Ara

Hz. Peygamber’e Selâm ve Övgü

Hz. Peygamber’e Selâm ve Övgü

“Ger dilersiz bulasız oddan necât

Işk ile derd ile aydun es-Salât”

SÜLEYMAN ÇELEBİ

Süleyman Çelebi, Vesîlet’ün-Necât’ın hemen her bahrinin sonunda “Ger dilersiz bulasız oddan necât/Işk ile derd ile aydun es-Salât” beytini tekrarlar. Bu beyitten anlaşılan elbette ki Hz. Peygamber (sav)’e salavât getirme çağrısıdır. Bu durum bir çağrı olmasının ötesinde Ahzab Sûresinde geçen “Allah ve melekleri şüphesiz Peygamber’e salât ediyorlar. (O halde) ey îmân etmiş olanlar. Siz de ona salât edin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin” âyetinin okuyucuya hatırlatılması anlamına gelmektedir.

Salavât, Kur’ân Emridir

Demek ki Hz. Peygamber’e salât getirmek, selâm vermek bir emr-i ilâhîdir. Süleyman Çelebi’nin bu âyete gönderme yaparak böyle bir beyti tekrarlaması konunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Durum mâdem böyledir, öyleyse salavât kavramına daha yakından bakalım. Salavât, aslında salât ve selâm (salât u selâm) kavramlarından oluşmaktadır. Bu terkipteki salât namaz mânâsının dışında Hz. Peygamber’e sevgi ve saygı göstermek, onu övmek, şefâatini talep etmek için okunan duâ demektir. Selâm ise kısaca selâm verdiğimiz kimse için sevgi ve nezâket ifâdesi ve esenlik dileğidir.

Biz bu kelimeleri bir terkip içinde düşündüğümüzde ise mânâ “Hz. Peygamber için Allâh'ın rahmet ve selâmının onun üzerinde olması için okunan duâ” şeklinde bir anlam ortaya çıkmaktadır. Uygulamada ise salavât yaygın kullanım şekliyle “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed” yâni “Ey Allâh'ım! Efendimiz Hz. Muhammed’e ve onun soyundan gelenlere salât eyle, onların şeref ve kadrini yücelt” mânâsına gelmektedir.

Süleyman Çelebi, “Allâh adın zikredelim evvelâ/Vâcip oldur cümle işde her kula” şeklindeki bir beyitle başlayan eserinde bu giriş beyitlerinden sonra Esmâ-i Hüsnâ bölümüne yer vererek tevhîdin ilk unsuru olan Cenâb-ı Hak konusunda bize bir şuur kazandırırken bahir sonlarında bahsettiğimiz beyti tekrarlayarak da tevhîdin ikinci unsuru olan Hz. Peygamber konusunda aynı şuuru kazandırmak istemektedir. Bunu daha açık hâle getirmek için de ilerleyen bölümlerde Esmâ-yı Nebî olarak okuyabileceğiniz bölümlere de yer vererek Hz. Peygambere dâir anlatılması gereken hemen her tülü bilgiyi bize aktarmaktadır.

Mevlid’de Salavât Bahsi

Vesîlet’ün-Necât’ın fetret devrinin karmaşık ortamı içinde yazılan bir eser olduğu düşünüldüğünde müellifin neden tevhîd konusuna ve buna bağlı olarak hem Cenâb-ı Hak hem de O’nun elçisi Hz. Peygamber için O’nu anmaya, selâmlamaya ve O’nun için duâ etmeye dâvet etmesi daha anlaşılır hâle gelmektedir. Çünkü bizi fetret devrindeki çözülmeden ancak tevhîdî bir anlayış kurtarabilecektir. Bu anlayışın sözüyle, fiiliyle, şahsiyetiyle müşahhas öncüsü ve önderi ise Hz. Peygamber’dir. Öyleyse biz, Hz. Peygamber’e bağlılığı belli kelimelerden oluşan salevât terkibini söyleyerek ifâde edebiliriz. Bu bir ahitleşme demektir ve önemlidir. Bundan dolayıdır ki hadislerde de dile getirilen tavsiyeler doğrultusunda dilimiz kelime-i şehâdetle birlikte salavâtı da sıkça ve her vesîle ile söylemektedir. Bu bir duâ cümlesi olduğu için de Allah’tan bağımsız değildir. Zîrâ duânın yöneldiği varlık Allah’tır. Ama müşahhas örnek Hz. Peygamber olduğu için bizim salavâta bu anlamların ilerisinde bir anlam yüklememiz gerekmektedir.

Salavât’ın Anlam Boyutları

Bu anlamın ilk basamağı Hz. Peygamberi tanımaktır. Bunun için Mevlid’de de örneği görüldüğü gibi Siyer-i Nebî türü kitaplar bize bu bilgiyi öğrenme anlamında önemli bir imkân sunmaktadırlar. Bilginin bir sonraki adımı ise bu bilginin içselleştirilmesidir. Bu Hz. Peygamber sevgisinin öncelikte kalpte yerleşmesi demektir. Nitekim özellikle milletimizin salavât getirildiğinde sağ elini kalbine koyması, gülü koklarken Hz. Peygamber’i hatırlaması, şâirlerin naat yazmaları, hattâ çocuklara Hz. Peygamber’i çağrıştıran adlar konulması işte bu sevginin tezahür biçimlerinden bazılarıdır. Bu safhadan sonra ise artık sözün uygulama ile birleşmesi gerekmektedir. Yâni salavât böylece anlam genişlemesine uğrar ve Hz. Peygamber'i lafzî, kalbî ve fiilî olarak sevmek ve bu sevginin gereği olarak yolundan gitmektir.

Vesîlet’ün-Necât’ta bu konu “Çok vasiyet kıldı bunlara resûl” mısrâından itibâren salavâtın bu geniş mânâ alanını bize etraflıca anlatmaktadır. “Aydayuz ki şer’ümi komayalar/Nefse uyup dünyâyı kovmayalar/ Ol beni can ile seven ümmetim/Hem seve canı gibi her sünnetüm/Cehd ide bir sünnetüm terketmeye/ Togrı yolı koyup egri gitmeye/Tanrı emrin kılmayalar hiç fevt/Ta irişince bunlara mevt/bencileyin olalar Hakk’a mûti/Tâ bunlara yarın olam ben şef’i/Ben nice dirildüm ise dünyâda/Ögrenüp bular dahı öyle ide”

 

Kanâatimce bu bölüm bize salavâtın anlam dünyasına yapacağımız yolculukta kılavuz olacak özelliktedir. Buna göre söylenilenler şunlardır: Getirdiğim, tebliğ ettiğim dîni terk etmeyin. Nefsinize uyup dünyaperest olmayın. Beni nasıl canınızdan aziz biliyor ve öyle seviyorsanız sünnetimi de aynı şekilde sevin ve terk etmeyin. Doğru yol budur. Bunu bırakıp eğri yollara sapmayın. Allâh'ın emirlerine uyun. Ben nasıl O’na kulluk etmişsem siz de öyle edin. Size ancak böyle bir durumda şefâat edebilirim. Ben dünyâda nasıl konuşmuş, yapmış, yaşamışsam bunları öğrenip siz de öyle yapın.

Sünnet Kırmızı Çizgimiz Olmalı

Şimdi de bugüne gelelim. Ne yazık ki salavât anlayışı zaman içinde sâdece lafzî boyutunda kalmış, dilden öte bir anlam katına ulaşamamıştır. Oysa Süleyman Çelebi’nin söylediği şey sünnete uymaktır. Sünnetin dînî terminolojideki mânâsının Hz. Peygamber’in örnek alınması ve uyulması gereken örnek iş ve ahlâkının tamâmı olduğu düşünüldüğünde salavât getirmenin asıl anlamının hem ferdî hem toplumsal hayâtımızda; Hz. Peygamber nasıl konuştuysa öyle konuşmak, nasıl davrandıysa öyle davranmak olduğu anlaşılacaktır. Bu durum, aynı zamanda onun dâvâsının tâkipçileri olarak bu dâvâya sahip çıkıp yüceltmek ve hâkim kılmak da demek olacaktır.

Konuya yine günümüzde olup bitenler açısından baktığımızda sünnet ve hadislere karşı şüphe uyandırmak, bunları tartışma konusu yapmak şeklinde tezâhür eden anlayışların asıl niyetlerinin de ne olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Zîrâ bu anlayışlar doğrudan salavatta anlamını bulan Hz. Peygamber’e bağlılığı zayıflatmak, yok etmek istemektedirler. Zîrâ insanların örnek ve önder anlayışı değişirse başka örnek ve önderlere tâbî olmaları daha kolay olacaktır. Bu yüzden hepimizin Hz. Peygamberi anlama, anlamlandırma konusunda sahîh bir şuura ve bu şuura bağlı söze, davranışa, harekete ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç çok da karmaşık bir konu değildir. Aksine çok yalın ve anlaşılır bir özelliktedir. Bu durum, tek bir cümleyle ifâde edilecek olursa örnek ve önder olarak Hz. Peygamber’i görmek ve sünnetine samîmiyetle uymaktır. Ama tekrar belirtmek gerekirse, bu bağlılık lafızdan öteye geçmesi hâlinde anlamlı olacaktır. Nasıl Esmâ’ları tek başına söylemek onları tam olarak anlamak değilse salavât ifâdelerini de tek başına söylemek yâni sözde bırakmak bize bir fayda sağlamayacaktır.

Başka bir ifâdeyle söyleyecek olursak Hz. Peygamber’i hayatımızın, duygularımızın, düşüncelerimizin, işlerimizin merkezine koymak gerekmektedir. Bunun da en sağlıklı yolu O’nu örnek ve önder olarak görmektir. Asıl gaye hakikatle buluşmak ise, bunun yolu da elbette her zaman ve her şartta Muhammedî mânâda tevhîdî bir şuur kazanmaktır. Zamânın kargaşasından selâmet sâhiline ancak bu şekilde ulaşabiliriz. Salavâtı geniş anlamıyla anlamak bize böyle bir imkânı sunabilecek imkânları içinde taşımaktadır.

Mayıs 2023, sayfa no: 36-37-38

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak