Ara

İbâdetlerdeki Cemâat Rûhunu Hayâta Yansıtmak

İbâdetlerdeki Cemâat Rûhunu Hayâta Yansıtmak

İbâdetler, Allah için yapılır. İbâdetlere Yüce Allâh'ın ihtiyâcı yoktur. İbâdete ihtiyâcı olanlar bizleriz. İbâdetler bizi, Yüce Allâh'a yaklaştırır, hayâtımızı anlamlı hâle getirir ve bizi hayâta hazırlar. Her ibâdet, bizi yaşayacağımız hayâta hazırlayan bir tatbîkattır. Sözgelimi hac ibâdeti, kefenlere bürünüp mahşerde Rabbin huzûrunda toplanacağımız ânın provasıdır. Aynı şekilde hac ibâdetinde, bu dünyâ hayâtında Müslüman kardeşlerimizi tarağın dişleri gibi eşit görme uygulamasını gerçekleştiririz. İhrâma giren insanlar, kendilerini farklı gösteren dünyevî makam-mevkîlerinden, unvan ve üniformalarından sıyrılıp tekdüze bir kıyâfetin içerisinde bir araya gelirler. 

İslâm’ın temel ibâdeti namaz da öyledir. Tek başına kılınsa bile namazda asıl olan tüm organların hep berâber Huzurda hazır olmasıdır. Buna göre namaz, kalbin imâmetinde ona uyan el-ayak-göz-kulak-zihin-beyin, iç-dış tüm organların birlikte gerçekleştirdiği/gerçekleştirmesi gereken bir toplu ibâdettir. 

Cemâatle kılınan namaz ise bir ve berâber olmanın şekilsel ortaya konulmasıdır. Namazda saf olmak, saf saf dizilen melekler gibi Yüce Yaratan'ın huzûrunda durmak ve O’na bağlılığını bildirmektir. Saf saf dizilip birlikte ibâdet etmek, düzenli ve disiplinli bir şekilde hayâtı yaşamaya hazırlıktır. Seçkin bir imâmın/önderin ardında saf saf duran mü'minler, imâmın Allâhüekber komutuyla namazlarını kılarken, sosyal ve siyâsal hayatlarını meşrû zeminde emir-komuta disiplini içerisinde yapacaklarını deklare etmiş olurlar. Bu yüzden namazda safların sık ve düzgün tutulmasına, imamla berâber hareket edilmesine büyük önem verilmiştir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur:

“Saflarınızı düz tutun, omuzlarınızı bir hizaya getirin, boşlukları kapatın, kardeşlerinize yumuşak davranın. Aranıza şeytānın girmesine fırsat verecek açıklık bırakmayın. Safı birleştiren kimseye Allah rahmetini eriştirir, birleştirmeyenden rahmetini keser.” (Ebû Dâvûd, Salât 93) 

"Saflarınızı düzeltiniz, yoksa Allah Teâlâ'nın aranıza düşmanlık sokacağını iyi biliniz." (Buhārî, Ezân 71; Müslim, Salât 127) 

"İleri geri durmayınız. Sonra kalpleriniz de birbirinden farklı olur. İlk saflarda bulunanlara Allah rahmet, melekler de duā eder." (Ebû Dâvûd, Salât 93)

Şimdi şöyle bir düşünelim: Şeytānın bizi namazdan alıkoyan tüm çabalarına rağmen, şeytānı elimizin tersiyle bir kenara itmiş ve huzur bulmak için Huzurda durmuş ve namaz kılmışız. Peki şeytānın bu durumda bizimle ne işi olur? Namazda safların eğri ve düzensiz olması ile aramıza girecek düşmanlık arasında nasıl bir ilişki olabilir? Neden namazda safların bu kadar düzgün olmasına bu kadar özen gösterilmiştir? Rivâyetlere göre Peygamberimiz, namaza durmadan önce arkasındakileri sık sık saflarınızı sıkı ve düzgün tutun, boşlukları doldurun, yoksa aralara şeytanlar sızar diye uyarır, zaman zaman da safların başına geçerek ey falan sen biraz ileri dur, sen biraz geriye çekil diyerek insanları safa dizerdi.

Evet, namazda safların sık ve düzgün tutulması bu kadar önemlidir. Çünkü cemâatle namaz, günlük hayatta bir ve berâber olmanın bir tatbîkātıdır. Müslümanlar büyük-küçük, yaşlı-genç, kadın-erkek, zengin-fakir demeden namaz için cemâat olacaklar, tarağın dişleri gibi saflarda duracaklar ve bu rûhu namazdan sonraki hayatlarına yansıtacaklardır. Şâyet namazda bu cemâat rûhu gerçekleşmezse, namaz için toplanılır ama düzgün saflar hâlinde namaz edâ edilmezse, bu dağınıklık ve keşmekeşlik günlük hayatlarına da yansıyacaktır. Zîrâ namazda cemâat olmayı beceremeyenler, günlük hayatta bir ve berâber olmayı beceremeyeceklerdir. Bugün en fazla muhtâç olduğumuz birlik ve berâberlik rûhunun diri tutulamamasında, beynamazlık/bînamazlık ve namazları gereği gibi cemâatle kılamama kusûrumuz olduğunu unutmamalıyız. Beynamazlar yâhut namazları gerektiği gibi cemâatle kılamayanlar, sosyal hayatta birlik ve berâberliği nasıl sağlayacaklardır! Tıpkı şâirin dediği gibi: Bir ferdi bir ferdine kaynamaz; Bu halle utanmadan, câmide saf saf namaz! 

Bir de Kur’ân-ı Kerîm'de cephede kılınması târif edilen korku namazı vardır ki pek çok ibret ve dersle doludur:

Yolculuk ettiğinizde, kâfirlerin size bir fenâlık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur. Zîrâ kâfirler, size apaçık düşmandırlar.

Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle berâber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan öbür kısım gelsin, seninle berâber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silahlarını alsınlar. Kâfirler size ansızın bir baskın vermek için, silah ve eşyânızdan ayrılmış bulunmanızı dilerler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat dikkatli olun. Allah kâfirlere şüphesiz ağır bir azap hazırlamıştır.

Namazı kıldıktan başka, Allâh'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlere farz kılınmıştır. (Nisâ 4/101-103) 

Âyetlerden çıkartılabilecek dersleri şöyle özetleyebiliriz:

Yolculukta, hastalıkta, savaşta namaza ara verilmez. Bu hallerde namaz kısaltılır, nasıl kolaya gelirse öyle kılınır, ama sonraya bırakılmaz. Zîrâ namaz, bizleri hayâtın zorluklarına hazırlayan bir dolum ameliyesidir.

Namazı kısaltma nicelik ve nitelikte kısaltma olabilir. Buna göre dört rekatlı namazların iki rekat kılınması yâhut namazın rükünlerin kısa tutulması, kıyâmı oturarak yâhut binit üzerinde kılma şeklinde anlamak da mümkündür.

Cephede, düşmanın saldırma tehlikesi söz konusu olduğu zaman bile namaz kılınır, hem de cemâatle kılınır ve orduda herhangi bir ayrımcılığa meydan vermemek için bir tek komutanın/başkomutanın ardında namaz kılınır. Bazı âlimler bu uygulamanın bütün Müslümanların Hz. Peygamberin ardında namaz kılma şerefine ermeleri için peygamber dönemine âit olduğunu söyleseler de hüküm sonraki dönemleri de kapsar. Nitekim sahabe Peygamberimizden sonra da cephelerde tek imâmın ardında korku namazını kılmışlardır. Burada önemli olan Müslümanların namazda olduğu gibi, namaz hâricinde de tek bir imâmın etrâfında kenetlenmeleri, cemâat olmalarıdır. 

Namazdaki yekvücut hal, hayâta yansıyacak, Mü'minler tek vücûdun organları gibi olacaklardır. Müfessirimiz Elmalılı’nın dediği gibi mü'minlerin namazları ne kadar düzenli olursa, durumları da o oranda düzenli olur. Namaz hem bir intizam sağlama yolu hem de rahatlama amacıyla yapılan bir şükran borcudur. Korku hâlinde kılınırsa ümîdi, emniyet hâlinde kılınırsa neşe ve isteği artırır. 

İbâdetler hayâtınızı yaşamaya engel değil, huzurlu bir hayâta katkı sağlar. O halde ibâdetleri hayâta, çalışıp üretmeye engel görmeyin. Tam tersine ibâdetler size hayâtı planlı, programlı bir şekilde yapma alışkanlığı kazandırır. Zamânı değerlendirmeyi, vakti yönetmeyi öğretir. 

İnsan, fiziken üç halde bulunur: Ayakta, oturur halde yâhut yatar halde. Âyette her üç halde her hâlükârda Allâh'ı zikir/namaz emredilmiş, her hâl ü kârda O’nunla irtibatlı olunması istenmiştir. 

Buna göre Müslüman keyfi yetince, canı çekince değil, Allah ve Rasûlünün belirlediği vakitlerde namazı kılmalı, sürekli O’nu (cc) anıp O’nunla irtibatlı bir hayat yaşamalıdır. Zîrâ namaz, kulluk borcu, bunca nimetlerine karşılık teşekkür göstergesidir.

Korku namazı, her hâl ü kârda namaz kılmanın gereğini, namazı cemâatle kılmanın önemini ve ümmetin tek bir imam etrâfında kenetlenmesinin ehemmiyetini ortaya koymaktadır. 

Nitekim şu ve benzeri hadisler ümmet olarak bir ve berâber olmayı, meşrû zeminde tek bir imâmın etrafında kenetlenmeyi, ayrılık ve gayrılık peşinde olmamayı bizlere emretmektedir: 

"Kim itâatten dışarı çıkar ve cemâatten ayrılır ve bu hâlde ölürse, câhiliyye ölümü ile ölür.” (Müslim, İmâre 53)

"Her kim bir eli itâatten çıkarırsa, kıyâmet günü (kendini savunacak) hiç bir hüc­ceti/delîli olmadığı hâlde Allâh'ın huzûruna çıkar. Ve her kim boynunda bir bîat olmadığı hâlde (bir halîfeye biat etmeden) ölürse, câhiliyye ölümü (gibi bir ölüm) ile ölür.” (Müslim, İmare 58) 

“Üç kişi yolculuğa çıkarlarsa, aralarından birini başkan seçsinler!” (Ebû Dâvûd, Cihâd 80) “Dünyânın ücrâ bir köşesinde de olsa, üç kişinin, içlerinden birini kendilerine emir tâyin etmeden yaşamaları doğru olmaz.” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 177) 

“Allâh'a isyân olan bir işte yaratılmışa (kula/emîre) itâat yoktur!” (Ahmed bin Hanbel Müsned I,129) “İtâat mârufta, iyilik ve haktadır.” (Buhārî 9/4036) 

Son sözü de büyük sahâbî Abdullah b. Mes'ûd söylesin:

Cemâat, bir kişi de olsa, hakta birleşmiş kimseler topluluğudur.

Eylül 2024, sayfa no: 8-9-10-11

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak