Ara

Hz. Peygamber’i (sav) Anlamada Sahâbe’nin Yeri ve Önemi

Hz. Peygamber’i (sav) Anlamada Sahâbe’nin Yeri ve Önemi
Hz. Peygamber’in (sav) dâvetine ilk icâbet eden öncü Müslümanları temsîl eden Sahâbe nesli; O’na gösterdiği sadâkat ve teslîmiyet, hem hayâtında hem de vefâtından sonra İslâm’ın yayılması ve doğru anlaşılması adına harcadıkları olağanüstü çabaları sebebiyle bütün Müslümanlar nazarında eşsiz bir değere sâhiptir. Sahâbe neslinin, esâsında ferd olarak diğer insanlardan farklı bir üstünlüğü olmadığı gibi, onlar mâsum ve günahsız da değildir. Ancak onların büyük bir kısmı, daha önce yaşadığı şirk hayâtından Hz. Peygamber’in (sav) dâveti sâyesinde kurtulmak sûretiyle yepyeni bir hayâta kavuşmuş, ardından Rasûlüllah’tan (sav) öğrendikleri İslâm’ı en güzel bir şekilde yaşamışlar, bu şekilde kendilerinden sonra gelenlere mümtaz hayat örnekleri sunmuşlardır. Allah Rasûlü (sav) de ümmetinden onları örnek nesil olarak takdîm etmiştir. Gerçekten de Ashâb-ı Kirâm’ın gerek İslâm’ı yayma, gerekse Rasûl-i Ekrem’e (sav) yardım ve destek uğrunda yaptığı fedâkârlıklar, kendilerinden sonra gelen nesiller için numûne-i imtisâl oluşturacak mâhiyet arzeder. İslâmiyet, onların bu özverili katkıları sâyesinde üç kıtada kök salıp yayılmış ve sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde ulaşmıştır. Bu sebepledir ki Sahâbe nesli, İslâm’ın öncü ve en kıymetli nesli olarak kabûl edilir. Sahâbenin Müslümanlar nezdindeki kıymetini artıran en önemli husûsiyetlerinden biri de, Hz. Peygamber’i (sav) kendilerinden sonra gelen nesillere tanıtmaktır. Öyle ki, eğer sahâbe nesli olmasaydı bugün Kur’ân-ı Kerîm dışında Hz. Peygamber (sav) ve İslâm’a dâir güvenilir bilgi bulmak neredeyse mümkün olmazdı. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in sûre ve âyetlerinin iniş sebepleri, hadîslerin vürûd sebebi, Kur’ân hükümlerinin pratik hayâta tatbîki ve açıklanması ile Hz. Muhammed’in (sav) risâleti boyunca gerçekleştirdiği bütün beşerî faaliyetleri ancak Ashâbın nakilleri sâyesinde bilinmektedir. Ashâb-ı Kirâm’ın dindeki ve İslâm târihindeki tartışılmaz yeri ve önemi sebebiyle Sahâbe biyografileri (Tabakât), İslâm âlimleri tarafından telif edilen ilk eserler arasında yer almıştır. Bilhassa Tefsir alanında nüzûl sebebi bilgisi, hadisçiler tarafından râvîlerin tesbiti, siyer sahasında ise Sahâbe’nin gerek Hz. Peygamber (sav) ile ilişkisi, gerekse sosyal ve siyâsî hayattaki rollerini ortaya koyma adına Sahâbe biyografileri ilim ve fikir adamları için vazgeçilmez nitelikteki kaynaklar hâline gelmiştir. Bu bahiste ilk akla gelen kaynak eserler, İbn Sa’d’ın et-Tabakâtü’l-Kübrâ’sı, İbn Abdilberr’in el-İstîâb’ı, İbnü’l-Esîr’in Üsdü’l-Ğâbe’si ile İbn Hacer’in el-İsâbe’sidir. Sahâbe hayatlarını ele alan bu kitaplar örnek alınmak sûretiyle İslâm târihinin hemen her devrinde yeni Sahâbe biyografileri telifi gerçekleştirilmiştir. Zîrâ her dönemde Müslümanların Sahâbeyi tanıma ve onların hayatlarını öğrenme ihtiyacı devâm etmektedir. Arapça’da “bir kişiyle birlikte bulunmak, onunla dost ve arkadaş olmak” anlamındaki sohbet kelimesinden türeyen sahâbe tâbiri, sâhib kelimesinin çoğuludur. Sahâbe ile birlikte ashâb kavramı da sıkça kullanılmakta olup, bu kelimenin müfredi ise sahâbîdir. Gerek Sahâbî, gerekse Sahâbe ve Ashâb kelimeleri İslâmiyet’le birlikte, Allah Rasûlü’nü (sav) görüp O’na inanan kimseler için yaygın olarak kullanılan bir tâbir olmuştur. İslâm âlimleri tarafından Sahâbe’nin çeşitli tanımları yapılmıştır. Bu tâbiri ilk târif edenlerden Saîd b. Müseyyeb’in, “Hz. Peygamber ile bir veya iki sene arkadaşlık yapan, yâhud onunla bir veya iki gazveye katılan kimse sahâbî sayılır” dediği rivâyet edilmiştir.1 Ancak bu tanım yetersiz görülmüş, Rasûl-i Ekrem (sav) ile görüşüp müslüman olduğu halde uzun zaman yanında kalmayan ve onunla birlikte savaşa katılmayan binlerce sahâbîyi kapsam dışı bıraktığı için benimsenmemiştir. Sahâbî kabûl edilmek için buluğa ermiş olmayı şart koşan Vâkıdî’nin târifi ise Rasûlüllâh’ı (sav) bulûğ çağından önce gören ve ondan rivâyette bulunan iki torunu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile Abdullah b. Abbâs ve Abdullah b. Zübeyr gibi genç sahâbîleri târifin dışında bıraktığı2, Hz. Peygamber’i (sav) görmek yanında ondan bir veya iki hadis rivâyet etme şartı da, hadis rivâyet etmeyen binlerce sahâbîyi içine almadığı için mûteber görülmemiştir. Ali b. Medînî, Ahmed b. Hanbel ve Buhârî tarafından yapılan ve îmân edip çok kısa bir süre de olsa Rasûl-i Ekrem’i görenlerin sahâbî sayıldığını vurgulayan tanımlar ise, görmeyi şart olarak ileri sürmekle âmâları dışarıda bıraktığı, buna karşılık İslâm üzere ölme şartını zikretmeyerek Rasûlüllah (sav) ile görüştükten sonra irtidâd edenleri de içine aldığı gerekçeleriyle yeterli bulunmamıştır. Usûl-i fıkıh âlimlerinin Sahâbe târiflerinde, Hz. Peygamber’le (sav) altı ay veya daha fazla birlikte bulunmak, ilim öğrenmek maksadıyla yanına çokça gidip gelmek ve kendisinden hadis rivâyet etmiş olmak gibi şartlar aranmaktadır. Hadis âlimlerinin Sahâbe târifi ise daha kapsamlıdır. Nitekim İbn Hacer el-Askalânî, sahâbîyi “Hz. Peygamber’e mü’min olarak erişen ve müslüman olarak ölen kimse” şeklinde târif etmiştir.3 Daha sonra cumhurun görüşü olarak kabûl edilen bu târif ışığında, muhaddislerin Sahâbe anlayışı şu şekilde tanımlanabilir: Sahâbî olmak için Rasûl-i Ekrem’i (sav) uyanık iken bir an bile görmek yeterlidir. Kendisiyle uzun zaman berâber olmak, yolculuk etmek veya gazâya gitmek ya da kendisinden hadis rivâyet etmek sahâbî sayılmak için şart değildir. Abdullah b. Ümmü Mektûm gibi, âmâ olması sebebiyle Allah Rasûlü’nü (sav) göremeyen ancak onunla sohbet imkânı bulanlarla, Mekke’nin fethi ve Veda haccında olduğu gibi onunla doğrudan sohbet etme imkânı bulamayan fakat Rasûlüllâh’ın (sav) kendilerini gördüğü kimseler de sahâbîdir. Rasûl-i Ekrem (sav) ile görüşüp sohbet eden bir sahâbînin müslüman olarak ölmesi şarttır. Müslüman olmadan önce Hz. Peygamber’i (sav) görmekle berâber, onun vefâtından sonra İslâmiyet’i kabûl eden kimselerle, Rasûlüllah’ın (sav) huzûrunda müslüman olduktan sonra irtidâd eden ve bu hal üzere ölen kimseler kesinlikle sahâbî kabûl edilmez. Sahâbî sayılmak için bulûğ çağına erişmek şart olmayıp, sâdece temyiz kudretine sâhip bulunmak yeterlidir. Kur’ân-ı Kerîm’in “insanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet” diye tanıttığı4 Sahâbîler, İslâm ümmeti içinde en değerli ve fazîletli nesil kabûl edilir; onlar bu değer ve fazîleti, taşıdıkları güçlü îman ile sergiledikleri örnek davranışları sâyesinde elde etmişlerdir. Onlar, İslâm’a girdikleri andan itibâren güçlü bir îmanla birlikte, kabûl ettikleri yeni dînin gereklerini tam bir teslîmiyetle yerine getirmişlerdir. Sahâbe’nin mühim bir kısmı ömrünü Allah Rasûlü’nün (sav) yanında tamamlamış, onunla savaşlara katılmış, dînin yayılması için büyük gayret göstermiştir. Bu dönemde Ashâb içinde İslâm karşıtları tarafından tehdit ve işkencelere muhatap olan, hattâ ölümle cezâlandırılan, dinleri uğruna yurtlarını, mallarını, eş ve çocuklarını terk edip başka beldelere hicret etmek zorunda kalanlar olmuş; ancak onlar inançlarından, Allâh’a ve elçisine bağlılıklarından hiçbir sûrette ayrılmamışlardır. Bu husûsiyetleri sebebiyledir ki, Cenâb-ı Hakk Kur’ân’da Ashâbı övmüş; onların Allah ve Rasûlü’ne (sav) îmân edip tam teslîmiyet gösterdikleri ve büyük ecir kazandıkları5, Allâh’ın kendilerinden, kendilerinin de Allah’tan râzı olduğu ve ebedî kalacakları cennetin onlar için hazırlandığı bildirmiştir.6 Ayrıca onların kendilerinin Allâh’a ve Rasûlü’ne (sav) yardım eden sâdık mü’minler oldukları7, gerçek mü’minler sıfatıyla bağışlanacakları ve âhirette cömertçe rızıklandırılacakları8 da haber verilmiştir. Hz. Peygamber (sav) de Ashâbından bahsederken onları “insanlık târihinin en hayırlı nesli”olarak nitelemiştir.9 Sahâbe arasında fıkıhta derinleşip müctehid seviyesine ulaşan ve fetvâ vermekle tanınan pek çok şahıs bulunmaktadır. Bunlar, sâhip oldukları bilgiler ve fetvâlarının sayısı bakımından aynı seviyede olmadıkları gibi, Hz. Peygamber’in (sav) yanında bulunma sürelerine, ilme önem verme durumlarına ve kavrayış yeteneklerine göre farklılık gösterirler. İbn Hazm, fetvâ verdikleri bilinen ve fetvâları kaynaklarda yer alan erkek ve kadın Sahâbe sayısını 162 olarak tesbit etmiş, bunlardan 142’sinin erkek, yirmisinin kadın olduğunu belirtmiştir. Bunlar arasında Hz. Ömer, Abdullah b. Mes’ûd, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit, Hz. Âişe, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer en çok fetvâ veren yedi Sahâbî kabûl edilir.10 Bütün sahâbîler Hz. Peygamber’den (sav) hadis rivâyet etmemiş, rivâyet edenler de farklı sayıda hadis nakletmişlerdir. Bu durum, sahâbînin hâfızasının kuvvetli veya zayıf olması, Allah Rasûlü’nün (sav) yanında az veya çok kalması, ilim yerine cihâda önem vermesi, kendini idârî işlere ve ibâdete hasretmesi, hatâ etme endîşesiyle hadis rivâyetinden kaçınması ve ömrünün kısa olması gibi sebeplere dayanmaktadır. Rivâyet ettikleri hadis sayısına göre sahâbîler “müksi¬rûn” ve “mukıllûn” şeklinde temelde ikiye ayrılır. Buna göre 1000’den çok hadis rivâyet edenlere müksirûn denilmiştir. Yedi kişi olan mük¬sirûndan Ebû Hüreyre, mükerrerleriyle birlikte 5374; Abdullah b. Ömer 2630, Enes b. Mâlik 2286, Hz. Âişe 2210, Abdullah b. Abbâs 1660, Câbir b. Abdullah 1540, Ebû Saîd el-Hudrî 1170 hadis rivâyet etmiştir.11 Prof. Dr. Âdem Apak Dipnotlar: Hatîb el-Bağdâdî, (nşr. Ahmed Ömer Hâşim), Beyrut 1986, el-Kâfiye, s. 68-69. 2 Hatîb el-Bağdâdî, s. 69. 3 İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, I-IV, Mısır 1328, I, 6. 4 Âl-i İmrân 3/110. 5 Âl-i İmrân 3/172, 173. 6 Tevbe 9/100. 7 Haşr,59/8. 8 Enfâl 8/74. 9 Buhârî, Fezâ’ilü Asâbi’n-Nebî,1; Müslim, Fezâllü’s-Sahâbe, 211,212. 10 İbn Hazm, Ashâbü’l-Fütyâ, (nşr. İhsan Abbâs-Nâsırüddin el-Esed), Kahire ts., s. 323. 11 Ekrem Ziya Ömerî, Bâkî b. Mahled el-Kurtubî ve Mukaddimetü Müsnedih, Medine 1984, s. 23-24.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak