Sözlükte “arınmak, saflaşmak” anlamlarına gelen ihlâs kelimesi, terim olarak “ibâdet ve iyilikleri riyâdan ve çıkar kaygılarından arındırıp sâdece Allah için yapmak.” demektir.1 İhlâs, kulun Allâh'ın (cc) huzûrunda olduğunun bilincinde olarak mahlûkâtı hatırına bile getirmemesidir.2 İhlâs, sâlih amellerin kabûl şartıdır ve bir tavsiye değil aksine emr-i ilâhîdir. Zîrâ Allâh'ımız (cc) Kitâb-ı Hakîm’de kendisine ihlâslı bir şekilde kulluk edilmesini emretmiştir. “De ki: Şüphesiz ben, dîni Allâh'a has kılarak (ihlâsla) O’na ibâdet etmekle emrolundum.”3 “Biz sana bu kitâbı gerçeğin tâ kendisi olarak indirdik. Öyleyse sen de, her türlü şirk ve gösterişten uzak durup ibâdet ve tâati yalnız Allâh'a has kılarak O’na kulluk et.”4 “Halbuki onlara, ancak dîni Allâh'a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O'na kulluk etmeleri emrolundu.”5
İhlâs, Kur’an-ı Kerîm’de çokça tekrarlanan, üzerinde durulan, Allah Teâlâ’ya (cc) gönülden bağlanmayı ifâde eden bir kavramdır. Nitekim kul âcizdir, zayıftır, muhtaçtır. Her dâim Allâh'ın yardımına ihtiyaç duyar. Bu açıdan maddî ve mânevî anlamda huzûra ermek isteyen kimse, O’na (cc) bağlılığı ölçüsünde müstefîd olur. Kulunun her an yanında olan Cenâb-ı Hakk (cc) gönülden bağlanılmaya en lâyık olandır.
İhlâs, kullukta samîmiyettir. İbâdetlerde yalnız Allah Teâlâ'nın (cc) rızâsını gözetmektir. Samîmiyetle yoğrulmuş hakîkî inanç sâhibi olmaktır. Riyâ ve şirk perdesini yırtıp, Allah Teâlâ'ya yönelirken bütün şâibelerden soyutlanmaktır. Yapaylıktan uzak olmaktır. Şeytânın fitne ve tuzaklarına karşı sağlam bir kalkandır.6
İhlâstan nasîbini almamış her türlü ibâdet, yapılmamış hükmündedir. Çünkü ihlâsın olmadığı yerde riyâ ve gösteriş var demektir. İhlâsın zıddı riyâdır. Riyâ “saygınlık kazanma, çıkar sağlama gibi dünyevî amaçlarla kendisinde üstün özellikler bulunduğuna başkalarını inandıracak tarzda davranma” ve “Allah'tan başkasının hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlâsı terk etme” şeklinde açıklanır.7 Özellikle içinde bulunduğumuz “Hakk'ın rızâsından çok halkın rızâsının gözetildiği” bu çağda riyâ, saplanıp da kurtulamadığımız bataklık, yaptığımızın farkında bile olamadığımız bir cehâlettir. Kalbin saflığını bozup, onu ifsâd eden bir karanlıktır. “Ne ihlâslı insan” desinler diye yapılan her şeyin adıdır. Tasavvuf büyüklerinin “kim ibâdetinde ihlâs görürse, o kimsenin ihlâsının ihlâsa ihtiyâcı vardır. İhlâslı kişinin ihlâsından noksanı, kendi ihlâsını gördüğü orandadır. Nefsinde ihlâs görmezse, muhlis muhlâs (ihlâsa erdirilmiş) olur.” demeleri de bu kabîldendir.
Cüneyd-i Bağdâdî (ks) bu durumu şöyle ifâde eder: “İhlâs o kadar gizlidir ki, melek onu bilemediği için yazamaz, şeytan bilemediği için bozamaz, insan nefsi de bilemediği için şımarmaz.”8
Riyâ yaptığından gâfil olan kimseler kıyâmet gününde iyilik ve samîmiyetle yaptıklarını zannettikleri ibâdet ve amelleri önlerinde kötülük olarak bulacaklar ve yüzlerine paçavra gibi çarpıldığını göreceklerdir. Rabbimiz (cc) bu durumu bizlere şöyle haber vermektedir:
“Kim yalnız dünyâ hayâtını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam ederiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar. - İşte onlar, kendileri için âhirette ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir. (Dünyâda) yaptıkları şeyler, orada boşa gitmiştir. Zâten bütün yapmakta oldukları da boş şeylerdir.”9
Sevgili Peygamberimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendisine “Şöhret ve ganîmet elde etmek için savaşan kimse hakkında ne dersin?” diye soran adama: “Onun için hiçbir şey yoktur.” dedikten sonra “Allah (cc), ancak samîmiyetle sâdece kendisi için ve rızâsı gözetilerek yapılan ameli kabûl eder.”10 buyurması amel ve ibâdete riyânın karıştırılmaması gerektiği husûsunda önemli bir îkazdır. Riyâdan kurtulmanın yolu ibâdette ihlâs ve samîmiyettir. İhlâslı olan kimsenin kalbinde dünyâya dâir hiçbir şey kalmaz. Kalbi nefsine gâlip gelir. Riyânın ilacı nefsin haz ve isteklerini kesmek, dünyâdan alınan lezzeti kırmaktır. Niyeti sağlam ve hâlis tutmaktır. Bilinmelidir ki bir kimsenin niyetinin hâlis olması, bütün amellerinden daha gereklidir. Önemli olan çokça değil ihlâslı ve riyâsız bir amel işlemektir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) “mü'minin niyeti amelinden daha hayırlıdır.”11 buyurarak niyetin; Yemen’e göndereceği genç sahâbîsi Muâz b. Cebel, kendisine tavsiyede bulunmasını isteyince “İnancında samîmî (ihlâslı) ol. O zaman sana az amel de yeter.”12 buyurarak da ihlâs ve samîmiyetin önemine dikkat çekmiştir.
İhlâsa en çok zarar veren davranış riyâ olduğundan dolayı riyânın önüne geçmek için yine Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) farz ibâdetlerin dışındaki nâfile ibâdetlerin gizli yapılmasını tavsiye etmiş, bu sâyede kulun yalnızca Rabbiyle (cc) başbaşa olmasını ve takdîri yalnızca O’ndan (cc) beklemesini amaçlamıştır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) gizlice amel yapanların Allâh'ın (cc) sevgisine mazhar olacağını şöyle beyân buyurmuştur:
“Üç insan vardır ki Allah onları sever: 1- Bir adam ki bir topluma gelir Allah rızâsı için bir şeyler ister -bu istediği aralarındaki akrabâlık bağından dolayı da değildir- onlar bu kimseyle ilgilenip ona bir şey vermezler fakat onlardan biri geri kalarak gizlice o kimseye bir şeyler verir, verdiği meblağı da Allah’tan başka kimse bilmez. 2- Bir toplulukla gece yürüyüşüne çıkan ve topluluktaki insanların yorgunluktan başlarını koydukları, uyuyakaldıkları bir anda uyumayıp kalkıp Allâh'a yalvarıp yakaran ve Allâh'ın âyetlerini okuyan kimsedir. 3- Bir seriyyede bulunup düşmanla karşılaşan tüm arkadaşları hezîmete uğradıktan sonra tek başına bile olsa zafer kazanıncaya kadar ileri atılan, cesurca savaşa devâm eden ve şehîd olan veya fetih nasîb olan kimsedir.”13
Dolayısıyla kulun evvel emirde ibâdetini eksiksiz bir şekilde yapmasını sağlayacak kadar ilim tohumuna sâhip olması, daha sonra ilmiyle amel etmek sûretiyle o tohumu toprağa ekmesi ve tohumun çatlayıp, toprağı delip çıkması için ihlâs suyuyla sulaması gerekir. Bu üç halka birbiriyle iç içedir. Ayrılamazlar. Bir kimsenin ibâdeti samîmî olsa ama doğru olmasa kabûl edilmez. Yaptığı ibâdet doğru olsa ama ihlâslı olmasa yine kabûl edilmez. İbâdetin kabûl şartı hem doğru olması hem de samîmî olmasıdır zîrâ. Samîmiyet, Allah (cc) rızâsı için yapılmış olmasıdır. Doğruluk, sünnet-i seniyyeye muvâfık olmasıdır. Yahyalılı Hacı Hasan Efendi’nin (ks) konunun özeti mâhiyetindeki şu latîf ifâdeleriyle yazımıza son vermiş olalım:
Evvelâ ilim olmalı
Amel nehrinden dolmalı
İhlâs bahrine dalmalı
Bu işe ihtimam lâzım.
Velhamdü lillâhi Rabbi'l-âlemîn…
Dipnotlar
1 Süleyman Ateş, “İhlâs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2000).
2 Ahmed Ferîd, Tezkiyetü’n-nüfûs (Beyrut: Dâr’ul- Kalem, ts.), 13.
3 Ez-Zümer 39/11
4 Ez-Zümer 39/2
5 El-Beyyine 98/5
6 Sâd 38/82-83
7 Mustafa Çağrıcı, “Riyâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2008).
8 Kuşeyrî, er-Risale, s.446
9 Hûd 11/15-16
10 Nesâî, Cihâd, 24.
11 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, V, 185
12 Hâkim, Müstedrek, VIII, 2797 (4/306).
13 Tirmizî, Sıfatü’l-cennet, 25
Kasım 2023, sayfa no: 16-17-18
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak