Ara

İhsan Kulluğun Özüdür

İhsan Kulluğun Özüdür

Kur’ân-ı Kerîm’deki çok anlamlı kelimelerden bir tânesi de hiç şüphesiz “ihsan” kelimesidir. Bu kelimeyi tüm kullanım alanlarıyla ve anlamlarıyla iyi anlamamız gerekir. Çünkü yaratılış gāyemiz ve hayâtımız için rûh mesâbesindedir. Ruhsuz bir hayat söz konusu olamayacağına göre “ihsan”sız bir hayat da boşa gitmiş demektir. Onun için “İhsan Ne Demektir, Kullukta İhsânın Yeri Nedir?” Bunların üzerinde durmaya çalışalım. 

İhsan, kelime anlamı olarak Sibeveyh’e göre, “kötülüğün zıddı, iyilik”1 anlamına gelmektedir. Bu konuda Ra'd sûresi 22. âyetinde “kötülüğü iyilikle savan kimselerdir.” “Yâni onlar sözün iyisiyle başkalarının kendilerine olan kötülüklerini savarlar.”2 âyetinde ihsan kelimesi bu anlamda kullanılmıştır.

Ayrıca “güzel olmak” mânâsına gelen hüsn kökünden türetilmiş bir mastar olup genel olarak “başkasına iyilik etmek” ve “yaptığı işi güzel yapmak” şeklinde kısmen farklı iki anlamda kullanılmaktadır.3

Istılâhî olarak ihsâna çok çeşitli anlamlar verilmiştir. Bu anlamlar ihsan kelimesinin müşterek olarak kullanıldığı durum ve kavramlara göre değişmektedir. Bu da ihsân'ın hayâtın tüm alanlarını kapsadığını göstermektedir. Hiçbir mü'min hayâtının hiçbir alanında “ihsânı” göz ardı ederek eylem yapamaz. Zîrâ ihsansız yapılan bütün amellerimizin boşa gitme tehlikesi vardır. Onun için îman, ibâdet, ahlâk ve muâmelemizi ihsan bilinciyle yapmak zorundayız. Şimdi bu çerçevede ihsan kavramına verilen değişik anlamlara bakalım.

İhsan; îman ve İslâm kavramıyla berâber kullanıldığı zaman; murâkabe ve güzel itâat yapmak demektir. Zîrâ Peygamber Efendimiz (as) Hz. Cebrâil’in "ihsan nedir?" sorusuna: “Allâh'ı görüyormuşsun gibi O’na ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor.”4 şeklinde cevap vermiştir.

İhsan yalnız başına kullanıldığında, “hüsn” kökünden türetilmiş mastar olarak, güzel olan fiil, iş anlamına gelmektedir. Cürcânî bu anlamda ihsâna, “hâli hazırda, hemen methedilen, gelecekte de kendisine sevap verilen şey”5 diye mânâ vermektedir. 

Münâvî’ye göre İhsan: “İçimizdeki îmânın kuvvet verdiği, ihsânın da kemâle erdirdiği hayâtımızda görünen (zāhir) İslâm'dır.”6 demektedir.

Râğıp el-İsfahânî’ye göre ihsan: Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması îcâb ettiğini iyi bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir. Hz. Ali: “İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır.” derken bunu kastetmiştir. Allâh'ın yarattığı her şeyi ihsanla yarattığını bildiren âyette de (es-Secde 32/7) ihsan kavramı bu anlamdadır.7 

Yine Râğıb’a göre, ihsan in’amdan daha umûmîdir. “İyiliklerde farz olan asgarî ölçünün ötesine geçip, isteyerek ve severek daha fazlasını yapmak.” mânâsında kullanılır. Râgıb el-İsfahânî’nin diğer İslâm âlimlerince de paylaşılan düşüncesine göre ihsan adâletin üstünde bir derecedir; adâlet borcunu vermek, alacağını almak; ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almaktır. Bundan dolayı adâleti gözetmek vâcip, ihsânı gözetmek mendup ve müstehaptır.8 

Kefevî’ye göre ihsan: “Bir insanın yaptığı işten başka bir insanın güzellik, iyilik bulması, iyilik yapan kişinin de bundan mutlu, hoşnut olmasıdır. Yemek yedirmek ve aç kimseleri doyurmak gibi.”9

İhsan, Basîret nûru ile Rubûbiyet hazretini müşâhede üzere kulluğu gerekli kılmaktır. Yâni Hakkın sıfatının aynı olan sıfatlarla vasıflanmış olarak Hakkı görmektir. Kişi Hakkı yakînen görür ama hakîkaten göremez. Bunu için Hz. Peygamber: “Sanki sen O’nu görüyormuşsun gibi…” diye buyurmuştur.10 

Fîrûzâbâdî’ye göre ise ihsan, “kulluğun en üstün noktası, Îmânın özü, rûhu, kemâli ve kulluğun bütün mertebelerini kapsayan şeydir. Çünkü Allah: “İhsânın karşılığı da ancak işte böyle ihsandır.”11 buyurmaktadır.12

Bütün bu tanımlardan ilham alarak ihsânı şöyle tanımlayabiliriz: “Bir kimsenin niyet, eylem, muâmele, mücâdele, ahlâk olarak yaptığı her şeyi, muhâtapları hak etmeseler ve kendi ihtiyâcı olmasa bile Allâh'ın istediği gibi yapmasıdır. Yaptığı şeylere de nefsinden ve şeytandan herhangi bir şey karıştırmaması, ihlâsla yapmasıdır.”

Cibrîl hadîsinde Hz. Cebrâil’in Sevgili Peygamberimize îman ve İslâm’dan sonra ihsânı sorması da ihsânın ulaşılması gereken zirve olduğunu göstermektedir. Önce îmân edecek, sonra îmânını hayâtında İslâm olarak gösterecek, sonra bunları Allâh'ın istediği gibi yaparak ihsânı yaşayacak... Bu da Îman ve İslâm’ın ihsansız olmayacağına işâret etmektedir. O zaman ihsânın kulluk hayâtımızın özü, rûhu ve omurgası olduğunu örneklerle açıklamaya çalışalım. 

Îmanda İhsan

Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de sâdece bir yerde geçen Nisâ 136. âyetinde îmân edenlere yeniden îmân edin diye emir vermektedir. “Ey Îmân edenler! Allâh'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitâba ve daha önce indirdiği kitâba îmân edin. Kim Allâh'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.”13 Bu âyetten anlamamız gereken, Allâh'ımız, istediği gibi îmân etmeyenlere yeniden 'Benim istediğim gibi îmân edin' çağrısı yapmaktadır. Yâni îman var ama ihsan yok. Allâh'ın istediği gibi değil. Dolayısıyla bir kimsenin îmânının Allâh'ın istediği gibi her türlü şirkten, şüpheden, tecezziden (inanılması gereken konular arasında ayrım yapmadan) ve istisnâdan arınmış olması gerekir. Aksi takdirde Allâh'ın istediği gibi îmân etmeyenlerin îmânı geçersiz olur. 

İbâdette ihsan

İbâdetlerimiz kalbimizdeki îmânımızın dışa yansıması ve kulluğumuzun îlânıdır. Kabûl olmaları en büyük dileğimizdir. Bunun için farzlarına, vâciplerine, sünnetlerine, edeb ve erkânına riâyet ederiz. Ancak bütün bunlara riâyetle berâber ibâdetlerimizi Rabbimizin bizden istediği şekilde yapmamız gerekir. Bu da ibâdetlerimizi boşa çıkaracak şeytânın ve nefsin her türlü karışımlarından korumakla mümkündür. Niyetten itibâren ibâdetin bitimi ve sonrasında ihsan bilincini korumamız elzemdir. Bu bilinç kaybolduğu anda ibâdetlerimize bulaşacak her türlü reklam, tribünlere oynama, gösteriş, başkalarına duyurma, ibâdetini beğenme, kabûl olduğundan emîn olma gibi duygularımız onları Allâh'ın istemediği kategoriye katar. İhsan ve ihlâstan uzaklaştırır. Dolayısıyla emeklerimiz, ibâdetlerimiz boşa gider. “Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibâdette kimseyi ortak koşmasın.”14

Muâmelede İhsan

Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri (muhsinleri) sever.”15 Sevgili Peygamberimiz de bir hadîs-i şerîflerinde: “Allah her işte ihsânı (güzel davranmayı) emretmiştir...”16 buyurmaktadır. Onun için her müslüman bütün muâmelelerini yâni sosyal hayâtını Allâh'ın istediği gibi yapmak zorundadır. Ticâretimiz, komşularla ilişkilerimiz, âile hayâtımız, çalışma hayâtımız, yardımlaşmalarımız ve hayâtımızın her alanını ihsan bilinciyle Allâh'ın istediği gibi yapmak zorundayız. Aksi takdirde muâmelelerimiz başımıza belâ olur. 

Ahlâkta İhsan

Güzel ahlâka “Hüsn-i hulk” ifâdesi kullanılır. Ahlâkın en kemâl derecesini ifâde eder. İstenen de budur. Sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Sana gelmeyene git. Sana vermeyene ver. Sana kötülük yapana iyilik yap (ihsanla davran).”17 Ahlâkın erdemi ancak ihsan bilinciyle mümkün olmaktadır.

Nefisle Mücâdele ve Mücâhedede İhsan

Öfkeyi yenmek, suçluyu affetmek, kin gütmemek, nefsin cimriliğini, hırsını yenmek ve şehvetini kırmaktır. Öfkeye hâkim olmak güzel ahlâktır. Ancak kusurları affetmek ihsan mertebesidir.

Nefisle mücâdelede asıl ihsan mertebesi Sevgili Peygamberimizin Cebrâil’e (as): “Allâh'ı görüyormuş gibi kulluk etmendir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da O seni görüyor.” cevabıyla murâkabe makāmına işâret etmesidir. 

Görüldüğü üzere ihsan hayâtımızın tüm alanlarını ilgilendirmektedir. Hayâtımızın gāyesi kulluktur. Kulluk ancak ihsan bilinciyle Allâh'ın istediği gibi yaşanır. Onun için ihsan bütün hayâtın rûhudur. Özüdür. Omurgasıdır.

Dipnotlar:
1 Editör, Salih bin Abdullah bin Hamid, “Muhatsar Nedretü’n-Naim fi Mekarimi Ahlâki’r- Rasuli’l Kerim”, Darul Vesile (Cidde),1,67.
2 a.g.e.
3 Mustafa Çağrıcı. Prof. Dr. “İhsan” TDV İslâm Ansiklopedisi’, 2000 (İstanbul)21/ 544-546
4 Buhârî, “Tefsîr”, 31/2, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 1.
5 Muhtasar Nadretu’n-Naim, 1/67
6 Age
7 Rağıp el İsfehani, El Müfredat fi Garibi’l Kuran, Daru’l Marife, 2010 (Beyrut), 126.
8 Rağıb, el-Müfredat / 126
9 Muhtasar Nadretun-Naim, 1/67-8
10 Seyid Şerif Curcani, “Kitâbu’t-Tarifat”, terc Arif Erkan, Bahar Yayınlar, 1997 (İstanbul), 14
11 Rahman 55/60
12 Muhtasar Nadretun-Naim, 1/68
13 Nisa 4/136
14 Kehf 18/110
15 Âl-i İmran 3/134
16 Tirmizî, Diyât, 14
17 Suyûtî, Camius-Sağir,4987 

Nisan 2024, sayfa no: 14-15-16

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak