İbâdet zâten boynumuzun borcudur. İnsan tabiatında her şeyin en güzeline ulaşma duygusu vardır. Cenâb-ı Hak bu arzuyu ibâdette ihsan ile tamamlıyor.
Herkes kendine göre kulluk vazîfesini yapıyor. Ama istenen kulluğu mu yapıyor? Her kurum çalışanlarından verimli ve düzgün iş yapmasını ister. Habîb-i Kibriya (sav), “Yüce Allah, yaptığınız işi sağlam ve iyi yapmanızdan hoşnut olur.” buyurarak bu hakîkati ifâde ediyor.
Deprem bölgesi olan ülkemizde, yapıların yerine sağlam bir yapı inşâsıyla veya güçlendirmeyle (üst ve alt yapının yenilenmesiyle) karşı karşıyayız. Referansı İslâm olan mîmarlarımızın inşâ ettiği Süleymaniye ve Selimiye, asırlardan beri dimdik ayakta duruyor. Hanları hamamları vs. hizmetleri bir ayrı.
Çürük yapı Kitâb-ı Mecîd’de şöyle ifâde buyuruluyor: “Halbuki, evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.” (Ankebut, 41.) Böyle bir ev, ne insana gölge yapar ne de kişiyi tehlikelerden korur. Bir rüzgârla târumar olur gider. Örümcek evinin çürüklüğü bellidir. Örümcek kafalı inançsızların da dayanakları fânîdir. “Âhiretin de dünyânın da mutlak sâhibi ve hâkimi Allah’tır.” (Necm, 25.) “Ve hiç kuşkusuz son da Bizimdir, ilk de! Dünyâda da, âhirette de egemenlik Allâh’ındır.” (Leyl, 13.) Herşey Cenâb-ı Hakk’a âit olduğuna göre kural koyma da O'na âiddir. Hâlık-ı Zülcelâl'in bizden nasıl bir kulluk istediğini Niyâzî-i Mısrî (ks) dîvânında şu beytiyle ifâde buyurur:
“Kulluğa bel bağlar isen, şâm u seher ağlar isen
Sular gibi çağlar isen, tîz bulunur ummân sana”
Ruhsuz beden, meyvesiz ağaç, işlenmeyen maden, tuzsuz aş, şırasız tatlı, çorak toprak ne ise; kalbden, ruhdan, aşkdan, muhabbetten, ünsiyet ve kurbetten, Zât’ından kopuk tâat de aynıdır!
“Kulu Muhammedi” Nazm-ı Celîl’i ile, Rabbimize kul olmakla vasıflanan Sevgili Peygamberimiz (sav), ibâdetin rûhunu; ihlâs, ihsan ve takva olarak belirler. “Dîni Allâh’a has kılarak ihlâs ile kulluk et. Dikkat edin, hâlis din Allâh’ındır.” (Zûmer, 2-3.)
Hadîs-i şerîf’de Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur: “Amel ve ibâdetinizi riyâdan, gösterişten hâlis ediniz. Yoksa Cenâb-ı Hakk kabûl buyurmaz.”
İmânın özü, kulluk mertebelerinin en üstünü olan 'İhsân'ın, Mâide sûresinin 93. âyetinde takvâ kapsamında ifâde edildiğini görürüz: “İmân eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyle sakınıp îmân ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyle sakınıp îmân ettikleri, sonra da hakkıyle sakınıp yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan sonra îman ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel yapanları sever.”
Kulluğun tadı, tekarrüb (Allah Teâlâ'ya kalben yakınlık) zevkini tadarak yapılan ibâdet ile mümkündür. Fahreddîn-i Râzî (rh.a) namaza başlarken niyyetinde şöyle der: “Allah Teâlâ'ya takarrüb yakınlık için niyet ettim.”
İstenen kalbin ıslâhıdır. Kırâetin (okunuşun) yanında, kalbin düzgünlüğü daha mühimdir. Çünkü niyetsiz rast olmaz. Niyetin mahalli de kalbtir. Habîbi Acemi hazretlerinin kırâetteki yanlışlığını gören Hasan-ı Basrî'yi (ks), Cenâb-ı Hak ilhamla; “Yâ Hasan, kalb doğruluğuna değil de dil doğruluğuna bakıyorsun!” diye îkaz buyurur. “Yâ Resûlallah! Bilal (r.anh), ezan okurken Hayye yerine heyye diyor!” dediklerinde Sevgili Peygamberimiz; “Sizden bin kişinin hayye demesinden, Bilal’in heyye demesi bana daha tatlı geliyor.” buyurur.
İbâdetin zevki Allah Teâlâ'ya tâzim, şer’-i şerîfe uygun takva ile yapılan tâattedir. Tâatin şevki açlık ve zikirle yapılan ibâdettir. Ârifler açlıkla geçen geceyi Kadir gecesine benzetmişlerdir. Çünkü Rabbimiz Tâhâ Sûresi 14. âyetinde “Hiç kuşkusuz Ben, kendisinden başka ilâh olmayan bir tek Allâh’ım; o hâlde, yalnızca Bana kulluk et ve Beni anıp yüceltmek için namazı dosdoğru kıl!” buyurur. Salâttan gâye Cenâb-ı Hak ile kalbî irtibattır.
Zâhiri bedenle yapılan amelden maksat marifetullah'dır. Marifetullah'dan gâye Zât-ı İlâhiyyedir.
İbâdette huzur; namazda gaflet, oruçta gıybet, zekâtta başa kakma, hacda bir beklenti, emri bil maruf nehyi anil münkerde süm’a (bir başkasına ibâdetini duyurma huysuzluğunun) bulunmamasıdır.
Nasıl ki ayrandan yağ çıkarılıyorsa ibâdetin de yağı, kalbin tefekkür ve murâkabe hâlinde bulunmasıdır. Gözetlendiğini Cenâb-ı Hak tarafından bilmektir!
Cehennem korkusu yâhut cennet ümîdiyle değil, Rabbimize kurbiyyet için yapmaktır ibâdetin rûhu. Mîdeyi haramdan, nâmusu hayâsızlıktan koruyan ibâdet ve tâatinden İlâhî zevk duyar. Şu yaşadığımız âlemin, âhiretin, hattâ cennetin bile tat ve lezzeti vardır. Zünnûn (ks); “Dünyânın tadı zikir, âhiretin lezzeti afv-ı İlâhî, cennetin zevki Cemalûllah!” der.
İbâdetin aşkına şevkine zevkine Veysel Karânî (ks)'den vereceğimiz şu misâl yeter: Bir geceyi kıyâm, bir geceyi rükû, bir başka geceyi de secdeyle geçirirdi. “Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir hâlde geçirmeye nasıl katlanıyorsun?” dediklerinde; “Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel a’lâ diyemem.” cevâbını verir. Kendisine, “Namazda huşû nedir?” dediklerinde; “Böğrüne iğne batırılsa duymamaktır.” buyurur.
Muhabbetle yapılan ibâdetin mükâfâtı hesâba sığmaz. Kalben, rûhen ve sırren yapılan kulluğun ecri, melekler tarafından kaydedilemez. Cenâb-ı Hak verir böyle bir tâatin karşılığını. Rabbimiz tarafından verilir! Melekler iki dudak arasından çıkanları yazar. Hz. Âişe'nin (r.anha) rivâyet ettiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “(Hafaza meleklerinin duymadığı) gizli zikir -açıkça yapılan- zikirden yetmiş kat daha fazîletlidir. Kıyâmet günü olduğunda Allah Teâlâ bütün halkı hesaplarını görmek için toplar. Amelleri yazan hafaza melekleri de tesbît edip yazdıkları şeyleri getirirler. İşte o zaman Allah Teâlâ onlara, “Kulum için yazmadığınız bir şey kaldı mı?” diye sorar, melekler; “Onun hakkında bildiğimiz ve öğrendiğimiz şeylerden hiçbirini bırakmadık, hepsini tesbît edip yazdık!” diye cevap verirler. O zaman Allah Teâlâ o kula; “Senin bizim yanımızda gizli, muhafaza edilmiş bir defterin var. Onu melekler bilmezler. Onu Ben yazdım, karşılığını da Ben vereceğim. O senin yapmış olduğun gizli zikirdir.” buyurur.”
İmâm-ı Âzam (rh.a) “Sana doyamıyorum Yâ Rab!” deyince, Mevlâ-yi Müteâlimiz “Kur’ân-ı Kerîm’le amel et Yâ İmam!” buyurdu.
Gıdâsız insan yaşayamaz. Bedenin süte, ete, meyveye, ekmeğe, suya ihtiyâcı vardır. Rûhun gıdâsından biri, olmazsa olmazlarından biri de takvâdır. "Bir gecede Kur’ân-ı Mecîd’i hatmettim" diyen birine Aleyhisssalâtü Vesselâm Efendimiz: “Gözyaşı nerede?” buyururken, Hak Teâlâ'nın korkusuyla, tâzimle saygıyla akan gözyaşını soruyor.
“Allah, ancak (kendisinden) korkanları (nkini) kabûl eder” (Maide, 27.)
Allah Teâlâ'ya yakınlık temin eden, sırf Allah için amel eden ihlâs sâhibi, nefsin arzularına meyletmeyen kimselerin amellerini kabûl eder Rabbimiz… (cc)
Kasım 2023, sayfa no: 4-5-6
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak