Prof. Dr. İsrafil Balcı[1]
Hz. Ömer’in (ra) halîfelik dönemi genelde Müslümanlar tarafından idealize edilerek anlatılır. Onun idâre anlayışının Müslümanlarca hüsn-i kabûlle karşılanmasının haklı gerekçeleri olduğu kuşkusuzdur. Bu gerekçelerin en önemlilerinden birisinin adâlet ilkesine bağlılık olduğunu söylemek mümkündür. Ancak adâlet ilkesine bağlılığın yanı sıra, onun döneminin birçok yönüyle örnek alınabileceğini söyleyebiliriz. Hattâ aşağıda vereceğimiz örneklerin büyük bir kısmı, günümüz idârecilerine bile doğrudan mesaj niteliği taşımaktadır.
İSTİŞÂREYE ÖNEM VERME
Bilindiği üzere istişâre, Hz. Peygamber’in (sav) uygulaması yâni sünnetidir. Allah Resûlü bu ilkeyi aktif bir şekilde işleterek ashâbına örnek olmuştur. Hattâ beşerî konularla ilgili kimi kararlarda ashâbın önerilerini dikkate alıp kendi kararından vazgeçmiştir. Târihsel sürece bakıldığında istişârenin aktif olarak işletildiği dönemlerde, idârî ve siyâsî hayatta Müslümanların fazla sorunla karşılaşmadığı görülür. Bunun tipik örneği, ilk iki halîfenin devlet idâresidir. Onlar Resûlullâh’ın (sav) bu sünnetini aktif bir şekilde işlettikleri için, doğabilecek muhtemel problemlerin önünü henüz baştan kesmişlerdir.
Hz. Ömer (ra) istişâreyi en etkin bir şekilde işleten halîfelerden birisidir. Onun şûrâ üyeleri arasında ashâbın önde gelenleri bulunuyordu. Bunlar arasında Muhacirlerden Hz. Ali (ra), Hz. Peygamber’in (sav) amcası Abbâs, Abbâs’ın oğlu Abdullah, Hz. Osman, Zeyd b. Sabit, Abdurrahman b. Avf, Ensâr’dan Üseyd b. Hudayr gibi isimler vardı. Hemen şunu hatırlatalım ki, şûrâ üyeleri bahsedilen isimlerle sınırlı değildir. Görüş ve fikir sâhibi olan her birey veya kabîle mensûbu kendi düşüncesini dile getirebilme hakkına sâhipti. Hattâ gerektiğinde Müslüman olmayanların görüşlerine bile başvurulmuştur.
Şûrâda yapılan müzâkerelere bakıldığında, tarafların fikirlerini özgürce dile getirebildiklerini görüyoruz. Halîfe, şûrâ üyelerine böyle bir ortam sağlarken şu hatırlatmada bulunmuştur: “Ben de sizlerden biriyim. Sizden benim karar ve görüşlerime uymanızı beklemiyorum. Elinizde hakkı söyleyen bir kitap var. Ben ne söylediysem bu kitaba göre söylemeye çalıştım. Siz de hak olan görüşü seçin ve onu tercih edin…”[2]
İDÂREDE DENETİM
Hz. Ömer döneminin en önemli özelliklerinden birisi, sıkı bir denetim mekanizmasının kurulması ve işletilmesidir. Hz. Ömer (ra) müfettişlik sistemi kurmuş ve bu kurumun başına Ensâr’dan Muhammed b. Mesleme’yi (ra) getirmiştir. Tesis ettiği bu kurumu aktif olarak işleterek şikâyet konusu olan meseleleri yerinde inceletmiştir. Kezâ her yıl mutat bir şekilde hac mevsiminde halkla idârecileri yüzleştirip sınır koymamıştır.[3] Aynı anlayışı vâlilerinden de istemiş ve halkla aralarına mesâfe koymamalarını özellikle hatırlatmıştır.
İdârede sıkı bir merkeziyetçi anlayış benimseyen Halîfe, özellikle taşradaki yetkilileri devamlı tâkip altında tutmuştur. Müfettişlik kurumunun yanında kurduğu hafiye teşkilâtıyla da muhtemel suiistimâlleri önlemeye çalışmıştır. Cephe ile taşra arasındaki muhaberâta önem verdiği için, berîd (posta) teşkilâtını ve bu sâyede taşra ile merkez arasında hızlı bir haberleşme ağı kurmuştur. Bir rivâyete göre İran cephesindeki komutanlara şu tâlimâtı göndermiştir: “Bana yazın, sürekli yazın. Öyle ayrıntılı yazın ki, âdetâ ben sizi görmüş gibi olayım.”[4]
İDÂRÎ GÖREVLENDİRMELERDEKİ ÖLÇÜSÜ
Hz. Ömer’in (ra) en hassas olduğu konulardan birisi, idârî görev vereceği kişileri sıkı bir elemeden geçirmesidir. Görevlendirmelerde kişilerin toplumsal veya siyâsal konumlarına değil, işin ehli olmalarına önem vermiştir. Akrabâlarını iktidar nimetlerinden uzak tutması da onun en temel prensiplerinden birisidir.
İran cephesine ordu göndermek istediği zaman sahâbeden umduğu desteği bulamayınca; ısrarlı çağrıları sonucu toplanan kuvvetlere, dâvetine ilk icâbet eden Sakif kabilesinden yirmi yaşlarındaki Ebû Ubeyd b. Mes’ûd es-Sakâfî’yi komutan tâyin etmiştir. Bazı sahâbîler Halîfenin bu karârını eleştirmişlerdir. Onlara göre; Resûlullâh’ın ashâbı dururken ashabtan olmayan birisini, üstelik kendilerinden bir kısmının da yer aldığı ordunun başına komutan tâyin etmesi yanlıştı. Hz. Ömer ise onların itirâzına şu karşılığı vermiştir:
"Şâyet ashâb Rasûlullâh’ın (sav) arkadaşları olmaları nedeniyle kendilerini diğer insanlardan üstün görüyor ve kendilerinin daha öncelikli olduklarını düşünüyorsa, önce üzerlerine düşeni yapmaları gerekir. Şâyet onlardan beklenen bir davranışı sahâbe olmayan birisi gösterirse, Ömer’in gözünde o daha önceliklidir.[5]
Bir taraftan sahâbeye karşı böyle bir tutum sergilerken bir taraftan da, tâyin ettiği komutana uyarıda bulunarak, ordusunda Resûlullâh’ın ashâbının olduğuna dikkat çekmiş ve onların konumunu ve görüşlerini gözardı etmemesi gerektiğini hatırlatmıştır. İdârî görevlendirmelerde bu ilke üzerinden hareket eden Halîfe, toplumun her kesiminin teveccühünü kazanmış ve doğabilecek muhtemel sorunların önünü kesmiştir.
Tüm karar ve uygulamalarında adâlet ilkesini işleten Halife, herkese eşit mesâfede durduğunu tercihleriyle ortaya koymuştur. Hatırlanacağı üzere, vefâtı sırasında şâyet sağ olsaydı Huzeyfe’nin kölesi Sâlim’i aday gösterebileceğini söyleyerek, bu düşüncesini açıkça ortaya koymuştur.[6]
KAMU MALI HASSÂSİYETİ
Hz. Ömer (ra) kamu malına karşı aşırı hassâsiyetiyle meşhur olmuş bir idârecidir. Hattâ bireysel işleriyle devlet işlerini birbirinden ayırdığı, özel işleriyle ilgilenirken aslâ kamu malı kullanmadığı, sâdece devlet işlerini yürütürken kamu mallarından harcama yaptığı söylenir. Kamu malı konusundaki tutumunu, göreve getireceği idârecileri seçerken gösterdiği hassâsiyetten de anlayabiliriz. Meselâ görevlendirdiği kişilerden atama öncesinde mal beyânı almıştır. Kezâ görevden ayrılma veya alma gibi durumlarda da tekrar mal beyannâmesi isteyerek muhtemel suiistimallerin önüne geçmeye çalışmıştır. Bu nedenle görev süreleri boyunca resmî görevlilerin malları kayıt altına alınmıştır.[7] Tüm tedbirlere rağmen şâyet bir şikâyet söz konusu olursa, teftiş heyetini görevlendirip tahkîkat yaptırmıştır. Nitekim Amr b. Âs’ın fazla mal edindiğine dâir bir şikâyet gelince halîfe başmüfettişi Muhammed b. Mesleme’yi Mısır’a gönderip tahkîkat yaptırmış ve şikâyetin haklı bulunması üzerine, Amr’ın mallarının bir kısmına el konulmuştur. Kezâ Ehvâz idârecisinin de fazla mal biriktirdiği tespit edilince malının yarısına el konulmuştur.[8] Aynı hassâsiyet îcâbı, görevleri sırasında devlet memurlarının ticâret veya bir başka işle uğraşmaları da halîfe tarafından yasaklanmıştır.[9]
Kamu malı konusundaki hassâsiyetinin en dikkat çekici örneklerinden birisi, kendisini sunulan hediyelere karşı tutumudur. Kendisini kamu görevlisi gördüğü için şahsına âit olarak gönderilen hediyeleri kamu malı statüsünde değerlendirmiş ve hazîneye aktarmıştı. Üstelik hediyelerin miktârını bile tespit ettirip gönderilen bölgeden alınacak vergilerden düşülmesini sağlamıştır.[10]
HALKIN SORUNLARIYLA DOĞRUDAN İLGİLENME
Hz. Ömer halkın huzûru, güvenliği ve refâhını en temel sorumlukları arasında saymıştır. Hattâ ‘Şâyet Fırat kenarında bir koyun helâk olsa, Allah hesâbını Ömer’den sorar’ şeklinde darb-ı mesel olan sözler onun bu konudaki hassâsiyetini özetler gibidir.
Hz. Ömer (ra) Müslüman halkın yanısıra Gayr-i Müslim tebaaya da aynı hassâsiyetle yaklaşmıştır. Zîrâ onun içtihâdına göre, “Sadakalar ancak fakirler ve miskinler içindir”[11] âyeti Ehl-i Kitâb’ı da kapsamaktadır.
İDÂRÎ TECRÜBE
Hz. Ömer’in (ra) başarılı bir idârî portre çizmesinin arkasındaki önemli sâiklerden birisi, hiç kuşku yok ki önemli bir tecrübeye sâhip olmasıdır. Hatırlanacağı üzere o, Hz. Peygamber’in (sav) en yakınındaki insanlardan birisidir ve aynı zamanda Resûlullâh’ın istişâre ettiği yakın dostları arasındadır. Hattâ bu konumu sebebiyle kimi rivâyetlerde Ebû Bekir’le birlikte Resûlullâh’ın vezîri olarak nitelenmiştir.[12] Kezâ Hz. Ebû Bekir döneminde de halîfeden sonra yönetimdeki en etkin olan isimlerden birisidir.[13]
Hz. Ömer (ra), bir taraftan vahyin bağlayıcılığına veya Resûlullâh’ın (sav) uygulamalarına sıkı sıkıya bağlı kalırken, bir taraftan da kendi döneminin koşulları gereği reel politikayı gözardı etmemiştir. Meselâ çok istekli olmamasına rağmen Şam ve Irak cephelerine ordu göndererek selefinin politikasını tâkip etmiş ancak bu bölgedeki idârecileri görevden alıp kendi atadığı komutanlarla icraatlarını yürütmüştür. Ya da Resûlullâh (sav) zamânından beri uygulanagelen "Müellefe-i kulûb'e hazîneden ödenen hîbe"yi kesmiştir. Bunun yanısıra terâvih namazının cemaatle kılınması veya Iraklılar için mîkat mahalli belirlenmesi gibi yeni konularda yeni içtihatlarda bulunarak çözüm üretmiştir. Dolayısıyla yeniliklere açık bir idârecidir. Bu sebeple dönemindeki hızlı gelişme ve değişmelere ayak uydurarak İslâm dîninin dinamik yapısını dönemine uygulamış ve yeni ihtiyaçlar karşısında yeni çözümler üretebilmiştir. Hattâ onun getirdiği açılım veya çözüm önerileri, günümüzde bile karşılaşılan kimi sorunlar için örnek gösterilip idealize edilebilir.
[1] Ondokuz Mayıs Üniv. İlahiyat Fak.
[2] Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-harâc, Kahire 1936, 27.
[3] İbn Sa’d, III, 288.
[4] Taberî, IV, 88; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 37.
[5] Taberî, IV, 61, 63.
[6] İbn Sa’d, III, 343.
[7] İbn Sa’d, III, 282, 307; Belâzurî, Fütûh, 514.
[8] Belâzurî, Fütûh, 556-57.
[9] Belâzurî, Fütûh, 314, 315.
[10] Taberî, V, 5; İbnü’l-Esîr, -Kâmil fi't-târîh, Tornberg, Beyrut 1965, III, 43.
[11] Tevbe 9/60.
[12] Suyûtî, Târîhu’l-hulefâ, nşr. M. M. Abdulhamîd, Mısır 1952, 61.
[13] İbn Haldun, Kitâbu’l-‘ıber, Beyrût 1971/1391, I, 197-98.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak