Zübeyr ise: “Allâh’ın kitâbı, Rasûlü’nün sünneti, Arap şiiri ve bir farzı Hz. Âişe’den daha iyi bilenini görmedim.” demektedir. Tâbiîn döneminin büyük hadis âlimi İbn Şihâb ez-Zührî de “Eğer Hz. Âişe’nin ilmiyle bütün kadınların ilmi bir araya getirilse, Âişe’nin ilmi daha ağır basar” diyerek annemizin ilmî genişliğini ifâde etmiştir. İbn Hacer “Şer’î hükümlerin dörtte biri Hz. Âişe’den rivâyet edilmiştir dense doğrudur.” demektedir.

Ağustos 2024, sayfa no: 19-20-21-22-23

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak