İlk nefesten son nefese kadar her insanın kalbini çalıştıran, kanını dolaştıran, saçından tırnağına kadar her hücresini yöneten Allâh’a her saniye ve salisede kulluk yapmak bizim görevimizdir.
Hava gibi, su gibi demeyeyim, havadan, sudan daha fazla muhtaç olduğumuz ibâdet, bizim kemiğimizdeki ilikten daha önemli ve öncelikli gıdamızdır.
İliğimiz, suyumuz, havamız bir ömür boyu bize fayda sağlarken, ibadetimiz, iki dünyamızı güzelleştiren gıdamızdır.
“İbâdet” deyince hemen aklımıza Namaz, Oruç, Hac ve Zekâtın gelmesi iyidir ama yetersizdir. Kelime-i şehadetle beraber bunlar İslâm binasının ana direkleridir.
Bina, dört duvar ve bir çatıdan meydana gelmez. Bunun sıvası, süslemesi, ihtiyaca göre donatılması, göz zevkimizi okşaması için görsel tarafına da ağırlık verilmesi gibi bu beş ana unsurun yürürken kibirlenmeden, kimseyi aşağılaman, dururken kimseye engel olmadan, konuşurken gönül kırmadan, selâm verirken ayırım yapmadan, yediğinde haram, dediğinde yalan olmadan, seni gören herkesin güven duymasını sağlayarak bir hayat sürmeniz uykunuz dâhil her anınızın ibâdet içinde olması demektir.
İbâdeti yalnız namaz kılıp oruç tutmakla ve şıhı tarafından verilen zikirleri yerine getirmekle sınırlı tutanların ticarette, siyasette, komşuluk ilişkilerinde sosyal hayatta kötülükler sergilemesi ve İslâm dışı yaşayanlarla bin konuda benzerlik arz derken beş konuda Müslüman görülmesi hem “ibâdet” kelimesini kirletiyor, hem toplumu kirletiyor.
Kur’ân-ı Kerîmimiz altı binin üzerindeki ayetleriyle, sevgili Peygamberimiz’in (sav) sünnetiyle bir İslâm binası kuruluyor, süsleniyor, bu dünyayı güzelleştirdiği gibi âhiret hayatını da güzelleştiriyor.
Altı bin küsur ayetten altı tanesiyle yetinmek, “İslâm işte budur” diye iddia etmek hem İslâm’a hem Müslümana, hem yedi milyar insana haksızlık yapmaktır.
“7/24 saat hizmet” reklamı hoşuma gider.
Her insana en lazım olan şey, 7/24 saat ibâdettir.
Orduların sınırlarda düşmanın içeri sızmasını önledikleri gibi ibâdetlerimiz de her an şeytanların ve şeytanlaşmış insanların içimize girmesini gönül denizimizi kirletmesini engellerler.
“Lâ İlâhe İllallah, Muhammedün Rasûlüllah” Allah’tan başka yaratan, yaşatan yoktur, Muhammed O’nun Rasûlü’dür” zikrimiz, nefis dünyamızda şeytanın diktiği paçavrayı indirmek ve yerine İslâm Bayrağını dikmektir.
Beş vakit namazda işçi, işveren, er general, öğrenci öğretmen, işçi, aşçı her Müslümanın bir araya gelmesini sağlamak, halk hareketinin hakkın emri etrafında olabileceğini ilan etmektir.
Her kesimden Müslüman’ın aynı yöne dönerek, omuz omuza vererek, yaratanın huzurunda O’nun emirlerini yerine getirmeleri, halk hareketini ayda, senede değil günde beş vakit tazelenmesini gösterir.
Her ırktan Müslüman’ın hep birlikte aynı safta “Allâhu Ekber “En büyük Allahtır” diyerek el bağlamaları, ırkçılık hastalığının ilacının batıdan getirilen ilaçlarla olmayacağını batıyı da yaratanın kurallarına göre olacağını, büyük olanın hepimizi yaratan olduğunu, kimsenin diğerinden üstün olmadığını, üstünlüğün Allâh’ın koyduğu kanunlara uyumla sağlanabileceğini gösterir.
Zikriyle, fikriyle, eylemiyle, işiyle her şeyiyle Rabbin koyduğu kurallara göre hareket eden bir Müslüman her anında ibâdet halindedir.
Müslüman, bir anlık tefekküründe, ömrün kısalığını, arzu ve isteklerinin uzadığını, ecelin yaklaştığını, malın kabir başına kadar gelebileceğini, kabirde ancak îman ve güzel amellerin onunla beraber olacağını düşünüverse kendine gelecek ve Rabbine olan kulluğunu artırıp nefsine veya kendi gibi birilerine kul olmaktan kurtulacak.
Tefekkürün ibâdet olduğunu haber veren İslâm dini, hayatımızın her anını hava gibi sarmalı, bir anlığına onsuz yaşayamayacağımızı bilmeli ve ona göre yaşamalı.
Ceylan Yıldız (Hanımefendi Dergisi Mart 2017)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak