Ara

Hz. Ümmü Gülsüm (r.anhâ): Sabır ve Edep İncisi / Tuğba Çakır

Hz. Ümmü Gülsüm (r.anhâ): Sabır ve Edep İncisi / Tuğba Çakır

Resûlullah Efendimiz’in (sav) üçüncü kızı olan Hz. Ümmü Gülsüm (r.anhâ), karanlık bir dönemde, henüz peygamberlik gelmeden Mekke’de dünyaya geldi. O günlerin toplumsal yapısı, kız çocuklarına değer vermeyen, onları hor gören ve çoğu zaman varlığını utanç vesilesi sayan bir câhiliyet anlayışıyla yoğrulmuştu. Kureyş’in ileri gelenleri bile, “Muhammed’in oğulları yaşamıyor, sadece kızları yaşıyor.” diyerek küçümseyici ve alaycı sözler sarf ediyorlardı. 

Hâlbuki farkında değillerdi ki, o kız çocukları Allah’ın nuruyla aydınlanacak yeni bir çağın müjdecileri olacaktı. Onlar iffetin, sabrın ve edebin sembolü olarak İslâm toplumunun temellerini atacaklardı. Aslında bu hâdise, Rabbimizin câhiliyet zihniyetine verdiği ilahî bir cevaptı: O toplumun hor gördüğü kız çocukları, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber’in (sav) hanesinde yetişecek, insanlığa ışık saçacaktı.

İşte böyle bir anlayışın hâkim olduğu günlerde doğan Ümmü Gülsüm (r.anhâ), nur yüzlü, güzel bir çocuktu. Yüzündeki dolgunluk ve letafetten dolayı kendisine “Ümmü Gülsüm” adı verildi. Çocukluk yıllarında ablası Rukıyye ile adeta ikiz gibi büyüdü; sevinçleri de acıları da çoğu zaman ortak oldu. 

O dönemin insanları kız çocuklarını yük ve utanç olarak görürken, Peygamber Efendimiz (sav) bunun tam aksine kız evladını şeref vesilesi sayardı. Onları rahmet gözüyle bağrına basar, sevgi ve hürmetle muamele ederdi. Bir kızı eve girdiğinde ayağa kalkar, yanaklarından öper, onu en güzel yere oturturdu. Kız evladı olmayı bir eksiklik değil, Allah’ın bir lütfu olarak kabul ederdi. Bu yönüyle, câhiliyetin karanlık anlayışını fiilen reddetmiş, kıyamete kadar gelecek bütün babalara kız çocuklarının nasıl bir rahmet vesilesi olduğunu göstermişti. 

İşte Hz. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) da böyle bir baba terbiyesinde yetişti. Onun hayatı, bir Peygamber kızının biyografisi olmanın yanında İslâm’ın kız çocuklarına bahşettiği izzetin de canlı bir şahidiydi. 

İlk İmtihanlar

Ümmü Gülsüm (r.anhâ), annesi Hz. Hatice (r.anhâ) ve kız kardeşleriyle birlikte İslâm’ın nuruyla ilk şereflenenlerdendi. Henüz peygamberliğin ilk yıllarında imanla tanışmış, o nurlu yolun ağır yükünü omuzlamıştı. Ebû Leheb’in oğlu Uteybe ile nikâhlanmıştı. Fakat “Tebbet Sûresi” nazil olunca Ebû Leheb öfkeyle oğullarına: “Muhammed’in kızlarını boşayın!” diye emretti. Onlar da babalarının sözünü dinleyerek nikâhlarını feshettiler. Böylece Resûlullah’ın (sav) gonca gülleri, iman nasibinden mahrum kalmış müşrik ellerden kurtulmuş oldu. 

Sabrın Çilesi

Ablasının Hz. Osman (ra) ile evlenerek Habeşistan’a hicreti üzerine, Ümmü Gülsüm (r.anhâ) kardeşi Hz. Fâtıma ile birlikte Mekke’de babasının yanında kaldı. Ablalarının evlenip ayrılmasıyla evin işleri ona kaldı. Ancak bu sırada Müslümanlar için çileler daha da ağırlaşmıştı. Mekke müşrikleri, Haşimoğulları ve Müslümanları üç yıl sürecek ağır bir boykotla Ebû Tâlib mahallesinde adeta hapis hayatına mahkûm ettiler. Açlık, yokluk ve yalnızlık onları tüketiyordu. 

Bu zor günlerde Ümmü Gülsüm (r.anhâ), küçük yaşına rağmen sarsılmaz bir metanet gösterdi. Annesinin gözyaşlarını silmeye, babasının kalbini teskin etmeye çalışıyordu. Bir defasında annesine dönerek: “Üzülme anneciğim, Allah her şeye kadirdir. Bu çilelerin de bir sonu var.” diyerek sabır telkin etmişti. O söz, sadece annesini değil, çevresindekileri de teselli eden bir iman nişanesiydi. 

Annenin Gidişi

Bütün bu çileler en çok da Hz. Hatice’yi yormuştu. Hastalanarak yatağa düştü. Başucunda Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma nöbetleşe hizmet ettiler. Hicretin onuncu yılı Ramazan ayında hastalığı ağırlaştı. Ramazan’ın onuncu günü, “Ondan daha hayırlı bir eş yoktur.” övgüsüne mazhar olan Hatice annemiz ruhunu Rabbine teslim etti. 

Hz. Hatice’nin vefatından sonra Ümmü Gülsüm’ün yükü daha da arttı. Evin ablası olarak sorumluluk ona kaldı. Babasının davet yolunda çektiği sıkıntılara yakından şahit oluyor; hem kardeşlerine hem de evin işlerine yetişmeye gayret ediyordu. 

Hicret ve Yeni Hayat

Mekke artık Müslümanlar için yaşanmaz hâle gelmişti. Hicret izni verilince Resûlullah Efendimiz (sav) Medine’ye göç etti. Kısa bir süre sonra ailesi de peyderpey Medine’ye getirildi. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) bu hicretle birlikte yepyeni bir döneme adım atmış oldu. 

Medine’ye vardığında ablası Hz. Rukıyye hastalıkla mücadele ediyordu. Onun başında gece gündüz hizmet etti. Fakat kader hükmünü icra etti; Bedir Zaferi’nin müjdesi Medine’ye ulaştığı günlerde Hz. Rukıyye ruhunu teslim etti. Bu kayıp hem Resûlullah’ı (sav) hem de aileyi derinden yaraladı.

İki Nur Sahibinin Bahtiyarlığı

Hz. Osman (ra), Hz. Rukıyye ile çileli ama huzurlu bir hayat yaşamıştı. Onun vefatından sonra büyük bir hüzne boğuldu. Yakınları evlenmesini tavsiye etse de, “Rukıyye’nin yerini kimse dolduramaz.” diyerek reddetti. Bir gün Hz. Osman, gönlü kırık hâlde Efendimiz’in (sav) huzuruna geldi ve:
“Yâ Resûlallah! Kızınızın vefatıyla yalnız kaldım. En çok da sizinle olan hısımlık bağımın kopması beni üzüyor.” dedi. 

O sırada Cebrâil (as) geldi ve Allah’ın emrini bildirdi: Ümmü Gülsüm (r.anhâ), Osman’a nikâhlanacaktı. Bu müjdeyle Hz. Osman’ın gönlü ferahladı. Hazırlıklar tamamlandı ve hicretin üçüncü yılı Rebiülevvel ayında nikâh kıyıldı. Böylece Hz. Osman, ikinci kez Resûlullah’ın (sav) damadı oldu. Bundan sonra “Zinnûreyn – iki nur sahibi” unvanıyla anıldı. 

Huzurlu Yıllar

Ümmü Gülsüm (r.anhâ), hicretin üçüncü yılında Hz. Osman (ra) ile evlenmiş, ondan sonra geçen altı yıl boyunca hem huzur hem de sabırla yoğrulmuş mesut bir hayat sürmüştü. Yeryüzünün en seçkin hanesinden yetişmiş bir edep incisi olarak, Hz. Osman’ın evinde vakarını, nezaketini ve Resûlullah (sav) terbiyesini aynen devam ettirdi. 

Onların yuvası dışarıdan bakıldığında sade ve mütevazıydı; fakat içinde sevgi, muhabbet ve Allah’a teslimiyetle doluydu. Hz. Osman’ın vakar dolu duruşuna, Ümmü Gülsüm’ün sabrı ve inceliği eşlik ediyordu. O, eşiyle birlikte Resûlullah’ın (sav) en yakın destekçilerinden biri oldu. Hudeybiye’de Müslümanların Efendimiz’e (sav) bağlılıklarını ilan ettikleri “Bey’atü’r-Rıdvan”da hazır bulundu. Bu tarihi andaki sarsılmaz sadakati, onun Resûlullah’a (sav) olan bağlılığını bir kez daha ortaya koydu. 

Ardından kaza umresine katıldı, Mekke’nin fethinde Resûlullah’ın (sav) yanında yer aldı. Böylece İslâm’ın dönüm noktalarına fiilen şahit olmuş, hem aile hayatıyla hem de duruşuyla ümmete örnek olmuştur. 

Son Günler

Hicretin dokuzuncu yılında hastalandı. Babası ve eşi Tebük Seferi’nde olduklarından yanında değillerdi. Hastalığı ağırlaştıkça kardeşi Fâtıma ve hanım sahabiler gözyaşlarıyla başucunda beklediler. Henüz 27 yaşındaydı ve çocuğu olmamıştı. Son nefesini vermek üzereyken İslâm ordusunun sağ salim döndüğü haberi geldi. Bir an için ferahladı, fakat çok geçmeden ruhunu Rabbine teslim etti. 

Resûlullah Efendimiz (sav) kızının vefatını derin bir hüzünle karşıladı. Hanım sahabiler Ümmü Gülsüm’ü yıkayıp kefenlediler. Cenaze namazını bizzat Resûlullah (sav) kıldırdı. Dua ve gözyaşları arasında ablaları Zeynep ve Rukıyye’nin yanına, Baki‘ Kabristanı’na defnedildi. 

Hz. Osman’ın Mahzunluğu ve Resûlullah’ın Tesellisi

Ümmü Gülsüm’ün (r.anhâ) vefatı, Hz. Osman’ı (ra) derinden yaraladı. O, hem sevgi dolu bir eşini kaybetmişti hem de Resûlullah (sav) ile kurulan akrabalık bağının ikinci defa kopmasıyla büyük bir hüzne boğulmuştu. Sessiz, vakur ve mahzun duruşunun ardında tarifsiz bir acı gizlenmişti. 

İşte bu derin üzüntü anında Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav), damadının gönlünü almak için ona teselli olacak sözler söyledi: “Ey Osman! Eğer bir kızım daha olsaydı, yine seni onunla nikâhlardım.” 

Bu söz, Hz. Osman için yalnızca bir teselli değil, aynı zamanda onun Allah Resûlü’nün (sav) gönlünde ne kadar kıymetli bir yeri olduğunun da göstergesiydi. Aynı zamanda bu ifade, Ümmü Gülsüm’ün (r.anhâ) ne kadar değerli ve yüce bir hanımefendi olduğunu ortaya koyuyordu.

Resûlullah’ın (sav) kızlarıyla evlenme şerefine eren Hz. Osman, ümmetin içinde “Zinnûreyn – iki nur sahibi” unvanıyla anılırken, Ümmü Gülsüm de genç yaşına rağmen sabrı, edebi ve vakarıyla bu unvana ayrı bir güzellik katmıştı. 

Kısa ömrünü sabırla, vakar ve edep içinde geçiren Ümmü Gülsüm (r.anhâ), Resûlullah’ın (sav) terbiyesinde yetişmiş bir edep incisi, çilelerle yoğrulmuş bir sabır kahramanı olarak tarihe geçti. O, her Müslüman kadına iffetin ve sabrın ne demek olduğunu gösteren eşsiz bir örnektir. 

Allah Teâlâ, Ümmü Gülsüm annemizin ruhunu şâd eylesin. Bizleri de onun sabrından, edebinden ve teslimiyetinden nasipdar kılsın. Âmin.

Eylül 2025, sayfa no: 12-13-14

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak