Hz. Rukiyye (r.anhâ), Peygamber Efendimiz’in (sav) mübarek evlâtlarından biriydi. Hicretten yaklaşık yirmi yıl önce, Mekke’nin zorlu, karanlık ve zulümle yoğrulmuş günlerinde dünyaya gözlerini açtı. O dönemde kız çocuğu doğurmak utanç sayılırken, Resûlullah (sav) kızlarını birer nimet, birer emanet ve birer rahmet olarak gördü. Onları bağrına bastı, sevgiyle sarıp sarmaladı; saygı ve itina ile büyüttü. Kız babası olmanın izzetini ve şerefini, çağın çarpık zihniyetine karşı dimdik bir duruşla ortaya koydu.
Allah Resûlü’nün (sav) kızları, onun gönlünde ayrı bir yere sahipti. Onlara gösterdiği şefkat sadece bir baba merhameti değil; ümmete örnek olacak bir ahlâk modeliydi. En güzel sözleri onlar için seçer, gönüllerini hoş etmek için en nazik ifadeleri kullanırdı. Her biriyle özel olarak ilgilenir, hâllerini sorar, ihtiyaçlarını kendi elleriyle karşılamaya çalışırdı. Hz. Rukiyye (r.anhâ) hastalandığında, geceleri uykusunu bölüp evine gider, başucunda dua eder, gözlerinden öperdi.
Hz. Rukiyye (r.anhâ), böylesine yüce bir babanın ve Hz. Hatice (r.anhâ) gibi dirayetli, vakur ve asil bir annenin gölgesinde yetişti. Aile ortamı onun için adeta bir mektepti. Edeb ve zarafeti annesinden öğrendi; merhameti, tevazuu ve rahmeti ise babasının hayatında gördü. Baba ocağı, onun için sevgi, nezaket ve incelikle örülmüş ilk durağın adıydı.
Kız kardeşleriyle birlikte büyüyen Hz. Rukiyye’nin (r.anhâ), özellikle Ümmü Gülsüm ile arasında güçlü bir bağ vardı. Adeta kaderleri birbirine kenetlenmişti; yaşları, mizaçları ve yazgıları birbirine benzerdi. Aynı evde, aynı duaya, aynı terbiyeye ve aynı merhamet iklimine birlikte mazhar oldular. Aralarındaki bu derin sevgi, Allah Resûlü’nün (sav) evinde yeşeren ilahî atmosferin en temiz meyvesiydi.
Böylece Hz. Rukiyye (r.anhâ), hem bir peygamberin kızı hem ümmete örnek bir mümine hem de nezaketin timsali bir hanımefendi olarak hayatına adım attı.
Cahiliyenin Gölgesinde Bir Nikâh
Henüz vahiy inmemişti. Bu dönemde, Ebû Leheb’in oğlu Utbe ile nişanlandı. Aynı şekilde kardeşi Ümmü Gülsüm de diğer oğlu Uteybe ile nişanlanmıştı. Ancak çok geçmeden Allah Teâlâ vahyini Peygamberimize (sav) indirdi ve İslâm daveti başladı. Resûlullah (sav), insanları açıkça tevhîde çağırınca Ebû Leheb ve eşi büyük bir öfkeyle karşılık verdi. Leheb Sûresi’nin nazil olmasıyla düşmanlıkları daha da arttı. Bu öfkeyle Resûlullah’ın (sav) kızlarını oğullarına haram saydılar ve boşanmalarını sağladılar.
Bu durum ne Peygamber Efendimiz (sav) ne de Hz. Rukiyye (r.anhâ) için bir kayıptı. Aksine, bu evin temizliğine ve paklığına Allah tarafından vurulan bir mühürdü adeta.
Hz. Osman ile Yeni Bir Hayat
Allah, Rukiyye’nin (r.anhâ) gönlünü nurdan bir eşle şereflendirdi: Hz. Osman b. Affân (ra). İslâm’ın ilk saflarında yer alan, haya timsali, iffetli, halim, cömert ve yüksek ahlâk sahibi bir insandı. Mekke’nin itibarlı ailelerinden gelen Hz. Osman (ra), nübüvvetin ilk günlerinde iman ederek kalbini Allah’a teslim etmişti. Onun gönlünde dünya malına karşı bir tutkunluk değil, yalnızca Allah’a ve Resûlü’ne (sav) duyduğu sadakat vardı. Bu yönüyle Allah Resûlü’nün (sav) gönlünde de özel bir yer edinmişti.
Efendimiz (sav), kızlarını birine vermeden önce onun dindarlığına, ahlâkına ve edebine bakardı. Hz. Osman’da (ra) ise bu faziletlerin her biri fazlasıyla mevcuttu. Bu sebeple gönül rahatlığıyla Hz. Rukiyye’yi (r.anhâ) onunla nikâhladı. Bu evlilik yalnızca bir akrabalık bağı değil, aynı zamanda bir kalp beraberliği ve dava ortaklığıydı. Hz. Osman (ra), hem Resûlullah’ın (sav) damadı hem de en yakın sırdaşı olmuştu.
Zünnûreyn: İki Nurun Damadı
Hz. Osman’a (ra) “Zünnûreyn” yani “iki nur sahibi” unvanı verildi. Zira o, önce Hz. Rukiyye (r.anhâ) ile evlenmiş, onun vefatının ardından ise Allah Resûlü’nün (sav) diğer kızı Ümmü Gülsüm (r.anhâ) ile nikâhlanmıştı. Bu, Allah Resûlü’nün (sav) kimseye nasip olmayan bir iltifatıydı. Peygamber Efendimiz (sav), bu yakınlığı şu sözleriyle ifade etmişti:
“Eğer üçüncü bir kızım olsaydı, onu da Osman’a verirdim.”
Hz. Osman’ın (ra) Resûlullah’a (sav) damat oluşu, onun dindarlığının ve güvenilirliğinin en açık göstergesidir. Zira bir peygamber, kızını sıradan birine değil; en güvenilir, en temiz kalpli ve güzel ahlâklı birine emanet ederdi. Hz. Osman (ra) bu güvene layık olmuştu. Hz. Rukiyye (r.anhâ) ile evliliği yalnızca bir dünya beraberliği değil, aynı zamanda cennet yolculuğunda bir yoldaşlıktı.
Habeşistan’a Hicret: İmanla Göçen Kalpler
Mekke’deki zulüm ve baskılar her geçen gün artıyordu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), ashâbından bazılarına Habeşistan’a hicret etmelerini tavsiye etti. Hz. Osman (ra) ve Hz. Rukiyye (r.anhâ), bu çağrıya ilk uyanlardan oldular. Böylece İslam tarihinde “ilk hicret eden aile” unvanını aldılar. Allah Resûlü (sav) onları uğurlarken şöyle buyurdu:
“Hz. Lût’tan ve Hz. İbrâhim’den sonra ailesiyle birlikte Allah’a ilk hicret edenler bunlardır.”
Henüz genç yaşta vatanını, ailesini ve baba ocağını geride bırakan Rukiyye (r.anhâ), yalnızca Rabbine güvenerek bu zorlu yola çıktı. Habeşistan’daki hayatları ise sükûnet içinde geçti.
Medine’ye Hicret ve Anne Oluşu
Medine’ye hicretin ardından İslam devleti kuruldu, Mescid-i Nebevî inşa edildi. Hz. Rukiyye (r.anhâ), bu yeni dönemde Hz. Osman (ra) ile birlikte huzurlu bir yuva kurdu. Bir oğulları dünyaya geldi. Efendimiz (sav), torununa “Abdullah” ismini verdi.
Ne var ki kader, onları yine bir imtihanla sınadı. Rivayete göre, daha önce Habeşistan’da düşük yapan Hz. Rukiyye (r.anhâ), bu sefer de doğan oğlunu kaybetti. Henüz iki yaşındayken, bir horozun yüzüne saldırması sonucu küçük Abdullah vefat etti. Rukiyye (r.anhâ) bir kez daha evlât acısını derin bir sabırla yaşadı.
Bedir Günlerinde Hastalık
Hicretin ikinci yılında, Medine’ye saldırmak üzere harekete geçen müşriklere karşı Bedir Gazvesi hazırlıkları yapılıyordu. Bu esnada Hz. Rukiyye (r.anhâ) kızamığa yakalandı ve hastalığı hızla ağırlaştı. Onun çektiği acılar, Allah Resûlü’nün (sav) yüreğini derinden sızlattı. Bedir’e katılmak üzere hazırlanan damadı Hz. Osman’a (ra) şu sözlerle seslendi:
“Bedir’e değil, kızım Rukiyye’nin yanına git. O sana şimdi daha çok muhtaç.”
Bu sözler yalnızca bir eşe yönelik tavsiye değildi; bir damadın değeri, sorumluluğu ve Resûlullah’ın (sav) gözündeki kıymetinin açık bir göstergesiydi. Zira Allah Resûlü’nün (sav) nazarında Hz. Osman (ra), sıradan bir damat değil; imanla yoğrulmuş bir gönül eri, haya timsali bir kul, her yönüyle örnek bir mümin idi. Kızının yanına gitmesini istemesi, hem Rukiyye’ye (r.anhâ) gösterilen vefanın bir takdiri hem de Hz. Osman’a (ra) duyulan derin güvenin ve muhabbetin bir ifadesiydi.
Hz. Osman (ra), Resûlullah’ın (sav) sözleri karşısında sessiz kaldı. Bu sessizlik, tevekkülün ve teslimiyetin ta kendisiydi. Kalbinde Bedir’e katılamamanın hüznü elbette vardı; fakat Allah Resûlü’nün (sav) buyruğu, onun için her şeyin üzerindeydi. Çünkü o, Allah ve Resûlü uğruna yaşamayı kendine şiar edinmişti. Cihad meydanına değil, sabırla yoğrulmuş bir başka imtihan alanına gidiyordu ve bunu gönülden kabul etti.
Hz. Rukiyye’nin (r.anhâ) yatağı başında artık dua, gözyaşı ve tevekkül vardı. Her anında eşiyle geçen hatıralar, zihninde bir sabır çiçeği gibi açıyordu. Hz. Osman (ra), bu narin emaneti —Resûlullah’ın (sav) en kıymetli emanetlerinden birini— son anına kadar şefkatle sarıp sarmaladı.
Hakk’a Vuslat
Hz. Rukiyye (r.anhâ), Ramazan’ın son günlerinde ruhunu Rahman’a teslim etti. Henüz yirmi iki yaşındaydı. Peygamberimizin (sav) vefat eden ilk kızı olarak tarih sayfalarına geçti. Cenazesini Ümmü Eymen yıkadı. Namazını Hz. Osman (ra) kıldırdı. Medine halkı, onu gözyaşlarıyla Bakî Mezarlığı’na uğurladı.
O sırada Peygamber Efendimiz (sav), Bedir Savaşı’ndaydı; bu nedenle cenazeye katılamadı. Ancak Medine’ye döner dönmez, doğruca kızının kabrine gitti. Uzun uzun dua etti. Ardından Hz. Osman’ın (ra) evine uğrayarak onu teselli etti. Evde kadınlar feryat ediyordu. Hz. Ömer (ra), ağlayanları susturmak istedi. Ancak Allah Resûlü (sav), rahmet yüklü sesiyle şöyle buyurdu:
“Ey Ömer! Bırak onları, kendi hâllerine bırak. Göz ve kalple yapılan duygusal ifade Allah’tandır. El ve dille olursa, o şeytandandır.”
Hz. Rukiyye (r.anhâ), genç yaşta bu dünyadan ayrıldı. Ancak geride öyle bir iz bıraktı ki; bu iz, yüzyıllar sonra bile sürülmeye devam etti. O, iffetin, sabrın ve fedakârlığın adıdır. Vahyin gölgesinde yetişmiş; nebevî terbiyeyle incelmişti. Hz. Osman’a (ra) bağlılığı, hicretle olan imtihanı, evlât kaybıyla sınanışı ve hastalıkla gelen vedası, imanındaki derinliği ve teslimiyetin yüceliğini açıkça gösteriyordu.
Bugün, genç kızlarımızın, annelerimizin, müminlerin rehberliğe en çok ihtiyaç duyduğu bir çağda; Hz. Rukiyye’nin (r.anhâ) hayatı bize sessiz ama etkileyici bir ders bırakıyor: Hayat, yalnızca uzun yaşamakla değil; Allah için yaşamakla anlam kazanır.
Rabbimiz! Hz. Rukiyye’yi (r.anhâ), sâlih kullarınla birlikte cennetin en güzel makamlarına eriştir. Bizlere de onun edebinden, ahlâkından, sabrından ve teslimiyetinden nasip eyle. Âmin.
Ağustos 2025, sayfa no: 18-19-20
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak