Ara

İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav)

İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav)

Hepsinin üstünde ve hepsinin kaynağı olan velâyet Efendimiz Hazretleri'nin aleyhi's-salâtu ve's-selâm velâyetidir. O aleyhi's-salâtu ve's-selâm Allâh'ın (cc) en mükemmel ve mükemmil aynasıdır. Nûrun kaynağı odur. Hakîkat mâdeni odur. Kâmil aşkın cisimleşmiş hâlidir. Enbiyânın serdarı, kâinâtın muallimi, imamların imâmı ve nübüvvet ve risâlet güneşidir. 

İki cihan güneşi Efendimiz aleyhi's-salâtu ve's-selâm âlemi teşrîf ederek sonsuz yükselme, mîraç, arınma dînini getirdi. Âlemlerin sultânı Efendimiz (sav) bütün akılları ve kalbleri Allâh'ın cemâl ve kemâlinin ulviyetine cezbetti. Muhteşem keşif güneşi kemâle erdi ve bütün şuursuzluk karanlığını dağıttı. Kâinat saf nûra gark oldu. Varlığın kudsiyeti tebellür edildi. “Allah onlardan, onlar da Allah’tan râzı” ve “Allah onları sever, onlar da Allâh'ı severler” müjdeleri verildi. 

Bütün insanlığa rahmet olarak gönderilmiş olan Allâh'ın Habîb’i en saf aşk ve merhametin cisimleşmiş hâlidir. Allah (cc) O’nu, bütün mahlûkâtın içinde en büyük kul olması için yaratmıştır. Daha önceki hiçbir peygamber kendi ümmeti için bu derece ilgi ve muhabbet göstermemiştir. Muhammed Mustafâ Efendimiz aleyhi's-salâtu ve's-selâm insanların birbirleri için yaşamasının en yüce sevgi ve şefkat örneği olmuştur. Dünyevî varlığımızı büyük merhameti ve cömertliğiyle aydınlatmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “Biz hakîkaten seni bir şâhit, bir müjdeleyici ve bir îkâz edici olarak gönderdik. Allâh'ın izniyle kendisine dâvetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab 45-46)

Tıpkı Kur’ân-ı Kerîm gibi, Peygamber Efendimiz aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm, yaşantısı, sözleri ve tüm varlığıyla mü'minler için müjdeleyici ve teşvîk edici, zâlimler ve inkâr edenler için îkâz edici, aynı zamanda sırât-ı müstakîm'e dâvet edicidir. 

Kur’ân, diğer bütün ilâhî vahiyleri ihtivâ etmektedir. Bu yüzden Fahr-i Kâinât Efendimiz (sav) bütün peygamberlerin hâtemi, nübüvvet’in mührüdür. O’nun varlığı Kur’ân’ın kelimâtında remzedilmiştir. Allâh'ın kelimât-ı ilâhîsi Efendimiz’in varlığından açığa çıkmıştır. 

Kur’ân’ın bütün hikmeti Efendimiz’de mündemiçtir, yâni ki Kur’ân Efendimiz’in zâtını, sıfatlarını, irfânını, hayâtını, kalbini ve ahlâkını anlatmaktadır.

Muhyiddîn İbn Arabî şöyle buyurmaktadır: “Hazreti Peygamber’in aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm Kelâmullah ile bu kadar özdeşleşmesi, Hazret-i Ayşe'nin, Hazret-i Muhammed’in aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm ahlâkı kendisine sorulduğunda verdiği cevaptadır: ‘O’nun ahlâkı Kur’ân idi.’”  

“O’nun ümmetinin, O’nun devr-i saâdetinde yaşamamış üyelerinden birisi, Hazret-i Muhammed’i aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm görmek isterse Kur’ân’a baksın. Kur’ân’a bakmakla, Allâh'ın Elçisi’ni görmek arasında bir fark yoktur. Sanki Kur’ân kendisine, Muhammed İbn Abdullah İbn Abdülmuttalib adında bir beden giymiştir.” 

Hazreti Peygamber aşkı Kur’ân’ı anlayabilmenin anahtarıdır, çünkü O âlemlere Rahmettir. Kur'ân okurken Efendimiz’in (sav) kokusunu duymalıyız. “Ümmetim, Ümmetim!” demekten aslâ vazgeçmeyeni okumalıyız orada. Kendisine Kur’ân’ın nâzil olduğu zâtı okumalıyız orada. O’nun huzûrunun güzelliğini her bir cümle ve kelimede görmeliyiz. O’nun evrensel rahmet hazînelerine boyanmalıyız. O’nun kulluğunun parlak şerefine mazhar olmalıyız. O'nun güzellik feleklerini içimize çekmeliyiz, çünkü O, Allâh'ın (cc) dili ve aynasıdır; O aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm, O’nun, Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm huzûrundaki sırıdır. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Hazretleri'nin muhteşem diliyle ifâde ettiği gibi: “Yaşadığım sürece, Kur'ân'ın kulu, kölesiyim. Seçilmiş Muhammed'in yolunun toprağıyım. Sözlerimden, bundan başka bir şey nakleden olursa, Ben o nakledenden de, o sözden de şikâyetçiyim.” 

Kur’ân kendisini Efendimiz’in aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm izinden giden itâatkâr kullara açar.

Tüm sözlerin özü Hazreti Muhammed aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm tarafından söylenmiştir. O, hâtemü’l enbiyâ olarak her düzeyde ve her boyutta konuşmuştur. O (sav), tüm namazların imâmıdır, tüm imamların başıdır. En az kelâm ile en çok mânâyı vermiş ve bu yüzden Efendimiz'e cevâmiü’l-kelîm denmiştir. Her mertebeden insanın anlaması için her seviyeden konuşmuştur. 

Fâtiha mübârek sûresi Kur'ân-ı Kerîm’in rûhunu ve tüm hikmetini içinde barındırır. Fâtiha’nın âyetlerini vahyederek Erham-ür-Râhimîn olan Rabbimiz tüm vahyin özünü ifâde etmiştir. 

Dolayısıyla Fâtiha’nın içindeki hazîne Efendimiz’in aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm  kemâlini ve yüce ahlâkını temsîl eder. O’nun hikmeti, hayâtı, varlığı, ifâdeleri ve kalbi Kur’ân’ın açılış sûresiyle temsîl olunur. Bu kâinattaki en yüce âbid olan Peygamber Efendimiz mahlûkla Hâlık, kul ile Rab, âbid ile Mâbud arasındaki semâvî mükâlemenin sırrını kendinde taşır. Bu sır, Fâtiha’nın hakîkatini temsîl eder. Fâtiha’nın özü, ilâhî mükâlemenin, Allah’la (cc) Muhammed’in (sav) sırlı birliğinin özünü taşır. Bu sebeple Fâtiha’nın gizli hazînesinden nasip almak, kulun Resûlullâh’a sevgisinin derecesine bağlıdır.

Efendimiz aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm’ın ardında öylesine bir saf tutmalıyız ki; Fatihâ’sının "İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn” kısmında bedenî, kalbî, hissî ve zihnî bir fenâ hâli yaşayabilelim. Bu dördüncü âyetle kulluk şuuru zirveye varıp bütün varlığımıza sirâyet ediyor. Uğruna kâinâtın yaratıldığı ve Fâtiha’nın nâzil olduğu Efendimiz’in ümmeti olarak bu hâli yaşayabilmemiz elzemdir. Bu âyet, kâmil bir kulluk için yanıp tutuşmanın hakîm bir tercümânı ve Efendimiz’in azîm ve asîl ahlâkında hakîkatini bulan hamd sırrının evidir.

Fâtiha, tüm kelâmların incisidir. İnsanoğlunun ağzından Fâtiha’dan daha kıymetli kelimeler dökülmemiştir. İçinde Fâtiha’dan daha fazla anlam barındıran söz ya da âyet yoktur. Allâhu Teâlâ ile Fâtiha’dan daha yüce ve güçlü bir irtibat yolu yoktur. 

Fâtiha-i şerîfe öyle mübârek bir şifre, kod ve anahtardır ki madden ve mânen tüm ilâhî sırları açar. Mânâları sonsuz ve tükenmezdir. Hz. Ali’den aktarıldığına göre: “Fâtiha’yı açıklamak ve tefsîr etmek için yetmiş deve yükü kitap olsa yine de yetmez.”

Fâtiha kelimesi “açan, çözen” şeklinde tercüme edilir. Bu sûre, ilâhî hakîkate açılan kapıyı temsîl etmektedir. “Fetheden” Fâtiha’nın bir diğer anlamıdır. Fâtiha’ya “ümmü’l Kur'ân”, yâni “Kur'ân’ın annesi” de denir. Hadîs-i şerîfle, Fâtiha’ya “Levh-i Mahfûz”u temsîl etmesi sebebiyle bu ismin verildiği bildirilmiştir. Fâtiha, Kur'ân’da “seb’u’l-mesânî”, yâni “tekrâr edilen yedi” olarak geçmektedir. Kur'ân’da Sûre-i Hicr’de; “Biz sana seb’an mine’l mesânî’yi verdik” denir. Dr. Halûk Nurbâkî buna şöyle bir yorum ve mânâ veriyor: “Biz sana çifter çifter katlanan yedi şifre verdik.”

Fâtiha’nın her bir harfi ilâhî ilimle dopdoludur. Sonsuz mânâ okyanusları, zaman ve mekânla sınırlı olmayan ilâhî aşk ırmağının kavuşma yeridir. Fâtiha’nın mübârek âyetlerinin hikmetinden gelen bu aşk enerjisi ancak gerçek mü'minin saf kalbinde yer bulur. 

Fâtiha’nın anlamı öyle mübârek bir anahtardır ki, kul bu sâyede ilâhî ilhâmı alacak ve zaman ve mekânın ötesine varacaktır. Fâtiha sûresi rûhun “Sidretü’l müntehâ”nın, cismânî varoluşun ötesinde mânevî Mi'râc’ına giden yolu açar. 

Kişi, bütün kalbiyle ilâhî âyetleri okuduğunda Allâh'a (cc) yaklaşma sanatını hayâta geçirir ve rûhunu kaplayan tüm perdeler bir bir kaldırılır. Kur'ân’ın özünü içeren yedi âyet, var olan herşeyi ve bizim kim olduğumuzu özetler. Yeryüzündeki hayâtımız için bilmemiz gereken herşeyi öğretir, hayâtımızın her ânında bize rehberlik eder, bizim dünyâya ve âhiretin ebedî âlemlerine karşı bilincimizi artırır. 

Mü'minlerin ibâdet esnâsında yüce bir aşk ile Fâtiha’ya hayat kazandırma kapasiteleri kendi nefslerinde bir diriliş yaşatacaktır. Kişi arayış ateşiyle bu sûrenin anlamlarını çözebildiği ölçüde kendi nefsinde bilgi ve değeri artacaktır. Onu okurken kişi ilâhî hasret, arzu ve arayış ile ne kadar yanarsa Fâtiha’nın ilâhî sırları o kadar kendine açılacaktır. Fâtiha’nın sırları ancak kul tarafından koşulsuz bir aşk ve teslîmiyet gösterildiğinde mü'minin kalbine tezâhür eder ve bu yolla sonsuz mânâların mânevî dolaşımı için kanallar açılır.

Bu anlamda Fâtiha sûresi kişinin mânevî mertebesini ölçmesini sağlar. İlâhî âyetler Kâdir-i Mutlak’a gösterdiği itâatin derecesini, O’na ulaşmada sarfettiği çaba ve cehdin derecesini, kalbinin, îmânının, ahlâkının seviyesini belirler. Bu âyetler, kişinin ibâdetinin kalitesini, kalbinin saflık ve temizliğinin derecesini ve ilâhî hikmet ve ilimden haberdâr olma seviyesini gösterir.

Peygamber Efendimiz aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm’a olan aşk, O’na giden yolun rehberidir. Civâr-ı huzûrunun anahtarı O’na benzemeye çalışmakla elde edilir. Fahr-i Kâinat Efendimiz’in nûruyla ancak kendimizi, âilemizi, dünyevîliklerimizi ve sevdiklerimizi fedâ ederek nurlanabiliriz.

Kur’ân’da: “(Habîbim!) de ki: “Eğer Allâh'ı seviyorsanız, o hâlde bana tâbi' olun ki, Allah (da) sizi sevsin ve günahlarınızı size bağışlasın! Çünkü Allah, Ğafûr (çok bağışlayan)’dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.” (Âl-i İmrân, 31.)

İki Cihan Güneşi Efendimiz'in aleyhi's-salâtu ve's-selâm sözlerini dinleyip, uygulamak bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu taşımadığımız zaman İslâm dâiresinin dışına çıkmış oluruz. Peygamber Efendimiz’i sevebilmek için öncelikle O’na itâat etmemiz gerekir. Nitekim Âyet-i Kerîme’de buyrulur ki: “Allâh'a ve Peygamber’e itâat edin ki size merhamet edilsin.” (Âl-i İmran, 132.)

Kâmil bir îmâna sâhip olabilmek ancak Hazreti Peygamber'i aleyhi's-salâtu ve's-selâm kendi nefsimizden daha fazla sevmemizle mümkündür. “Peygamber; mü'minler için kendi öz nefislerinden daha evlâdır” âyet-i kerîmesi ile kulların göz bebeği Aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm'a mutlak bir öncelik tanınması, mü'mince yaşarken her davranışın bu şuuru içermesi gerektiği belirtiliyor. 

Eğer Resûl-i Ekrem Efendimiz’i hayattaki her şeyden daha çok sevmezsek, îmânımız kemâle ulaşamaz. Pakların en pâkı, güzellerin en güzeli, şereflilerin en şereflisi, sevgililerin en sevgilisi bizim baş tâcımız ve irşad nûrumuzdur. Ümmet’in sâhibi O'dur. Nûrun kaynağı O'dur. Kulların mücevheri O'dur. Mahbûb-u Hudâ, Serdar-ı Enbiyâ O'dur. O, Allâh'ın rağbet ettiği (mergûb-ı Hudâ), Kur’ân’ın efendisidir (Sâhibü’l-Kur’ân). Cezâ günü, hesapların görüleceği günün şefâatçisidir. (Şefî’-i rûz-i cezâ). 

En yüksek insanlık sırrı Ahlâk-ı Muhammedî’deki hikmetleri bilip yaşamaktır ve sırât-ı müstakîm de bunu anlatmaktadır. İnananlar, O’nun (sav) asîl ve azîm ahlâkına dâir bilgiyle mücehhez olup onu amele dökmedikleri sürece Sevgili Efendimiz aleyhi’s-salât-ü-vesselâm’ın gerçek tâbilerinden olamazlar. Diğer bir tâbirle, aşk ilimden değil, Efendimiz’in hayâtını samîmiyetle taklîd edip tahkîka ermemizden gelir, çünkü Efendimiz canlı Kur’ân idi. O’nu taklit ise sâdece zâhirini taklitle değil, öğretilerindeki hikmetleri anlamaya çalışmak ve derûnî hallerine de bürünmeye gayretle olur…

Ekim 2023, sayfa no: 36-37-38-39

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak