Ara

İki Şey Doymaz

Es'ad-ı Erbîlî (k.s)'den Hatıralar -II-
Es'ad-ı Erbîlî (k.s)'nin Erbil'deki süt biraderleri meczup Mahmut, Kur'an okunurken ümmi olduğu halde, yanlış okunsa, 'Hayır olmadı.' dermiş. Meğer bu zat Levh-i Mahfuz'u görür, Kur'an-ı Kerim yanlış telaffuz edildiğinde ilâhî nûr kaybolduğu için, bu şekilde yanlış okunduğunun farkına varırmış. Şemseddin Efendi'nin damadı sara hastalığına yakalanır. Doktorlar çâre bulamazlar. 'Ah! Sümbül Efendi olsa idi, hasta iyi olurdu.' dedikten sonra, Şeyh Taha Hazretleri'ne müracaat ederler. O da, 'Allah'ın sümbülü bir tane değildir. Her zaman Mevlâ'nın bahçesinde sümbül bulunur. Ayağını kesmeyin, biiznillah iyi olur.' der ve hasta sıhhata kavuşur. Şeyh Taha Hazretleri, 'Keşfi olan sâlik ile, keşfi olmayan sâlikin hâli âmâ ile gözü açık kimsenin hacca gitmesi gitmesi gibidir. Gözü açık olan her tarafa meyil ederken âmâ sadece Kâbe-i Muazzama'yı ve Ravzâ-ı Mutahhara'yı kasteder. Keşfi (kalp gözü) açık sâliktense keşfi kapalı olan sâlik daha çok yol alır.' buyurur. Şahı Nakşibend (k.s) zamanında sâlike, 'Kaç yaşındasın?' dediklerinde, tarikat-ı âliyeye intisab edeli kaç yıl olmuşsa o yılları yaş olarak kabul ederlermiş. Bir sâlik başlangıç halinde çocuk hükmündedir. Kalbindeki istidat nisbetinde zikre devam der. Tarikat-ı Âliyye'de feyiz ve terakki iki esasa bağlıdır. 1)    Rabıta-i Şerifle, yani Mürşidin teveccüh, nazar ve himmetini kazanmakla. 2)    Sünnet-i Seniyyeye riayet etmekle. İhvan arasındaki sevgi nereden geliyor denirse, hiç şüphesiz, Şems-i Hakikat, Nûr-i Nübüvvet (s.a.v)'den geliyor. Her muhabbet ki, Allah için olmazsa nihayeti düşmanlıktır. Esad Erbili (k.s) buyurdular: 'İhvanla Erbil'den bir köye gittik. Etraftan akın akın ihvanlar geliyordu. Üç ay kaldık. Bir genç geldi. Ona, 'Tarikatın var mı?' dedim. O da, 'Ben bir tarikata girmem. Zira bir kıza talip oldum. Bana vermediler. Muhtar ben askere gidince, o kızı kendi oğluna nikahlamış. Şimdi onlardan birini öldürüp, intikamımı almadıkça, girmem.' dedi. Ben abdest için kalktım. Bir de ne göreyim. O genç bir ağaç dalına binip bir oraya bir buraya gidiyor. Sufi Ömer'e 'Buna ne oldu dedim?' O da, 'Meczup oldu.' dedi. Meğer Şeyh Şemsettin gence teveccüh edince, o da meczup olmuş, Bu genç sert bir tavırla bana ders ver diye yanıma geldi. Senin Şeyhin Şemseddin Efendi deyince, 'Hayır. Ben kimin Şeyh olduğunu biliyorum.' dedi. 'Hani adam öldürecektin?' deyince, 'O hâl geçti.' dedi. Gördüm ki Tarikat-ı Âliyye insandaki mezmum (çirkin) ahlâkı biiznillah anında gideriyor.' Mösyö Kari Vett'in Esadı Erbili ile Buluşması Şimdi Hristiyanlık Allah'ı ve Rasulünü tasdik ediyor, yalnız, onların peygamberi başka bizimki başka diyorlar. Geçenlerde tekkeye bir Danimarkalı geldi. İngiliz, Alman vesair milletlerden birçok azası olan bir cemiyet teşekkül ettirmişler. O cemiyetin başkanı olan Danimarkalıya sen git devri âlem et, hak olduğuna kanaat getirdiğin bir dini bize haber ver demişler. O da İstanbul'da Mahmut Muhtar Paşa ile Sümbül Efendi'nin merkadine gider. Orada murâkabe halinde iken bir zatı görür. Paşaya gördüğünü anlatınca o da Danimarkalıyı bize getirir. Bir tercüman vasıtası ile teveccüh etmemizi istedi. Çok memnun olduk. Kabul buyurulursa tekkede on, on beş gün kalmak istediğini, yemek ve yatağını dışarıdan temin edeceğini söyledi. Biz de kabul ederiz, fakat burada bulunduğun müddetçe tekkenin çorbasını içer, yatağında yatar ve ihtiyacın olursa buradan temin edersin dedik. Kabul ettik. On üç gün kadar kaldı. O da kanaat getirdi ki Cenâb-ı Allah bir, Rasulü Muhammed Mustafa (s.a.v) da haktır. Sonra dedi ki: 'Danimarka'da nüfuz sahibi bir arkadaşım daha var. Onu da göndereceğim. Kabul edin o da sizinle görüşsün, iki şahit oluruz.' dedi. Buradan ayrıldı. Tekkeler kapandı. O adam bir daha gelmedi. Ben böyle karşılıksız yemek, içmek ve vesaire hiçbir yerde, hiçbir millette görmedim. Bu yalnız buraya mahsustur. Hem o günlerde tekkeye ihvanlardan pek muhterem simâlar geliyordu. Resimlerini aldı. İyi bir imanla döndü. Bize çok rica etti. Bir sefer etseniz bizim oralara dedi. Esad Efendi (k.s) bunu söylerken hem gülüyor hem de bizi güldürüyor. 'Ben nasıl küfüristana gideyim.' buyurdular Danimarkalıya, 'Siz gençsiniz. Burada ne görmüşseniz gidip oralarda anlatın.' dedi. Ayrılacağı zaman tercüman vasıtasıyla bir deste banknot gönderdi. Teşekkür ederek geri iâde ettik. Tekkede olan sarfiyatı görür, 'Efendi Hazretleri bu masraflar hep sizden mi çıkıyor?' derdi. Bizden evet cevabı alınca hayretler içinde kalırdı. Bilâhare o adam Mısır ve Hindistan'a gitti. Oralarda dini tetkikatta bulunmak, ulemalar ve alimlerle görüşmek istiyordu. İtikatsız farmasonlardan biri 'Allah Kur'an-ı Kerim'inde bana dua edin ben de kabul buyurayım.' diyor. 'Halbuki biz dua ediyoruz, duamız kabul olmuyor.' dedi. 'Duanın kabülünün şartları vardır. Bir de duanın kabul olmaması o kimse hakkında hayırlı da olabilir.' diye cevap ettim. Farmasonlardan biri de 'Tekkede yalan, hırsızlık vesâir fenalık Müslümanlardan başkasında görülmüyor.' dedi. Kusuru dinde ve Müslümanlıkta göstermeye çalıştı. Ona dedim ki, 'Dinimizin büyüklüğüne bu açık bir delildir. Başka dinler batıl olduğu için şeytan onlarla meşgul olmuyor. Çünkü boş eve hırsız girmez.'
Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak