Ara

Hz. Peygamber’i Tanıma, Anlama ve Modelleme Noktasında Sûfîler:

  Hz. Peygamber’i Tanıma, Anlama ve Modelleme Noktasında Sûfîler: Sûfîlerin Hadis/Sünnet Anlayışı Fatih Çınar İslâm’ın iki temel kaynağından birisi olan hadîs ilmi fıkıh, kelâm, İslâm târihi ve diğer İslâmî disiplinler için olduğu kadar tasavvuf için de son derece önemlidir. Hz. Peygamber döneminden itibâren büyük ölçüde sözlü kısmen de yazılı olarak nakledilmeye başlanan hadis/sünnet ‘Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri’ şeklinde tanımlanmıştır.1 Sahabe döneminden itibâren, ilim dalları branşlaşma sürecine girinceye kadar ‘ilim’ denilince ‘hadis’ akla gelmekteydi. Bu açıdan bakıldığında ilk dönemlerde ‘zâhid’ ve ‘âbid’ şeklinde anılan sûfîlerin sıkı bir şekilde hadis ilmiyle münâsebetlerinin olduğunu ifâde edebiliriz.2 Bu süreçte muhaddis ve sûfî kişilikleri ile tanınan birçok ismin ‘Kitâbu’z-Zühd’3 türü eserler kaleme almaları bu tezi destekleyen önemli bir veridir.4   Gerek tasavvufun kendine has yapısıyla teşekkül etmeye başladığı süreçte ve gerekse günümüze kadar devâm eden zaman zarfında sûfîlerin hadîse olan ilgileri azalmadan devâm etmiştir. İlk dönem ‘âbid-zâhid’ şeklinde ve ilerleyen aşamalarda ‘sûfî’ olarak isimlendirilen kimselerin hadîse bakış açıları yâni hadîsi tanıma, anlama ve Hz. Peygamber’i modelleme noktasında kendilerine has bâzı yöntemler geliştirmeleri sebebiyle zaman zaman eleştirildikleri de olmuştur.5   MÂNEVÎ İLERLEME İÇİN HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETİNE İTTİBÂ ŞARTTIR ZÂHİRÎ ÂDÂB BÂTINÎ AHLÂKA DELÂLET EDER Hayâtın merkezine Hz. Peygamber’i koyup O’nun yaşadığı gibi bir hayat yaşayabilmenin sevdâsını süren sûfîler, Hz. Peygamber’in standartlarına uymayan hiçbir şeyi asla tasvip etmemişlerdir. Sûfîlere göre, söz ancak amelle; söz ve amel niyetle; söz, amel ve niyet ise ancak sünnete uyularak müstakîm hâle gelebilir.6 Ahmed b. Ebi’l-Havari’nin (ö.246/860) ‘Sünnete bağlı olmayanın ameli bâtıldır. Boşuna emek ve zahmettir’ sözü sûfîlerin sünnete bakışlarını genel olarak ortaya koyan bir tesbittir. Havâri’nin bu sözünü Ebu Osman Hîrî (ö.298/910) şu sözleri ile desteklemiştir: ‘Nefsine söz ve davranış olarak sünneti emredebilen kimse hikmet konuşur. Nefsini kavlen ve fiilen hevâ ve heveslerinin esîri hâline getirenin ağzından ise ancak bid’at çıkar. Çünkü Allah Teâlâ, ‘O’na itaat ederseniz doğruyu bulursunuz’7 buyurmuştur.’8 Hîrî’nin sünnete ittibâ konusundaki bu sözleri Cüneyd-i Bağdadî’nin (ö.297/909) şu sözlerini akla getirmektedir: ‘Allâh’a giden yol ancak Resûlullâh’ın (sav) yaşadığı gibi yaşayanlara, O’nun sünnetini diri tutanlara açıktır. Çünkü Allah Teâlâ, ‘Allâh’ın Resûlünde sizin için güzel bir örnek vardır’9 buyurmuştur.’10   Nakledilen bu sözler sûfîlerin Allâh’a kavuşma yolunda sünnete tâbi olmayı bir ölçü olarak benimsediklerini göstermektedir. Ebu’l-Abbas b. Atâ’nın (ö.311-319/ 923-931) ‘Kim sünnet âdâbını kendine yol edinirse Allah onun kalbini mârifet nûruyla diri kılar. Allâh’ın sevgilisi Hz. Muhammed’in (sav) tâkipçisi olmaktan yüce makam yoktur. O’nun nasihatlerini ve huylarını bilmeli, onlarla edeplenmeliyiz’11 ifâdesinde bu vurguyu daha açık bir şekilde görmekteyiz.12   HZ. PEYGAMBERLE İLETİŞİMİN ANAHTARI: SALAVÂT-I ŞERİFE VE SÛFÎLER Hz. Peygamber’in sünnetini eksiksiz bir şekilde hayatlarına aktarmayı hedefleyen sûfîler zihinlerinde O’nu dâimâ canlı tutmak, hangi olayla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar ‘Acaba bu olay karşısında Hz. Peygamber nasıl davranırdı?’ sorusuna doğru cevap bulabilmek ve Hz. Peygamber’e mânevî bir yakınlık elde edebilmek için ‘salât u selâm’ virdlerini dillerinden ve gönüllerinden asla düşürmemişlerdir.13 Şâziliyye tarîkatının Cezûliyye kolu kurucusu Süleyman el-Cezûlî (ö.870/1465) tarafından kaleme alınan  ‘Delâilü’l-hayrât ve şevâriku’l-envâr fî zikri’s-salât ale’n-nebiyyi’l-muhtâr’14 adlı eserde bir araya getirdiği 130 salâvat-ı şerife; İmam Kurtubî’nin (ö. 627/1230) ‘Tefriciye’, garb ulemasının ‘Salât-ı Nâriye’ şeklinde isimlendirdikleri ‘Salât-ı Tefriciye’;  Abdüsselâm b. Meşîş Hasenî (ö.625/1228)’ye âit olduğu rivâyet edilen ‘Salavât-ı Meşîşiye’; Hüseyin Kâşifî’nin Risâletü’s-Salavât’ında kaydettiği ‘Salât-ı Melevân’; Ahmed Ticânî (ö.1231/1835)’nin ‘Cevheretü’l-kemâl’ adlı metni;  Sünbüliyye Tekkeleri’nde okunan evraddan sonra bu tarîkata âit olarak ‘Sünbülî Salâtı’ denilen ve bestelenmiş halleriyle okunan salât ve selâmlar; Rifâiyye Tarîkatı’ndan Ebu’l-Hüdâ es-Sayyâdî (ö.1326/1909)’nin ‘Tarîku’s-savâb fi’ssalavâti ale’n-nebiyyi’l-evvâb’ adlı risâlesi ve Halvetiyye’nin Bekrî Kolu kurucusu Mustafa Bekrî Efendi (ö.1162/1749)’ye âit olan ‘Salât-ı Kemâliye’ çalışması sûfîlerin bu konuda ne denli zengin bir birikime sâhip olduklarını göstermeye yeterli örneklerdir.15 Bu çaba ve gayretlerden sûfîlerin salât u selâm ile; işlenen günahların affedileceğine, derecelerin yükseleceğine, şefaate nâil olacaklarına, kıyâmet korkusundan kurtulacaklarına, Cennet yolunda emin adımlarla ilerleyeceklerine, ömürlerinin bereketleneceğine, Hz. Peygamber’e olan sevgilerinin artacağına ve sırât-ı müstakîmden ayrılmayacaklarına inanarak hayatlarını anlamlı kılmaya çalıştıkları sonucunu çıkarabiliriz.16   Sûfîler, fakihler gibi hadis metinlerini dil ve hukuksal bir metin olarak görmekten öte hadisleri mânevî/kalbî açıdan bir değerlendirmeye tâbi tutmuşlardır. Tasavvuf ehlinin bu yaklaşımı hadîsin/sünnetin donuk halden canlı bir hâle gelmesine sebep olmuştur. Tasavvufî terminolojide bu sebeple önemli olan husûsun hadis metinlerinin mânevî izdüşümleri olduğu konusu sıklıkla vurgulanmıştır. Tasavvuf ehlinin hadîsi/sünneti tanıma ve anlama noktasında hakîkat, hikmet, bâtın ve sır gibi açılardan hadisleri değerlendirdiklerini ifâde edebiliriz. Bir başka deyişle onlar, hadisteki/sünnetteki metin-olgu arasındaki ilişkiyi karşılıklı etkileşim ve inşâ metodu üzerine binâ etmeye çalışmışlardır. Neticede sûfîler hadîsi/sünneti daha yalın ifâdelerle ve hayâta uygulanabilir formatta bir anlayışla ele almışlardır.17   Özellikle ‘Nûr-i Muhammedî’ telakkîleri ile sûfîler Hz. Peygamber’i tecellî derecelerinin ilki olarak kabûl etmişler ve O’nu hayâtın her aşamasında hayâtı anlamlı kılmak için gereken öğelerin ilki şeklinde benimsemişlerdir. Sûfî perspektifte Hz. Peygamber’i tanıma, anlama ve yaşama O’nun hayat ölçüleri ile hayata yön vermek içindir. Bu husus o kadar önemlidir ki sûfîler, hadisten/sünnetten bahsedip hayâtına O’nun sünnetini yansıtmayanları ikiyüzlülükle ithâm etmişlerdir.18   Çalışmamızı Hz. Peygamber’in sünnetine tâbi olma konusundaki görüşleriyle dikkat çeken Rifâîlerin pîri Hz. Ahmed Rifâî (ö. 578/1182) ve Mevlevîlerin Pîri Hz. Mevlânâ’nın (ö.671/1273) konuyla ilgili şu önemli tesbitleri ile bitirmek istiyoruz:   ‘Derviş, sünnet-i seniyyeye bağlı kaldıkça doğru yoldadır. Sünnet-i seniyyeden kıl kadar ayrılacak olsa yolunu şaşırmış sayılır.’ (Ahmed Rifâî)   ‘Ben istiyorum ki tâkatiniz olduğu müddetçe tam bir itaatle ibâdete istek gösteriniz. Peygamber’in sünnetlerinden en ufak bir şeyi bile ihmâl etmemeye çalışasınız ki nefs-i emmâre kalesini zapta muvaffak olasınız; nefsinizin vesveselerini ve şeytânın günahlarınızı size süslü göstermelerini kendinize esir edip onları öldüresiniz. Ancak bu şekilde gönül sultânının şehrini su ve çamur perdesi araya girmeden bayındır bir hâle getirmeyi başarabilirsiniz.’19 (Mevlânâ Celâleddin Rûmî)   Dipnotlar: [1] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, AÜİFY, Ankara 1985, s.121; Suphi Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Çeviren: Osman Keskioğlu, Ankara 1986, s.1; Cemalu'd-Din el-Kasiıni, Kavaidu't-Tahdis, Beyrut, 1993, s. 61. 2 Ebu Said el-Mâlinî, Muhaddis Sûfîler, Tercüme: Seyfullah Erdoğmuş, İnsan Yay., İstanbul 2008, s.31-133. 3 Bu tür çalışmaların bir kısmı Türkçeye tercüme edilmiştir. Örnek olarak, Enbiya Yıldırım tarafından Ebubekir Ahmed b.Hüseyin el-Beyhakî’nin (ö.458/1066) ‘Allah İçin Yaşamak’ adıyla tercümesi yapılan çalışmaya bakılabilir. İmam Beyhakî, Kitâbu’z-Zühd, Çeviren: Enbiya Yıldırım, Semerkand Yay., İstanbul 2005. 4 Abdullah b. Mübarek (ö.181/797); Ebû Mes’ûd el-Muâfâ b. İmrân el-Mevsılî (ö.185/801); Vekî b. el-Cerrâh (ö.197/812); Esed b. Musa b. İbrahim el-Ümevî (ö.212/827); Bişr b. Hâris el-Hâfî (ö.227/841); Ahmed b. Hanbel (ö.241/855); Abdurrahman b. Ebî Hatim b. İdris (ö.327/938); Hatîb el-Bağdadî (ö.463/1071); Celâlüddîn Abdurrahman es-Suyut3i (ö.911/1505) gibi isimlerin ‘Kitâbu’z-Zühd’ adlı eserleri bu konuda örnek olarak verilebilir. Bu konuda geniş bilgi için bkz; Hasan Kamil Yılmaz, Tasavvufî Hadis Şerhleri ve Konevî’nin Kırk Hadis Şerhi, İFAV, İstanbul 1990, s.18-33. 5 Seyit Avcı, Sûfîlerin Hadis Anlayışı-Bursevî Örneği-, Ensar Yay., Konya 2004, s.VII. Sûfîler, hadis rivâyeti konusunda muhaddislerin ortaya koydukları kriterler çerçevesinde gerekli hassâsiyeti göstermedikleri, hadisleri bir irşat vesîlesi ve ahlâkî öğüt şeklinde değerlendirdikleri gibi gerekçelerle eleştiriye konu olmuşlardır. Yine sûfîler muhaddislerden bâzı farklı yöntemler kullanarak hadîsin güvenilir olup olmadığı konusunda görüş bildirmeleri sebebiyle de eleştirilmişlerdir. Bu anlamda İbnü’l-Arabî (ö.638/1240) ve taraftarları tarafından literatüre sokulan ‘keşf’, ‘rüyâ’ ve ‘ilham’ ile hadis rivâyeti konusu, üzerinde en çok tartışılan konuların başında yer almaktadır. Bu konuda geniş bilgi için bkz; Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, TDV Yay., Ankara 2000, s.34-53; Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, Yediveren Yay., Konya 2001, s.67-79. 6 Bu tesbit Cüneyd-i Bağdadî’ye âittir. Ebu Abdurrahman Sülemî, Tabakâtu’s-Sûfiyye, nşr. Nureddin Şeribe, Kahire 1986, s.110. 7 Nur 24/54. 8 Sülemî, Tabakâtu’s-Sûfiyye, s.113. 9 Ahzab 33/21. 10 Sülemî, Tabakâtu’s-Sûfiyye, s.114. 11 İbnü’l-Mulakkın, Tabakâtü’l-Evliyâ, nşr. Nureddin Şeribe, Kahire 1986, s.27. 12 Bu konuda diğer sûfîlerin görüşleri için bkz; Hasan Kamil Yılmaz, Tasavvuf Mes’eleleri, Erkam Yay., İstanbul 2001, s.53-57. 13 Hz. Peygamber’e salât ve selâm getirmek Kur’ân-ı Kerîm’in bir emridir: ‘Şüphesiz ki Allah ve Melekleri peygambere salavat getirirler. Ey îmân edenler! Siz de onun için (tam bir teslîmiyetle) salât ve selâm getirin.’ Ahzâb, 33/56. 14 Süleyman Uludağ, ‘Delâilü’l-Hayrât’, İA, c. IX, s. 113-114. 15 Hür Mahmut Yücer, ‘Tarikat Geleneğinde Salavât-ı Şerife ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî Adlı Eseri’, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15, s. 253-288. 16 İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, İstanbul 1389, c. VII, s. 229-231; Abdulvahhab Şârânî, Levâkıhu’l-envâri’l-Kudsiyye fî beyâni Uhudi’l-Muhammediyye, İstanbul 1981, s. 343; Hidayet Işık, ‘Hz. Peygamber’e Salât ve Selâm Getirme İle İlgili Bir Araştırma’, Diyanet Dergisi Peygamberimiz Özel Sayısı, Ekim-Kasım-Aralık 1989 c. 25, sayı: 4, s. 263-286. 17 Yavuz Köktaş, İlk Dönem Sûfîleri ve Hadis- Hakîm et-Tirmizî Örneği-, Gelenek Yay., İstanbul 2010, s.20. 18 Mehmet Demirci, Nûr-i Muhammedî, Kitabevi Yay., İstanbul 2008, s.31-32. 19 Eflaki, Âriflerin Menkıbeleri, Tercüme: Tahsin Yazıcı, İstanbul 1989, c.I, s.211-212.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak