İffet, genel olarak ahlâk kurallarına uyma olarak anlaşılır. Özel olarak da, insanın kendisine emânet edilmiş şeyler karşısında ahlâk kurallarına bağlılığı sayılır. Daha da özel anlamıyla, insanların cinsel işlerde ahlâk kurallarına bağlılığı olarak kabûl edilir. Bunların hiçbirinde kadın-erkek ayrımı söz konusu değildir. Kadınların iffetlerine sâhip çıkmaları beklendiği kadar, erkeklerin de sâhip çıkması beklenir. Hukuk, insanların iffetini koruyacak ortamı sağlamakla yükümlü tutulur. İffet, şimdi açıklamaya çalıştığımız kadarıyla gelişigüzel bir duygu değildir. Onun değeri, ancak, yitirilmesi hâlinde ortaya çıkar ve anlaşılır. İffetin yitirilmesi, saygınlığın, onurun, nâmusun yitirilmesiyle eşanlamlıdır. İffetin yitirilmesi, insanın, insanlar arasında kendisine yer bulamamasıyla eşanlama gelir. Çağımızın büyük romancılarından Faulkner, Kutsal Sığınak adlı romanında, olayın daha çok cinsel boyutunu dile getiren iki müthiş sahneye yer verir. Sahnelerden birisi şudur: Temple adındaki genç kızın, sevgilisiyle birlikte, kaçak içki yapılan bir çiftlik evine yolu düşer. Orada bir sürü serseri ve ayyaş adamla karşılaşır. Aralarında bir de kadın yaşamaktadır. Bu kadın, başından çeşitli mâcerâlar geçmiş, feleğin çemberinden geçmiş, bedenini bâzı mecbûriyetler karşısında bir zamanlar satmak zorunda kalmış birisidir. Temple'ın bu berbat çiftlik evinde başına nelerin gelebileceğini pekâlâ bilmekte ve onu uyarmak istemektedir. Kadının Temple'a çektiği irkiltici söylevden birkaç cümle aktarmak istiyorum. Kadın şöyle konuşuyor Temple'a: "Ama siz nâmuslu kadınlar. Ucuz karılar. Hiçbir şey vermek istemezsiniz. Fakat enselendiğiniz zaman… Şimdi burnunu nereye soktuğunu biliyor musun? Üstelik Goodwin öyle bir erkektir ki, seni umursayacağını mı sanıyorsun? Seni bebek yüzlü yosma seni! Böyle bir erkekle karşılaşmadığına şükret. Çünkü o zaman, o küçük aptal suratının ve diğer yanlarının kaç para ettiğini anlardın. Sen o mâsum suratınla ve vücûdunla iftihâr ediyorsun ama o adam sana 'yosma' diye hitap etse, sen 'evet, evet' der de çamurların içinde çırılçıplak sürüne sürüne ona gidersin, hatta sana 'yosma' dedi diye memnun bile olursun." (Kutsal Sığınak, "Lekeli Günler" adıyla yayınlanan baskısından). İşte, iffetin yitirilmesi, bir zamanlar kendisi de iffetsiz yaşamak zorunda kalmış bir kadının ağzından böyle dile getiriliyor. Aynı kadının sevgilisi, bu defa, bir cinâyet dâvâsıyla mahkeme edilmektedir. Kadına ve sevgilisine, onlara yakınlık duyan bir avukat meccânen vekâlet etmektedir. Son duruşma yapılmış fakat mahkeme henüz karârını vermemiştir. Kadın, borcunu ödemek üzere avukatla buluşur. Aslında avukatın bu işi parasız üstlenmiş olduğunu aklına bile getirmemektedir. Çünkü şimdiye kadar kendisine bir şekilde bedeli ödettirilmeden hiçbir iş yapılmamıştır. Kadın, avukatın, dâvâ ücretini kendisinden isteyeceğini, fakat aynı zamanda beş parasız biri olduğunu bildiğini de bilmektedir. Dolayısıyla, borcunu ancak bedenini karşılık göstererek ödeyebileceğini düşünmektedir. Netîcede adama durumu îmâ edince, adam şaşkınlıkla ve şiddetle karşı koyar. "Hay aptal kadın, der, yâni benim o iş için mi vekâleti üstlendiğimi sandın?" Şaşkınlığını bastıramaz. "Hay Allâh'ım, diye devâm eder sözlerine, sen ne biçim erkekler tanımışsın?" Kimilerinin ileri sürdüğü gibi, iffet, kişisel bir durum olsa bile sonuçları sâdece o kişiyi ve onun âilesini ilgilendirmez. Bütün toplumu, o toplumda bir arada yaşayan insanları da ilgilendirir. İffetin korunmasını hukuk düzeni sağlamalıdır. Onun korunmasında hukukça gösterilen yolların yanlışlığını eleştirmekle, bu eleştirilere bakarak iffetsizliği savunmak birbirinden başka olaylardır. İffet kelimesi nâmuss, temizlik, utanma, arlanma, hayâ kavramlarıyla yakından ilişkilidir. Risâle-i Nur’dan Vecizeler kitabına eklenmiş bir lügatçede bu kavramın “helâle râzı olup haramdan kaçınmak” biçimindeki bir tanımını da görüyoruz (Haz: Şaban Döğen, Gençlik Y. İst. 1994). Aslında, bu sonuncu tanım, bizim bir romandan hareketle yukarıda işâret etmeye çalıştığımız iki örnekle bütünleştirilebilir. Şöyle ki, eğer iffet, insanın varlık yapısında mündemiç bir duygu olarak kabûl edilebilirse –ki biz, bu kabûlden hareket ediyoruz– onun kendi hâline bırakılması söz konusu olmamalıdır. Nitekim insan, örtünen bir ıraya sâhip olduğu için onun örtünmesi söz konusu edilebiliyor. Örtünmenin biçimi, yöntemi her insan topluluğunun teâmülleriyle belirlenebilir, ama örtünme olayı insanın ortak davranış biçimidir ve burada kadın erkek ayrımına da yer verilmez. Kadının örtünmesiyle erkeğin örtünmesi arasında bir biçim farklılığı gözetilse bile, örtünme olgusunun ortak olması açısından bu iki örtünme arasında fark gözetilmez. Rasim Özdenören (Mayıs 2016)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak