Ara

İlâhî Mükâfat: Akıl / Elif E. Bayraktar

İlâhî Mükâfat: Akıl / Elif E. Bayraktar

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse kendisini hidâyete götürecek ya da tehlikeden alıkoyacak akıldan daha fazîletli bir şey kazanmamıştır.(Ragıp el-İsfahanı, Müfredat, s. 342) 

Birkaç gün önce bir sosyal paylaşım sitesinde eski bir arkadaşımın paylaşımı çıktı karşıma. İlhan Arsel'in caps olarak hazırlanmış bir sözüydü bu. Biz Türklerin, ‘şerîat bataklığı’na battıktan sonra akılcılık ve kadına saygı gibi güzel özelliklerimizi yitirdiğimiz gibi bir saçmalıktan bahsediyordu.

İslamofobik daha doğrusu İslâm düşmanı hezeyanlarına dayanak yapmaya çalıştığı uydurma ve zayıf rivâyetleri kullanan, âyet ve hadislerin ilgi alanını değiştiren, başı ve sonuyla bağlantısını kopararak veya eksik ve ilâveli vererek âyet ve hadisleri çarpıtan, sahîh olmayan hadisleri gerçekmiş gibi aktaran birinden şerîatın ne olduğunu öğrenmek de ne bileyim... Kur'ân’ın tamamıdır şerîat, Allâh'ın gösterdiği yol ve ahlâktır. Ki o ahlâkta kadın ve erkeğin hak ve özgürlükleri aynıdır. Keşke batsa o ‘bataklığa’ ve sığlarda çırpınmaktan kurtulup huzur bulsa insanlık.

Ayrıca onlarca âyetiyle îmâna giden yolda işlevsel akla ve onun önemine özel bir vurgu yapan Kur'ân'ı akıl dışı gösterme çabası da boşadır. Kur'ân pek çok âyetle insanlara akıllarını kullanmaları ve düşünmeleri yönünde çağrı yapar. İnsanlardan düşünmelerini istediği ise karşılaştıkları olayların nasıl ve neden olduğu konularıdır. Gerçek din de ancak bu düşünceden doğar.                                                                                                                            

Kur'ân'a göre gerçek akıl ve îmân doğrudan kalp ve vicdanla bağlantılıdır. Akıl vicdânın özelliklerine göre artıp azalabilir. İnsanın vicdânı güçlenir ve Allah korkusu artarsa, Rabbi ona doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış verir. Allâh'ın yaratması olan bu sır: “Ey îmân edenler, Allah'tan korkup sakınırsanız, O size doğruyu yanlıştan ayıran bir nûr ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sâhibidir.” (Enfâl, 29) âyetiyle haber verilir. 

Allah korkusunu içinde taşımayan ve sakınmayan kişi bu ‘anlayış’tan yoksun olduğu için gerçek akla da sâhip değildir. Kişi üstün zekâya sâhip bir bilim adamı da olabilir; ancak incelediği şeylerin Yaratıcısını, gerçek sâhibinin kim olduğunu kavrayacak vicdâna ve akla sâhip olmayabilir. İşte bu kişinin keşfettikleri onu, Rabbini değil gururla kendisini yüceltmeye götürür ve hevâsını, nefsânî istek ve tutkularını ilâh edinen bu kişiyi saptırır. 

“Şimdi sen, kendi hevâsını ilâh edinen ve Allâh'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidâyet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?” (Câsiye, 23)

Kısacası; zekâyı az ya da çok, her insana verir Allah. Akıl ise başka; o, vicdânını kullanarak doğruyu yanlıştan ayırabilenlere Allâh'ın bahşettiği mükâfattır.

“Akıl, ilmin kaynağıdır. Şâyet akıl olmasaydı cehâletin perdeleri aralanmaz ve pek çok husus anlaşılamazdı. Akıl, kendisini iyi kullanmayı bilen kimseleri, doğru yoldan ayrılmaktan engeller. O, bazen “hakem”, bazen de “hâkim” olarak, iyiye ve doğruya teşvîk eder. Bu sebeple Peygamberimiz (sav), “Kendisine akıl bahşedilen kimse, kurtuluşa ermiştir.” (*)buyurmaktadır. Tabii, îmânın yanı sıra bilginin, düşünmenin ve araştırmanın da olması gerekir. Bunlarla yoğrulmayan, mayalanmayan bir aklın üretmesi, gelişmesi mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerîm’e ve sevgili Peygamberimizin hayâtına baktığımızda, aklın, düşünmenin, öğrenmenin, araştırmanın ne kadar önemli olduğunu ve bizlere emir ve tavsiye edildiğini çok açık olarak görürüz.”

Allâh'ı "Arkalarında unutuluvermiş bir şey" (Hûd, 92) olarak kabûl eden kişiler Allâh'ın gücünü takdîr edemedikleri için kıyâmetten ve hesap gününden de gaflettedirler. Ölümle toprak olmayacaklarını aksine gerçek hayâtın başlayacağını, Allah huzûrunda yapayalnız hesâba çekileceklerini düşünmezler. Onlar dünyâdaki hayatlarında mümkün olduğunca istek ve tutkularını tatmîn etmeye çalışır, O'nun yolundan farklı yollara saparlar. Kendileri gibi âciz birer kul olan insanları örnek alır, onların düşüncelerini mutlak doğru olarak görürler. Bu, akıl ve vicdandan kopmuş, körleşmiş, kapalı bir câhiliye sistemidir. İnanan insanın o sistemde yeri yoktur. 

Allâh'ı gerçekten seven ve O’ndan gerçek anlamda korkan insandan hiçbir zarar gelmez. İnanan insan akıllıdır, ferâsetlidir, basîretlidir, sevgi doludur. Din zâten sevgidir, merhamettir, şefkattir, akılcılıktır, güvendir, huzurdur. Din tüm pozitif duyguların toplamıdır. Kur'ân bize bunu anlatır.

Akıllı insan çok iyi kavrar, anlar; Allah ona ilhâm eder, hissettirir. Zekî de olsa doğrulara karşı tepkisiz kalan kimseler, âyetlerde söz edilen körlük ve sağırlık nedeniyle kavrayış ve anlayışları yok olanlardır. Kaldı ki aklını kullanmayan insan, dîni yaşayamaz. Aklın iptâli gaflet hâlidir. Aklını kullanan insan Allâh'ı inkâr edemez. Şüphesiz dünyâ üzerinde bir insanın yaratılmış olmasından ve Rabbini tanımasından daha önemli bir olay olamaz.

Ne kendi yaratılışımızda ne de özel yaratılışında hiçbir katkımız olmamış ve tüm detaylarıyla ince düzenlenmiş bir dünyâda yaşıyoruz. Bir gün gözümüzü açtık ve kendimizi sayısız nimet içerisinde bulduk. Görebiliyoruz, duyabiliyoruz, hissedebiliyoruz... Düşünüp akledelim. Çünkü "O, akıllarını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır." (Yûnus, 100)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak