Ara

Hz. Meryem’in Doğumu

Hz. Meryem’in Doğumu
  Hz. Meryem Süleyman (as) neslindendir, babasının adı İmrân, annesinin adı Hanne’dir. Rivâyete göre, evliliklerinin üzerinden yıllar geçse de çocukları olmayan Hanne, çocuk sahibi olabilmek için devamlı bir şekilde Allah’a yalvarmış, kendisine bir çocuk ihsan ettiği takdirde onu Beytülmakdis’e (Mescid-i Aksâ) hizmet etmesi ve orada ibâdet için adayacağına söz vermiştir (Âl-i Imrân sûresi, 3/35). Sonunda duâsı kabul edilir ve hâmile kalır. Çocuğunun doğumunu beklediği günlerde kocası İmrân’ın vefatıyla sarsılan Hanne, bir süre sonra da bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Çocuğu kız olunca adağını yerine getirme hususunda tereddüde düştü. Çünkü kadınların Mescid-i Aksâ’nın hizmetinde bulunmaları alışılmış bir durum değildi. Özel halleri dolayısıyla da bu işe uygun görülmezlerdi. Bu tereddüt içinde kızına, çok ibâdet eden ve hizmetkâr anlamına gelen Meryem adını vererek onu ve neslini şeytandan koruması için Allah’a dua etti: “Onu doğurduğunda, -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi biliyordu- ‘Ya Rab! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir, ben ona Meryem adını verdim, ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan sana sığındırırım!’ dedi.” (Âl-i Imrân sûresi, 3/36). Hanne, bir süre sonra tereddütten kurtuldu ve adağını yerine getirmeye karar verdi. Bu konuda aktarılan haberlere göre, Meryem’in din adamlarından hangisine emânet edileceğini kur’a ile belirlemeyi kararlaştıran din adamları, üzerlerine isimlerini yazdıkları kalemlerini (veya oklarını) bir ırmağa atacaklar, kimin kalemi suyun üstünde kalırsa Meryem’i ona teslim edeceklerdi. Irmağa attıkları kalemlerden sâdece Zekeriyâ’ya (as) ait olanı su üstünde kalınca Hanne, Meryem’i aynı zamanda kız kardeşinin kocası olan Beytülmakdis imamı Zekeriyâ peygambere teslim etti.[1] Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamberimiz’e (s.a.v.) hitaben, bu olaya işâret edilerek şöyle buyurulmuştur:  “Bu, sana vahyettiğimiz ğayb haberlerindendir: Meryem’e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, tartışırlarken de orada bulunmadın.” (Âl-i Imrân sûresi, 3/44). Hz. Meryem, Mescid-i Aksâ’da Hz. Zekeriyâ’nın gözetiminde iyi ve güzel bir şekilde yetişti. Zekeriyâ (as), onun ibadet etmesi için ayrı bir oda/mihrap tahsis etmişti. Zamanını orada ibâdet ve dua ile geçiriyordu. Onun odasına her girişinde, yanında çeşitli yiyecek maddeleri gören Hz. Zekeriyâ, ona bunların nereden geldiğini sorardı. Meryem ise, bunların Allah tarafından gönderildiğini söylerdi (Âl-i Imrân sûresi, 3/37).  Hz. İsa’nın Müjdelenmesi Zamanının büyük bölümünü mihrâbında ibâdet ve tâatla geçiren Hz. Meryem, iffeti ve takvasıyla meşhur bir azîze olmuştu. Hz. Zekeriyâ’yı dahî gıbta ettirecek takvâ alâmetlerine sahipti. Bu günlerde Hz. Meryem’e gelen Cebrâil (as) Allah Teâlâ’nın kadınlar arasından onu seçtiğini, tertemiz ve bütün kadınlara üstün kıldığını bildirdi. Gönülden teslimiyet ve ibâdete devam etmesini emretti (Âl-i Imrân sûresi, 3/42-43). Allah Teâlâ, İsâ’ya (as) anne olma şerefini bahşederek, onu dünya kadınlarının efendisi yapacaktı. Artık bunun zamanı yaklaşmıştı. Hz. Meryem bir gün, muhtemelen ibâdet ve tefekkür için ailesinden biraz uzak tenha bir yere gitmişti. Onların gözlerinden uzak olduğu bir sırada, karşısına ansızın bir erkek çıktı. Büyük bir korkuya kapılan Hz. Meryem, ondan kendisine dokunmamasını istedi ve yapabileceği kötülükten Allah’a sığındı. Ancak ona bir erkek suretinde görünen bu şahıs, kendisinin vahiy meleği Cebrail olduğunu ve Allah tarafından önemli bir görev için gönderildiğini söyledi. Allah’ın kendisine mübârek bir çocuk vereceğini ve bu çocuğun mucizelerle desteklenen bir peygamber olacağını müjdeledi (Meryem sûresi, 19/16-18). Hz. Meryem’in, “Ben bâkireyim, bana hiç bir beşer dokunmadığı ve iffetsiz biri de olmadığım halde nasıl çocuğum olabilir?” diye sorması üzerine, “Melek şöyle dedi: ‘Bu iş, dediğim gibi olacaktır.’ Çünkü Rabbin buyurdu ki: Babasız çocuk vermek bana pek kolaydır. Hem biz, onu nezdimizden insanlara bir mucize ve rahmet kılacağız. Ezelde böyle takdir etmişizdir.” (Meryem sûresi, 19/19-21).  Kur’ân-ı Kerîm’de bir başka yerde, meleğin, doğacak çocuğun ismini ve diğer bâzı özelliklerini de açıkladığı bildirilmektedir: “Melek (Cebrail) demişti ki: ‘Ey Meryem! Allah seni, kendisinden bir kelime ile müjdeler ki, onun adı Meryem oğlu İsa Mesih’dir. Dünya ve ahirette şerefli ve Allah’a yakın kılınanlardan olacaktır. İnsanlarla, beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacaktır. O, salih kimselerden olacaktır.” (Âl-i İmrân sûresi, 3/45-46). Bir başka yerde ise Cebrâil’in Hz. Meryem’e, Allah’ın doğuracağı çocuğa, doğru düşünmeyi sağlayan ilmî kâbiliyet vereceğini, yazı yazmayı, Tevrat ve İncil’i okumayı öğreteceğini, İsrailoğulları’na mûcizelerle desteklenen bir peygamber olarak göndereceğini de haber verdiği bildirilmektedir (Âl-i Imrân sûresi, 3/48-49). Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Meryem’in iffeti ve Hz. İsa’ya hamile kalışı hakkında ise iki yerde bilgi vermektedir: “Allah, îman edenlere namusunu koruyan İmrân kızı Meryem’i de misâl gösterir. Biz, ona ruhumuzdan üfledik. O, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti ve itâatkâr olanlardandı.” (Tahrim sûresi, 66/12).  “Nâmûsunu koruyan Meryem’i de hatırla. Biz, ona rûhumuzdan üfledik. Onu da, oğlunu da âlemlere bir mûcize kıldık. (Enbiyâ sûresi, 21/91). Hz. Meryem’in Hz. İsâ’ya hamile kalmasını sağlayan bu ilâhî üfleme, topraktan yaratılmış Hz. Âdem’i canlı hale getiren ve onu meleklerin secdesine lâyık kılan üflemenin benzeridir. Bu rûh, bütün eşyayı yaratan Allah’ın rûhudur, bütün canlılar canlılığını ondan alırlar. Bu rûhun veya nefhanın (üflemenin) hakikati ya da cansız varlıkları nasıl canlı hale getirdiği bilinemediği gibi, iffet sahibi bâkire Meryem’in, üfleme ile gebe kalmasının sırrı da akıl yoluyla bilinemez. Çünkü bu konu Allah’ın kudretine taalluk eden bir husus olup eşyanın oluşumuyla ilgili tabîî kanunların dışındadır.  Hz. İsa’NIN Doğumu-Beşikte İken Konuşması Kendisine zinâ iftirâsı atılmasından korkan Hz. Meryem, doğum zamanı yaklaşınca, toplumdan ayrılıp uzak bir yere gitti. Doğum sancısı gelince, bir hurma ağacına tutunmak zorunda kaldı. Doğum sancısı ve yalnızlığın yanında özellikle kavminden görebileceği hakaret ihtimâli onu iyice bunaltmıştı. Hatta kendi kendine daha önce ölmeyi ne kadar istediğini söylüyordu (Meryem sûresi, 19/ 22-23). Ancak doğumu yaptığı sırada kendisine seslenildiğini duydu. Bu ses ona güzel müjdeler veriyordu: “Melek, Meryem’in aşağı tarafından şöyle seslendi: ‘Sakın üzülme! Rabbin alt tarafında bir ırmak akıttı. Hurma dalını kendine göre silkele, üzerine taze ve olgun hurmalar dökülsün. Ye, iç, gönlünü hoş tut. Eğer birini görürsen, ‘Rahman olan Allah’a susma orucu adadım, bugün kimseyle konuşmayacağım.’ de.” (Meryem sûresi, 19/ 24-26).  İşittiği ses, hurmalardan yiyip sudan içmesi ve gönlünü hoş tutması yanında, görüldüğü gibi, bebeği hakkında kendisini hesaba çekmek isteyenler olursa, ona susma orucu tuttuğunu ve o gün kimseyle konuşmayacağını söylemesini emrediyordu. Çünkü Allah Teâlâ, ona yöneltilecek sorulara cevap verme sorumluluğunu kendi üzerine almıştı. Bu müjdeler Hz. Meryem’e cesaret vermişti, çocuğunu alıp şehre döndü. Ne var ki, korktuğu başına geldi ve tahmin ettiği şekilde kavminin ağır bir itham ve iftirasıyla karşılaştı. Onun kucağında bir çocukla geldiğini görenler, büyük bir öfke ve hayret içinde, annesi ve babası iffet sahibi temiz kişiler olduğu halde bu kötü fiili nasıl işlediğine hayret ettiklerini ve ondan böyle bir şeyi asla beklemediklerini söylüyorlardı (Meryem sûresi,19/ 27). Bu hakaretler karşısında Hz. Meryem, çocuğa işâret ederek, verilen emir gereğince konuşmadı. Ancak son derece öfkeli kalabalık, beşikteki çocuğun konuşup cevap vereceğine inanmadıklarından, Hz. Meryem’in kendilerini alaya aldığını sandılar. Ancak tam bu sırada, beşikteki çocuk İsa (as) dile geldi ve düzgün bir şekilde konuşmaya başladı: “Beşikteki İsa dile gelerek şöyle dedi: ‘Şüphesiz ben, Allah’ın kuluyum. O, bana mutlaka kitap verecek ve beni peygamber yapacaktır. Beni bulunduğum her yerde insanlara yararlı, mübârek bir kimse kıldı. Hayatım boyunca namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti. Beni anneme hürmetkâr kıldı. Beni asla zâlim ve isyankâr yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve dirileceğim gün Allah bana selâm ve emniyet vermiştir.” (Meryem sûresi,19/ 30-33) Ancak bu büyük mucize, İsrâlioğulları’nın iknâ olmasına yetmemişti. İsa (as) ve annesi hakkındaki korkunç iftiralarına ve hakîkati inkârlarına devam ettiler (Nisâ sûresi, 4/156). Peygamberliği ve Dâveti Rivayete göre, Hz. Meryem, oğluna bir kötülük yapmalarından çok korkuyordu. Neticede Allah Teâlâ, ona oğlunu Mısır’a götürmesini bildirdi ve o da emredileni yaptı. 12 yıl orada kaldıktan sonra tekrar Filistin’e döndü. Onların gittiği yerin Dımaşk Ğûta’sı veya Kudüs olduğu da söylenmiştir.[2] Kur’ân-ı Kerîm, anne-oğula yönelik bu ilâhî himâye ve göçe kısaca işâret etmektedir: “Biz, Meryemoğlu İsa’yı ve annesini bir mucize yaptık. O ikisini oturmaya elverişli, akarsulu yüksekçe bir yerde barındırdık.” (Mü’minun sûresi, 23/50). İsa (as), annesinin gözetiminde iyi bir şekilde büyüdü, ağırbaşlı ve keskin anlayışlı bir çocuk olarak temayüz etmişti. Rivâyete göre Hz. Meryem, Filistin’e döndüklerinde 13 yaşında olan oğlunu, doğduğu köy olan Nâsıra’ya götürdü. İsa (as), 30 yaşına ulaşıncaya kadar bu kasabada yaşadı. Kaynaklarda onun köyünde geçirdiği 17 yıl içinde başından geçenler hakkında bilgi bulunmamaktadır. İsa (as) 30 yaşında iken peygamberlik görevine getirildi ve kendisine kitap olarak İncil verildi: “O peygamberlerin peşinden, kendinden önceki Tevrat’ı tasdik eden Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ve ona, içinde hidâyet ve nur olan ve kendinden önceki Tevrat’ı tasdik eden, Allah’tan korkanlar için bir hidâyet rehberi ve bir nasihat olan İncil’i verdik. İncil’e tâbi olanlar, Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlere gelince, işte onlar, fâsıkların ta kendileridir.” (Mâide sûresi, 5/46-47). İsa (as) dâvetini yürütürken, bu âyette geçtiği gibi, sık sık Tevrat’ı tasdik edici olarak gönderildiğini hatırlatıyor ve insanları kendisine tâbi olmaya çağırıyor, yahudileri içine düştükleri sapıklıklardan kurtarmaya gayret ediyordu. Haram ve helâl hususunda anlaşmazlığa düştükleri meseleleri açıklıyor, sonradan uydurdukları haramların aslında helâl olduğunu söylüyordu (Zuhruf sûresi, 43/63-64). Aslen bir yahudi olan ve yahudi toplumu içinde büyüyen İsa (as), önceki peygamberleri ve Tevrat’ı tasdik etmekle vazifelendirildiğini ve Tevrat’ta yapılan değişiklikleri düzeltmek üzere gönderildiğini söyleyerek, insanları Allah’ın birliğini kabule, O’na kulluğa ve sadece O’nun emirlerine itâate çağırıyordu. İçinde bulundukları kötülüklerden sakındırıyor, âhirete iman etmeye ve o gün için hazırlık yapmaya dâvet ediyordu. Gurur ve kibiri, israf ve lüksü terkedip, zühd ve tevekküle, mütevâzi bir hayata çağırıyordu. Zulmü bırakmalarını ve aralarında iyi geçinmelerini istiyordu. İsrâil oğulları, Hz. Musa’dan sonra kendilerine çok sayıda peygamber gönderildiği halde, Hz. Musâ’ya gönderilen dini ve bu dinin kitabı Tevrat’ı tahrif etmiş bulunuyorlardı. Hahamlar ve mâbed görevlileri, para kazanmak için Allah’ın sözlerinin yerine kendi sözlerini koyarak Tevrat’ı değiştirmekten kaçınmadıkları gibi, aksine bunu bir meslek haline getirmişlerdi. Hazinelerini doldurmak için, fakir fukarayı mâbede kurban ve hediyeler sunmaya teşvik ederler, bu hediyeleri kendileri için kullanırlardı. Hahamlar ve papazların insanların mallarını haksız yere yediklerine Kur’an-ı Kerîm’de işaret edilmiştir (Tevbe sûresi, 9/34).  Bu dönemde, toplumda gelir dengesi altüst olmuş, büyük çoğunluk fakirlikle boğuşurken idareciler ve din adamlarından meydana gelen varlıklı üst sınıf, lüks ve sefahate dalmıştı. Toplumda ahlâksızlıklar, yolsuzluklar ve hastalıklar yaygın hâle gelmişti. Tıp ilmi geliştiği halde hastalıkların önü alınamıyordu. Yahudiler arasında zulüm ve haksızlıklar yayılmış ve haram-helâl anlayışı bozulmuştu. Hz. İsa (as), dâvetini yürütürken, kendisine karşı zaman zaman işbirliği yapan iki önemli muhâlefetle karşılaştı. Muhalefetin şiddetli kanadını, dinleri adına onun dâvetini engellemeye çalışan yahudîler teşkil ediyordu. Diğer muhalif gurup ise, o sırada Filistin ve çevresini işgal altında tutan Romalı idareciler idi. Yahudi hahamlarının İsa (as) ve Hıristiyanlığı Roma idâresine karşı bir tehdit olarak göstermeye çalışmaları, yöneticileri harekete geçirmişti.
  1. İSA KISSASINDAN ÇIKARILACAK BAZI DERSLER
  2. Hz. Meryem, namusunu koruma hususunda mü’minlere örnek gösterilmiştir: “Allah, iman edenlere, namusunu koruyan İmran kızı Meryem’i de misal gösterir.” (Tahrim sûresi, 66/12).
  1. Hz. İsa’nın Meryem’e üflenmiş bir rûhtan vücut bulması, Allah’ın yüce kudretinin yanı sıra, aynı zamanda rûhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu inkâr eden yahûdî toplumunda rûhun varlığını ilan eden bir mucize mahiyetindedir.[3]
  1. İsa (as) daha beşikte iken kendisinin Allah’ın kulu olduğunu söylediği ve peygamberliği döneminde bu gerçeği sık sık dile getirdiği halde, Hıristiyanlar onu Allah’a nisbet ederek tevhid inancından uzaklaşmıştır. Onlar da önceki inkârcı toplumlar ve Yahudiler gibi tevhid inancını tahrif etmiştir (Tevbe sûresi, 9/30).
[1]. Sa’lebî, 372; İbn Kesîr,Kasasu’l-enbiyâ, II, 648. [2]. İbn Kesir, Kasasu’l-enbiyâ, II, 684. [3]. Muhammed Ebu Zehra, Hristiyanlık Üzerine Konferanslar, s. 33.  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak