O erler ki,
O erler ki, gönül fezâsındalar, Yıldızları tesbîh tesbîh çeker de, İçine nefs sızan ibâdetlerin
Toprakta sürünme ezâsındalar. Namazda arka saf hizâsındalar. Birbiri ardınca kazâsındalar.
Bir ân yabancıya kaysa gözleri, Her rengi silici aşk ötesi renk; Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Bir ömür gözyaşı cezâsındalar. O rengin kavuran beyzâsındalar. Sâdece Allâh’ın rızâsındalar.
Necip Fazıl Kısakürek
Hz. Huzeyfe, İslâm’ın gelmesinden yıllar önce Mekke’den Medîne’ye yerleşen bir āilenin oğludur. Mekke’den Medîne’ye gelen babası veya büyük dedesi Cirve b. Hâris, aslen Yemenli olan Abduleşheloğulları ile bir anlaşma yaptığı için kendisine Yemân denilmiş, Huzeyfe de İbnü’l-Yemân (Yemân’ın oğlu) diye anılmıştır. Huzeyfe, babasıyla birlikte Bedir Savaşı’ndan önce müslüman oldu. Annesi Rebâb bint Ka’b da hicretten sonra Hz. Peygamber (sav)’e bîat eden ensar kadınlarındandır.
Bedir savaşında Hz. Peygamber’in yanında yer almak üzere yola çıkan baba-oğul yolda müşriklere yakalandılar. Müşriklerin baskısı netîcesinde Hz. Peygamber’in ordusuna katılmayacaklarına dâir söz verdikleri için serbest bırakıldılar. Hz. Peygamber’e durumu anlatmaları üzerine de Hz. Peygamber kendilerine sözlerinde durarak savaşa katılmamalarını söyledi. Bu sebepten dolayı baba-oğul, Bedir’e katılamadılar. Hz. Huzeyfe daha sonra yapılan bütün savaşlara katıldı. Hz. Peygamber’in zekât işleri ile ilgili kâtipliğini yaptı. Debâ’da oturan Ezd kabîlesinin zekâtını toplamak üzere Hz. Peygamber tarafından oraya görevli olarak gönderildi. Hz. Ömer’in devlet başkanlığı zamânında Medâyin’e vâli tâyin edildi. Kudretli bir yöneticilik yaptı ve Medâyin şehrini îmâr etti.
Hz. Huzeyfe, 36/656 yılında Hz. Osman’ın şehîd edilmesi ve Hz. Ali’ye bîat edilmesinden kırk gün sonra Medâyin’de vefât etti. Hz. Huzeyfe’nin en önemli özelliği, Hz. Peygamber’in sırdaşı olmasıdır. Hz. Peygamber’in hiçbir sahâbîye vermediği bir kısım bilgileri ona verdiği, bundan dolayı Medîne’deki münâfıkların adını ve ileride meydana çıkacak fitne hareketlerini ondan başka kimsenin bilmediği rivâyet edilmiştir. Hz. Ömer ve Hz. Ali, onun bu özelliğini açık bir şekilde ifâde etmişlerdir.
Hz. Huzeyfe, zühd ve takvâsı ile tanınan bir sahâbîdir. Vâli olarak gittiği Medâyin’e merkebinin sırtında girmiş, şehrin ileri gelenleri Hz. Ömer’in tâlîmâtına uyarak ona ne kadar maaş istediğini sorduklarında, sâdece kendisi doyacak kadar yiyecek ile merkebi için bir miktar yem istemiştir. Vâliliği sırasında Hz. Ömer onu bir ara yanına çağırmış, yaşadığı sâde hayatta herhangi bir değişiklik olmadığını görünce çok sevinmiş, kendisini tebrîk ederek tekrar Medâyin vâlisi olarak görevlendirmiştir.
Hz. Huzeyfe vefât etmeden önce kendisine pahalı kefen alınmamasını tenbîh etmiş, Allâh’ın huzûruna gösterişli kefenle değil, samîmî bir îmân ve ibâdetle çıkmanın önemli olduğunu hatırlatmıştır.
Hendek Savaşında Hz. Huzeyfe (ra)
Hz. Huzeyfe’nin yeğeni Abdulaziz şunları anlatıyor:
“Amcam Huzeyfe, Hz. Peygamber (sav) ile birlikte katıldığı olayları anlatınca, Hz. Peygamber’e yetişemeyen çevresindeki insanlar (tâbiûn) şöyle dediler: “Biz de o günlere yetişseydik şöyle şöyle yapardık.” Bunun üzerine amcam da onlara şöyle dedi:
“Böyle konuşmayın! Allah o günleri bir daha göstermesin. Bana, Hendek Savaşı’ndaki o geceyi hatırlattınız. Biz, bir tarafta saf bağlamış oturuyorduk. Ebû Süfyan ve ordusu üst tarafımızda, Kurayza Yahûdîleri de alt tarafımızdaydı. Bunların, Medîne’deki çoluk çocuğumuza bir şey yapmalarından korkuyorduk. Hiç böylesine karanlık ve böylesine fırtınalı bir gece geçirmemiştik. Rüzgâr âdetâ ıslık çalıyor, karanlıkta kimse kendi parmağını bile göremiyordu. İşte böyle bir gecede cephede bizimle birlikte bulunan münâfıklar, ‘evlerimiz açıktır, çocuklarımız sâhipsizdir’ diyerek Hz. Peygamber’den izin istediler. Hâlbuki evleri açık değildi. İzin isteyen herkese izin verildi. İzin alanlar sıvışıp gittiler. İşte bu sırada Hz. Peygamber Efendimiz, müşriklerin aralarında anlaşmazlığa düştüklerini ve Allâh’ın onların topluluklarını dağıttığını haber almıştı. Rasûlullah (sav), gecenin bir kısmını namaz kılarak geçirdikten sonra, bize doğru yöneldi ve şöyle dedi: ‘Aranızda, bizim için şu kavmin ne yaptığını gördükten sonra benim yanıma dönecek bir kimse var mı? Aranızdan böyle birisi çıkarsa ben de onun Cennette bana arkadaş olmasını Yüce Allah’tan dileyeyim.’
Orada bulunanlardan hiçbiri, duydukları şiddetli korku ve karşılaştıkları şiddetli açlık ve şiddetli soğuk yüzünden, ayağa kalkamadı. Rasûlullah (sav) şöyle demeye devâm etti: ‘Aranızda, bana şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu? Varsa, umarım ki Allah, onu kıyâmet günü benimle berâber haşreder.’ Biz sustuk; kendisine bizden hiçbir kimse cevap veremedi. Sonra, bize tekrar şöyle dedi: ‘Aranızda şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu? Böyle biri çıkarsa, umarım ki Allah onu kıyâmet günü benimle birlikte haşreder.’ Biz, yine sustuk; kendisine bizden hiç kimse cevap veremedi. Üçüncü kere yine aynı teklîfi sundu ve şöyle dedi: 'Aranızda, bize şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu? Böyle biri çıkarsa Allah onu kıyâmet gününde benimle birlikte haşreder.' Biz yine sustuk; kendisine bizden hiçbir kimse cevap veremedi. Bunun üzerine, Rasûlullah (sav) benim yanıma geldi. Benim de o gün ne düşmandan korunabileceğim bir kalkanım, ne de şiddetli soğuktan korunabileceğim bir elbisem vardı. Eşimin entâri üzerinden giydiği, boyu dizlerimi geçmeyen kısa bir yün elbiseden başka hiçbir şeyim yoktu. Rasûlullah (sav) yanıma gelince, dizlerimin üzerine çöküp büzüldüm. O, bana ayağı ile dokundu ve 'Kim bu?' diye sordu. Ben de 'ben Huzeyfe’yim!' dedim. ‘Sen, geceden beri benim sesimi işitmedin mi? Niçin ayağa kalkmadın?’ dedi. Ben de ‘Seni hak din ve hak kitap ile peygamber gönderen Allâh’a yemîn olsun ki, şu anda içinde bulunduğum açlıktan ve bizi zor duruma sokan soğuktan dolayı dâvetinize icâbet edemedim.’ dedim.
‘Huzeyfe, düşman içinde kıpırdanmalar var. Git, durumları hakkında bana haber getir.’ dedi. Ben, oradaki insanların en çok korkanı ve en çok üşüyeniydim. Yerimden kalktım ve hareket etmeye başladım. İşte bu sırada Hz. Peygamber, bana şöyle duâ etti:
‘Allâh’ım! Onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden ve altından gelecek bütün belâlardan koru!’ Vallâhi bundan sonra korku ve üşümek nedir bilmedim. Bende korkunun ve üşümenin eseri kalmadı. Kendimi hamamdaymışım gibi hissetmeye başladım. Tam gitmek üzereydim ki, Hz. Peygamber, bana şöyle bir uyarıda bulundu:
‘Ey Huzeyfe! Oralarda herhangi bir şey yapma. Onlara ne ok atacak, ne taş atacak, ne mızrak saplayacak ne de kılıç vuracaksın. Hiçbir şey yapmayacak, sâdece bize durumları hakkında bilgi getireceksin.’ Bu tâlîmâtı aldıktan sonra yola koyuldum. Karşı tarafa geçip müşrik ordularına yaklaştım. Isınmak için yaktıkları ateşin ışığında onları seyrettim. İri, esmer bir adam, eliyle ateşi gösteriyor ve böğrünü tutarak şöyle diyordu:
‘Yüklerinize dikkat edin, yanmasın.’ Meğer bu adam, Kureyş ordusunun komutanı Ebû Süfyan’mış. Ebû Süfyan’ı ilk defa burada gördüm; sırtını ateşe doğru çevirmiş ısınıyordu. Kendi kendime: ‘Ben daha neyi bekliyorum; Allah düşmanını yakalamışken neden hakkından gelmiyorum?” dedim ve ok çantamdan beyaz tüylü bir ok çıkardım. Ateşin ışığında, atmak için yayıma yerleştirdim. Rasûlullâh’ın: ‘Oralarda bir şey yapma! Benim yanıma dönüp gelinceye kadar oralarda bir hâdise çıkarma!’ uyarısını hatırlayınca, oku yaydan çıkarıp ok çantama koydum. Eğer ona bir ok atmış olsaydım, kesinlikle vururdum. Bu sırada bana bir cesâret geldi. Müşrik ordularının içine daldım ve ortalarına kadar gittim. Tam bu sırada Ebû Süfyan, müşriklere karşı dönerek şöyle dedi:
‘Dikkat edin! Aranıza casuslar karışmış olabilir. Herkes yanında bulunanın kim olduğuna dikkat etsin! Herkes yanında oturanın elini tutsun ve kim olduğunu sorsun!’ Ebû Süfyan böyle der demez hemen sağ elimi uzatıp sağ yanımdakinin elini tutup kim olduğunu sordum. Sağ yanımdaki, ‘ben, Amr b. el-Âs!’ dedi. Bu sefer de sol elimi uzatıp sol yanımda oturana, ‘Sen kimsin?’ diye sordum. O da, ‘ben, Muâviye b. Ebî Süfyan!’ dedi. Ben onlardan önce davranıp bu bâdireyi atlattım. Bu yoklamadan sonra Ebû Süfyan şunları dedi:
‘Ey Kureyş topluluğu! Artık burada duramayız. Atlar, develer ölmeye başladı. Kıtlık ve yokluk her tarafı sardı. Kurayza oğulları Yahûdîleri de bize verdikleri sözde durmadılar, döneklik ettiler. Onlardan hoşumuza gitmeyen haberler gelmeye başladı. Rüzgârdan başımıza gelenleri görüyorsunuz. Ne tencerelerimizi, ne ateşlerimizi ne de çadırlarımızı yerinde bırakıyor. Hemen göç edip gidiniz! İşte ben, yola koyuluyor ve gidiyorum.’ Ebû Süfyan, bu konuşmasından sonra devesine doğru yürüdü ve devesine binerek yola koyuldu. Hz. Peygamber Efendimiz bana, ‘Dönüp bana gelinceye kadar bir hâdise çıkarmayacaksın’ diye emir vermemiş olsaydı ve isteseydim, Ebû Süfyan’ı okla vururdum. O sırada benim en yakınımda bulunan Âmir oğulları birbirlerine şöyle diyorlardı:
‘Ey Âmir oğulları sülâlesi! Yüklerinize dikkat edin, bırakmayın. Burada durulmaz artık.’ Bu ordunun içinde rüzgâr çok daha sert ve şiddetli esiyordu. Vallâhi, yükleri ve yatakları arasında, fırlayan taş seslerini işitiyordum. Bu taşları rüzgâr fırlatıyordu. Bütün bunları gördükten ve düşmanın yola koyulduğuna şâhit olduktan sonra kendi ordumuza doğru yola çıktım. Kendimi yine hamamdaymışım gibi hissediyordum. Tam yolu yarıladığım sırada beyaz sarıklı yirmi kadar süvâri ile karşı karşıya kaldım. Onlar, bana şöyle dediler:
‘Rasûlullâh’a haber ver. Allah düşmanın hakkından gelmiştir.’ Şafak vaktinde karargâha gelip Rasûlullâh’ın yanına vardığımda, örtüsüne bürünmüş namaz kılıyordu. Namazını bitirdikten sonra gördüklerimi kendisine anlattım. Allâh’a yemîn ederim ki, döner dönmez tekrar üşümeye ve titremeye başladım. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kendisine doğru yaklaşmamı işâret etti, ben de yaklaştım. Beni ayakucuna yatırdı. Ben de örtüsünün bir ucunu üzerime çektim ve uyudum. Sabah namazı vaktine kadar uyumuşum. Namaz vakti girdiğinde: “Ey uykucu! Kalk artık!” dedi ve beni uyandırdı.”
Hz. Huzeyfe’nin yaptığını târih boyunca nice erler yaptılar. Ama şimdi hiçbirimiz yapamayız. Hz. Peygamber Efendimiz, kendisini korkak ve cesâretsiz olarak gören Huzeyfe’yi bu işle görevlendirerek ona cesâret ve özgüven kazandırmıştır. Liderler, Hz. Peygamber’i örnek alarak, çevrelerindeki en zayıf insanları kahraman yapabilirler. Liderlik de işte budur zâten. İslâm dâvâsında yola koyulan mücâhidler ‘Ben bu işi yaparım ama şunu yapamam’ demeyecekler. İş başa düştüğü zaman her işin altından kalkabileceğimizi gösteren canlı bir târih var elimizde. Saygıdeğer okuyucularım, bu güzel insanların hayâtı ağlamak ve gözyaşı dökmek için okunmaz, ibret almak ve onlara benzemek için okunur. Onların yardımına gelen beyaz sarıklı melekler, kıyâmete kadar gelmeye devâm edeceklerdir. Tabiî ki, biz bu yardıma lâyık olursak melekler gelecekler. Allâh’ım, içimizde bu yardıma lâyık olanların yüzü suyu hürmetine gönder meleklerini.
Kaynaklar:
Vâkıdî, Kitâbu’l-meğâzî, II, 489-490; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 182; İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 71; Hâkim, el-Müstedrek, III, 31; İbn Kesir, el-Bidâye, IV, 113-114.
Ekim 2024, sayfa no: 30-31-32-33
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak