Ara

İbrenin Mâsivâdan Kaymamasıdır İstikamet

İbrenin Mâsivâdan Kaymamasıdır İstikamet

Bir Müslüman farkında olarak ya da olmayarak, bilerek ya da bilmeyerek her gün en az kırk defa Allah’tan “istikamet” istemektedir. Hem de Allâh’ın huzûrunda O’nunla anlaşma yenilerken bunu yapmaktadır. Her namazının her rek’atında ve herhangi bir sebeple “Fâtiha sûresini” her okuduğunda bu isteğini (duâsını) yenilemektedir. Bu da bize istikametin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Çünkü istikameti olmayan bir hayat, sonucu boşa gitmiş ve hiç olmuş bir hayattır.

İstikamet: “Dînî ve ahlâkî hükümlere uygun bir hayat sürme, her türlü aşırılıktan sakınma, Allâh’a itâat edip Hz. Muhammed’in sünnetine uyma” demektir.1 O zaman istikametsiz bir hayat bu târifin dışında kalan bir hayattır. Eğer yaşanan hayat Allah ve Rasûlü’nün istediği gibi değilse boşa gitmiş bir hayattır. Onun için istikamete hayâtın özü, rûhu ya da şablonu diyebiliriz. İstikamet üzere yaşayan kimselere müstakîm kimseler, onların yürüdüğü yola da sırât-ı müstakîm denir. “Doğru yol” (sırât-ı müstakîm) İslâm’dır. Allâh’ın peygamberleri ile kullarına gönderdiği dinlerin genel adı da İslâm’dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile vahiy, hürriyet ile cebir, haksızlık ile adâlet, iyi ile kötü... ancak İslâm’da yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş, kurulma yolları gösterilmiştir.2

Bundan dolayı biz günde kırk defa istikamet üzere yürüyen kimselerin yolunda olmayı ve kalmayı Allah’tan istiyoruz. O yol da peygamberlerin, sıddîkların, şehitlerin ve sâlihlerin yoludur. Yâni istikametidir. O zaman Allâh’ın kullarına yaptığı en büyük ikram istikamettir. Bir başka deyişle ‘istikamet en büyük kerâmettir’.

İstikamet, hayâtın sağlaması ya da boşa gidip gitmeme ölçüsü, şablonu olduğu için hayâtımızdaki herşeyin ama herşeyin istikamete uyması gerekir. Özellikle şu konularda istikametimizi korumamız gerekir:

Îmanda İstikamet: Allah Teâlâ’nın varlığı ve birliğine, Hz. Muhammed (as)’ın peygamberliğine ve getirdiği esaslara Allâh’ın istediği gibi îmân etmek. Îmâna şirk, şüphe, tecezzî ve istisnâ karıştırmadan îmân etmek. Kısacası îmanda istikamet üzere olmak. “Îmân edip de îmanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.”3

İbâdette İstikamet: Allah Teâlâ’nın emirlerine uymak ve buyruklarını yerine getirmek husûsunda istikamet üzere olmak. İbâdetlerimizi Allâh’ın istediği ölçülerde yapmak.

Niyette İstikamet: Ölünceye kadar din ve amelde istikamet üzere olmak. Niyetin hâlis olması, sâdece Allah için olması. Niyetin içine başka şeylerin karışması onun istikametini bozar.

Organların İstikameti: Sözlerinde olduğu kadar fiillerinde de istikamet üzere olmak demektir. İbn-i Receb el-Hanbelî “Rabbimiz Allah'tır deyip sonra da istikametli bir hayat yaşayanlar”4 âyetini şöyle yorumlar: Asıl istikamet kalbin tevhîd üzere olmasıdır. Nitekim Hz. Ebubekir bu âyette “istikamet üzere olanlardan” maksadın kalpleri Allah’tan başkasına yönelmeyenler olduğunu söylemiş ve kalp ne zaman Allâh’ı tanıma bilme, O’nun büyüklüğünü hissetme, O’na muhabbet duyma ve tevekkül etme ve O’ndan başka her şeyden yüz çevirme gibi konularda istikamet üzere olursa o zaman geri kalan bütün organların da Allâh’a itâat edeceğini vurgulamıştır. Kalp organların sultânıdır. Sultan istikamet üzere olursa ordusu ve halkı da istikamet üzere olur. Kalpten sonra istikameti en çok gözetilen organ dildir. Çünkü dil kalbin tercümânı ve yorumlayıcısıdır.5

Nitekim Mahmud Sâmî Ramazanoğlu (ks) da: “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.”6 âyetini tefsîr ederken ‘kalpleriniz zâlimlere ve onların elindeki imkânlara meyletmesin’ demiş ve bu âyeti okumuştur. Zîrâ kalbin meyli, onun ibresinin hafif şaşması istikametinin bozulmasıdır. Gerçek ehl-i tasavvuf, bırakın zâlimler gibi yaşamayı, onların hayâtına kalbin meylini dahi istememişler ve kendilerine gönül verenleri böyle yetiştirmişlerdir. Çünkü zulüm”din ve ahlâk kânunlarıyla belirlenen sınırları aşmak, adâlet, hakkâniyet ve eşitlik ilkelerine aykırı davranmak” demektir. Kur’ân’da zulüm, biri îtikad diğeri ahlâk alanlarıyla ilgili olmak üzere iki ayrı anlamda kullanılmaktadır. Birinci alanda genellikle ”şirk, inkâr, günahkârlık, Allâh’ın koyduğu kuralları, sınırları çiğneme ve aşma” mânâlarını ifâde eder. Buna göre şirk büyük bir zulümdür7; Allâh’ın kanunlarını çiğneyenler zâlimlerdir; kâfirler zâlimlerin kendileridir (Bakara 2/229, 254). Ahlâk alanında ise “haddi aşmak, başkasının hakkını ihlâl etmek, başkasına zarar vermek” anlamlarını ifâde eder. Bu davranışları sergileyene de zâlim denir. Yüce Allah zulmün her türlüsünü haram kılmış, Müslüman-kâfir ayırımı yapmaksızın zâlimlere eğilim gösterilmemesini, onların yaptıkları kötülüklerin hoş karşılanmamasını ve onların yanında yer alınmamasını emretmiştir.8

Toplum içinde olduğu gibi yalnız başınayken de istikamet üzere olmak. Galiba bu kimseler Allâh’ın şu müjdesine nâil olmuş kimselerdir: “Şüphesiz “Rabbimiz Allah'tır” deyip de sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyâda iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!”9

İyiliği emredip, kötülükten sakındırmada istikamet.10 İslâm’ın genel bir kuralı olarak; Allah ve Rasûlü’nün emrine uygun davranmayan kimsenin yanında yer alınmaz ve böyle bir âmirin dahi emrine itâat edilmez.11 Şevkânî zâlim devlet yöneticisinin emrinde görev alma meselesini genişçe tartıştıktan sonra özet olarak, zâlimle oturup kalkmaya ve onun emrinde görev almaya mecbur kalan kimsenin sözlerini, yaptıklarını ve yapmadıklarını dînin koyduğu kriterlerle ölçmesini, bu kriterlere uygun hareket edemediği takdirde mümkünse hemen zâlimden uzaklaşmasını tavsiye etmektedir.12 Onun için her Müslüman ma’rûfu emir ve münkeri yasaklama konusunda istikamet üzere olmak ve bu görevi istikametle yapmak durumundadır. Bu konuda istikametten ayrılmak ya da istenen şekilde yapmamak kaş yapayım derken göz çıkartmaya ve muhâtabı kaybetmeye sebebiyet verir.

Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz’in “Beni yaşlandırdı” dediği Hud sûresindeki âyetler istikamet âyetleridir: “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Berâberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adâlet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O yaptıklarınızı hakkıyla görür. Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.”13 Bu konuda Sevgili Peygamberimiz’i yaşlandıran kendi istikameti değildi elbette. O zâten müstakîmdi. O’nu yaşlandıran Ümmetinin istikametinden duyduğu endişeydi. Ve Sevgili Peygamberimiz her konuda olduğu gibi bu konuda da bizi tâ ötelerden uyarmış ve ümmetinin hayâtının boşa gitmemesi için uyarmıştır. Kendi ashâbını da hep istikamete teşvîk etmiştir.

Buna rağmen bugün ümmetin istikameti bozulmuş durumdadır. Âhirete değil dünyâya, amel-i sâlihe değil mala mülke, Allah katındaki değerimiz olan takvâya değil dünyânın geçici makam ve mevkilerine, adâlete değil zulme, kardeşliğe değil tefrîkaya, dostluğa değil düşmanlığa, bölüşmeye değil sömürmeye, yaşatmaya değil öldürmeye, Müslümanları değil kâfirleri dost edinmeye, ihlâsa değil riyâya, Allâh’ın rızâsını değil kulların rızâsını gözetmeye, kanâate değil tüketim çılgınlığına ve doyumsuzluğa, helâle değil harâma, lüks yaşama ve isrâfa dümen kırdık, rotadan çıktık, kalplerimizin ibresi kaymış gitmektedir.

Bu konuda en büyük sınavı veren ve istikamet merkezli yaşayanların, istikamet ehli insanlar yetiştirenlerin ehl-i tasavvuf olduğunda şüphe yoktur. Çünkü onlar istikameti en büyük kerâmet saymışlardır. İstikameti olmayanın kerâmetini istidrac saymışlardır. Bugün bu toplumda ortaya çıkan istidrac ehli, sahtekâr, kerâmeti kendinden menkul müptezel tâifesi, bu arı duru tâifenin istikametini ve îtibârını bozamayacaktır. Bu toplum İslâm’ı yaşantısıyla, hâliyle ortaya koyan bu insanlardan istifâde etmeye devâm edecektir. Çünkü onlar kalbin tasfiyesi yâni Allah’tan başkasına meyletmemesi için gereken eğitimi vermektedirler. Yâni kalbin mâsivâdan arınmasını öğretmektedirler. Asıl istikamet de bu olsa gerektir.

(Onlar şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidâyete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”14

Yazımızı her gün asgarî kırk defa yaptığımız duâmızla bitirelim: Rabbimiz, “Bizi doğru yola, kendilerine nîmet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”15 ve O yoldan gönüllerimizi ve ayaklarımızı kaydırma.

Dipnotlar

1 TDV İslam Ansiklopedisi, “İstikamet” md.

2 Kur’ân Yolu Tefsiri. 1, 63

3 En’am 82

4 Fussilet, 30

5 Muhtasar Nadratu-n Naim fi mekarim-i ahlakı-r Rasul,’’İstikamet’’ maddesi, Dar-ul vesile, Cidde

6 Hûd 113

7 Lokman 13

8 Kur’an Yolu Tefsiri, 3, 205

9 Fussilet 30

10 Muhtasar Nadratu-n Naim fi mekarim-i ahlakı-r Rasul,’’İstikamet’’ maddesi, Dar-ul vesile, Cidde

11 Buhârî, “Ahkâm”, 4, “Megåzî”, 59

12 Kur’ân Yolu Tefsiri, 3, 205

13 Hûd 112-113 

14 Âl-i İmran 8

15 Fâtiha 6-7

 

Ekim 2020, sayfa no: 28-29-30-31

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak