Ara

Hz. Mevlânâ Yılı Üzerine

Hz. Mevlânâ Yılı Üzerine

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu olan UNESCO, Hz. Mevlânâ’nın 800. Doğum yıldönümü olan 2007 yılını “Mevlânâ’yı Anma Yılı” olarak îlân etmişti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da vuslatının 750. Yılı münâsebetiyle 2023’ü “Mevlânâ Yılı” îlân etti. Bu tür uygulamaların önemli olduğu âşikârdır. Tek mesele, bu uygulamalarda ilgili ismin ne ölçüde ve nasıl anılıp anılmadığıdır. 2007 yılındaki anmalarda yapılanlar, yazılanlar ve söylenenlerin karşımıza tartışılması gereken pek çok meseleyi ortaya çıkardığını biliyoruz. Bu durumu Mevlânâ’yı kendi aslî fotoğrafı dışında ele almak, bağlamından kopararak tartışmak şeklinde özetleyebiliriz. Dileriz bu yıl yapılacak faaliyetlerde bu tür hatâlara düşmeyiz. 

Hz. Mevlânâ, kaynaklar anlamında meselâ bir Yûnus Emre’yle kıyaslayacak olursak hakkında daha çok bilgi ve belgeye sāhip olduğumuz bir isimdir. En başta kendi eserleri ortadadır. Burada karşılaştığımız en önemli sorun, bu eserleri bugünkü ideolojik bakış açılarına göre anlamak/anlatmak istememizdir. Zîrâ bugün için inşâ edilmek, benimsetilmek istenen hemen her anlayış geçmişten kendine bir referans bulmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu isimlerden en başta geleninin ise Hz. Mevlânâ olduğu âşikârdır. 

Filozof Mu Mutasavvıf Mı?

Bu konuda bilerek yâhut bilmeyerek düşülen pek çok yanlış bulunmaktadır. Bunların başında Hz. Mevlânâ’yı Kur’ân ve sünnetten bağımsız bir filozof olarak anlama yanlışı gelmektedir. Oysa Mevlânâ da dâhil hiçbir sûfî, kendini Kur’ân ve sünnetten bağımsız bir konuma yerleştirmez. Bu anlamda Mevlânâ’nın da kendini nerede konumlandırdığı açıktır. Kendisi bu durumu “Ben yaşadığım müddetçe Kur'ân’ın kölesiyim. Muhammed Muhtâr’ın (sav) yolunun tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse ondan şikayetçiyim” demekte ve bu sebeple temel eseri Mesnevî’yi Kur'ân-ı Kerîm’in bir tefsîri olarak nitelemektedir. Bu eserinin önsözünde yer alan “Bu kitap hakîkate ulaşmada ve sırların anlaşılmasında İslâm’ın temellerinin temelidir. İslâm’ın aslının aslıdır. Allâh'ın koyduğu kuralların tamâmıdır. Allâh'ın en açık yolu ve en büyük delîlidir.” ifâdeleri hiç tartışmasız bir şekilde onun durduğu yeri göstermektedir. Bu açık ifâdelere rağmen onu bir filozof olarak nitelemek hakîkati çarpıtmaktan öte bir anlam taşımayacaktır. 

Bu çarpıtma ne yazık ki özellikle batıdaki Mevlânâ algısında söz konusudur. Yaşadığı bunalımlar karşısında kendi düşünce geleneğindeki isimlerden bir çıkış noktası bulamayan Batı, Mevlânâ’ya mürâcaat etmekte ama onu aslî kimliğiyle ele almayı da kendi çıkarları açısından uygun görmemektedir. Bu tür yanlışlığa Türkiye’de de düşüldüğünü biliyoruz. Öyleyse bu yılı da vesîle ederek artık gerçek bir Mevlânâ portresiyle karşılaşmak ve insanlara o portreyi anlatmak, onu da Yûnus Emre gibi hümanist, panteist şeklindeki müsteşrik yorumlarına kurbân etmemek gerekiyor. Eğer illâ hümanizm kelimesi kullanılacaksa demeliyiz ki Hz. Mevlânâ'nın hümanizmi Batı'nın anladığı hümanizm değil, Türk- İslâm hümanizmidir. Aslında ifâdenin doğrusu da hümanizm değil tasavvuftur. Tekrar belirtelim ki Hz. Mevlânâ’nın durduğu yer de söylediği sözler de bellidir. Onu şuraya buraya çekmek Mevlânâ hakîkatini örtmek, küresel kimi projelerin değirmenine su taşımaktır.

Moğol Ajanı Suçlaması

Hz. Mevlânâ konusunda Türkiye’de bāzı isimlerin yazdıklarıyla düşülen bir hatâ da Hz. Mevlânâ’yı Moğol çıkarlarına hizmet eden biri olarak görme/gösterme yanlışıdır. Bu yüzden onun kendi çağında Moğollarla olan münâsebetinin de doğru anlaşılması/anlatılması gereklidir. Şurası doğrudur, Mevlânâ kendine özgü geliştirdiği strateji ile onlarla iyi ilişkiler kurmuştur. Bu durum en çok da, onlara karşı mevcut şartlarda silahlı mücâdelenin fayda vermeyeceğini görmüş olmasındandır. Ama o, ileri görüşlü bu tutumu sâyesinde onların Anadolu'da daha büyük yıkımlar yapmalarına engel olmuş, aynı zamanda uzun vâdede müslümanlaşmalarını sağlamıştır. Bu bir stratejidir. Ahî Evran gibi isimler sıcak çatışmayı bir strateji olarak uygun görürken Mevlânâ’nın içtihâdı farklı olmuş, böylece muharebede yenilemeyecek bir müstevlî olan Moğolları mānevî anlamda etkisizleştirmiştir.

Sözü Bağlamından Kopararak Anlatmak

Bir diğer husus da tasavvufa olan karşıtlıktan dolayı, işin içine Mevlânâ’yı da katarak onun sözlerini doğru anlayamamaktan kaynaklanan şirk, küfür suçlamalarıdır. Meselâ Mesnevî’nin önsözündeki “Mesnevî Kur'ân’ı apaçık hâle koyar.” sözü, onun Mesnevî’yi Kur'ân yerine ikāme ettiği gibi çok absürt bir değerlendirmeye konu olmaktadır. Oysa burada söylenilmek istenen Mesnevî’nin Kur'ân’ı açıklayan bir kitap olduğu meselesidir. Yine “Şerîat, muma benzer, yol gösterir. Fakat mumu ele almakla yol aşılmaz. Yola girmişsin o gidişin tarîkattır” şeklindeki ifâdesi şerîatı aşağılama olarak görülebilmektedir. Oysa Mevlânâ burada tamlığın zāhir-bâtın bütünlüğü içinde görülebileceğini ifâde etmektedir.

Bu hatâlara düşmemek için şunu bilmek gerekir: Tasavvuf kendine mahsus dili, üslûbu, yaklaşımı olan bir disiplindir. Onun bu özellikleri dikkate alınmayınca pekâlâ bāzılarını yaptığı gibi onun sözlerini de İslâm’a mugāyir sözler olarak görme hatâsına düşülmektedir. Nitekim bunun bugün de pek çok örneğinin olduğunu bilmekteyiz. Bu çok vebâlli bir meseledir. Bundan kaçınmak lâzımdır.

Maksat, Îkaz ve Öğüttür

Hz. Mevlânâ ile ilgili önyargıların oluşmasına araç kılınan bir husus da Mesnevî'de yer alan bāzı hikâyelerdeki cinsellik içerikli anlatımlardır. Sorun, konuya bugünün telakkîleri açısından bakmaktan kaynaklanmaktadır. Zîrâ cinsellik ifâdesi sayılan her sözün her dönemde aynı şekilde anlaşıldığı söylenemez. Dilin, kelimelerin anlam dünyâsı zaman içinde değişmektedir. Diğer yandan Hz. Mevlânâ için önemli olan ibret ve nasîhat ve muhâtabını uyandırmaktır. Yapılmak istenen insanları nefsin tuzaklarına karşı uyarmaktır. Bunu da bāzan şakayla bāzan da açık-saçık sayılabilecek sözlerle yapmaktadır. Üstelik bu tür anlatıma devrin pek çok vâizinde, āliminde de rastlanır. Zîrâ bunlar halk arasında böyle konuşulmakta ve yaşanmakta ve o zamânın günlük dilinde tepki çeken ifâdeler olarak görülmemektedir. Görüldüğünü varsaysak bile Hz. Mevlânâ, kınayanın kınamasından çekinmeden eğitimi, öğretimi esas alarak söylemiştir bu sözleri. Burada durumu anlamak için “Utanmanız öğrenmenize engel olmasın” hadîsini hatırlamak yeterli olacaktır. Yine bu tür anlatımların sembolik olarak yapıldığı da bir gerçekliktir. Ama niyet iyi değilse elbette bunlar, onun aleyhinde kullanılan sözlere dönüşmektedir. Onun da dediği gibi: “Ahmağa ve kötü niyetliye bir şey anlatmanın imkânı yoktur.” Karşımızdaki insan hem fıkıh hem tasavvuf konusunda en yetkin isimdir. Ona terbiye dersi vermeye kalkmak en hafif tâbiriyle hadsizliktir. 

Tövbeye Dâvet

Şu “gel…” meselesine de değinelim. Zîrâ onun en çok istismâr edilen sözlerinden biridir bu. Her şeyden önce sözün Mevlânâ’ya değil Ebu Said Fazlullah bin Ebu’l Hayr’a āit olduğunu söyleyelim. Ama mānâ olarak Mevlânâ düşüncesine ters olduğu da söylenemez. Zîrâ burada kastedilen “Ne kadar günahkâr olsan, başka dinden olsan da kısacası ne olursan ol doğru olan yola gel.” çağrısıdır. Yāni İslâm’a dâvettir yapılmak istenen. Bu sözden “Bizde hoşgörü vardır. Canınızın istediğini yapabilirsiniz” gibi bir mānâ çıkmaz. Burada Abdülbaki Gölpınarlı hocanın bu söze dâir: “Bu rubâi baz â baz â sözleri ile başlar. Bu ifâde Farsça'da “geri gel” demektir. Ama o devirde bu sözün “tövbe etmek” şeklinde bir mānâsı da vardır.” açıklamasını da göz ardı etmemek gerekir. Bu bağlamda bu ifâdenin de Hz. Mevlânâ’nın diğer sözleri gibi Kur'ân ilhamlı olduğu da görülmektedir. Zîrâ yüce Kur'ân’da: “De ki, ey nefislerine uyup günahta haddi aşan, aşırı hareket eden kullarım. Allâh'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Şüphe yok ki Allah bütün suçları örter. Şüphe yok ki Allah Rahîmdir.” (Zümer, 53.) buyrulmaktadır. Bu söz de bu mānâda anlaşılmalıdır.

Semâ' Ne Mānâya Gelir?

Burada bir husûsa daha vurgu yapalım. Sema meselesinden söz ediyorum. Sema, tasavvufî bir kavramdır. Sûfînin mûsikî nağmeleri dinlerken sesi ve anlamı işitmesi, vecde gelip hareket etmesi ve kendinden geçip dönmesi sıradan bir ritüel değildir. Hz. Mevlânâ’nın temel düşüncesini anlatan sema bir tasavvufî uygulama olarak sembolik mānâda kâinâtın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Allâh'a olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrâk edip insan-ı kâmil'e doğru yönelişini ifâde eder. Böylesi önemli bir uygulamanın bugünlerde düğünlerde, mağaza açılışlarında vs. yapılması kesinlikle karşı çıkılması gereken bir konudur. Zîrâ metafizik bir mānâsı olan bu uygulama içi boşaltılarak sekülerleştirilmektedir.

Neler Yapılmalı?

Hz. Mevlânâ konusundaki bu temel yanlışları söyledikten sonra şimdi de ne yapılması gerektiğine dâir görüşlerimizi aktaralım. Önce bizce de doğru olan genel ölçüyü verelim. Her büyük insan kendi çağı içinde değerlendirilmelidir. İkincisi, sözleri bağlamından koparılmadan ele alınmalıdır. Söz konusu olan bir ālim ve mutasavvıf ise ilim ve tasavvuf hakkında yeterince bilgi sāhibi olunmalıdır.

Bir diğer konu da şu ki, Hz. Mevlânâ’yı değerlendirirken müsteşrik bakış açılarından uzaklaşılmalıdır. Biliyoruz ki son asırda Hz. Mevlânâ anlatımı batılı müsteşriklerin eserleri esas alınarak yapılmaktadır. Bunların hepsinin art niyetli oldukları söylenemez fakat çoğunun tasavvuf gibi bir konuyu anlamakta -kendilerince haklı olsalar bile- güçlük çektikleri görülmektedir. Zîrâ tasavvuf salt bilgi meselesi değil esas olarak hâl meselesidir. O hâle bürünmeyenin, o hâli yaşamayanın tasavvufu kendi hakîkati içinde anlaması mümkün olamaz. 

Yine önce Mevlânâ’yı Yûnus Emre örneğinde olduğu gibi “sevgi”, “hoşgörü” ve “gel” çağrısına hapsetmeden onun inanç, fikir dünyâsını Kur'ân ve sünnet merkezli bir anlamaya/anlatıma tâbi tutmak gerekir. İşte bu üç husûsa riāyet edildiğinde hangi faaliyeti yaparsak yapalım olumlu sonuçlar alınacaktır. Bunları muhtemelen geçmiş yıllarda olduğu gibi sempozyumlar, konferanslar, paneller, kitap yayını olarak göreceğiz.

Bence önemli bir husus da Hz. Mevlânâ’nın câmiye girmesidir. Bilindiği gibi gelenekte câmilerde Mesnevî dersleri yapılmaktaydı. Bu güzel gelenek ihyâ edilmelidir. Tabii bütün bunlara ilâve olarak resimden tiyatroya, romandan hikâyeye bütün edebî türlerin imkânlarıyla yapılabilecek pek çok faaliyet, çalışma olmalıdır. Dahası bunları yaparken sâdece kendi coğrafyamızı düşünmeyelim. Batıya da Mevlânâ’yı doğru anlatmanın yollarını bulalım. Mevlânâ’yı batıdan öğrenen değil Batı’ya öğreten ilmî ve fikrî seviyeye ulaşalım. Bunlara çok ihtiyâcımız var. Zîrâ onu ve onun gibi isimleri anmamızın bir sebebi de bu çağda da onların çağlarında yaşanılan sorunları yaşıyor olmamızdır. Onlar birer mānevî tabiptir. Tesbitlerine de tedâvîlerine de bugün de ihtiyâcımız vardır.

Haziran 2023, sayfa no: 42-43-44-45

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak