Hz. Fâtıma (r.anhâ), Peygamber Efendimiz’in en küçük kızı; neslinin kendisiyle devam ettiği kutlu halkadır. Müminlerin emiri, “ilmin kapısı” Hz. Ali’nin (ra) muhterem hanımı; “cennet gençlerinin efendisi” Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in (ra) annesidir. Resûl-i Ekrem (sav), onun faziletini şu şekilde özetlemiştir:
“Dünyadaki en hayırlı dört kadın: Meryem, Âsiye, Hatice ve Fâtıma’dır.”
Doğumu, Ailesi ve Künyeleri
Doğum tarihi hakkında farklı rivayetler bulunsa da en kuvvetli görüş, nübüvvetten yaklaşık bir yıl önce Mekke’de dünyaya geldiğidir. Peygamberimiz’in Zeynep, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm’den sonra dördüncü ve en küçük kızıdır. Annesi Hz. Hatice’nin (r.anhâ) şefkati, babası Resûl-i Ekrem’in terbiyesiyle büyüdü. Küçük yaşta annesini kaybetmesi ve diğer kardeşlerinin ardı ardına vefatı, baba-kız arasındaki bağı daha da derinleştirdi. Peygamber Efendimiz (sav) onun için hem bir baba hem de şefkatli bir anne oldu.
Onun çokça anılan lakapları şahsiyetinin aynasıdır: Zehrâ (parlak, berrak), Betûl (iffetli, ibadete düşkün), Kübrâ (ulvî), Ümmü Hasan, Ümmü Hüseyin, Ümmü Muhsin (evlatlarıyla tanınması hasebiyle), Bintü’r-Resûl (Peygamber’in kızı), Seyyidetu’n-Nisâ (kadınların efendisi), Zekiyye (zeki, kavrayışı güçlü), Meymûne (bereketli), Râziyye ve Marziyye (Rabbinden razı, Rabbi tarafından razı olunan). En meşhuru Zehrâ’dır. Peygamberimiz’in ona hitabında yer alan “Ümmü Ebîhâ” (babasının annesi) künyesi ise aralarındaki benzersiz sevgi ve ihtimamın nişanesidir.
Çocukluk İmtihanı: İman İzzetini Omuzlayan Bir Kız Çocuk
Hz. Fâtıma, İslâm’ın Mekke’de en zayıf olduğu, müminlerin en çok ezildiği günlerde büyüdü. Mescid-i Haram’da Peygamberimiz’in tebliğ ederken müşriklerin hakaret ve saldırılarına maruz kaldığı o çetin günlerde, küçük bir kız gözyaşları içinde babasının yaralarını sardı. Bir başka gün, secde hâlindeki Resûl-i Ekrem’in sırtına deve işkembesi atıldığında Fâtıma koşup o pisliği kendi elleriyle temizledi; babasını evine götürüp teselli etti. O, daha çocukken hem “babasının kızı” hem de “babasının annesi” oldu.
Câhiliye toplumunun kız evlâtları hor gördüğü, diri diri toprağa gömdüğü bir çağda, Peygamberimiz kızının doğumunu sevinçle müjdeledi. Onun eli, yüzü öpüldü, başı okşandı. “Oğulları öldüğünde Muhammed ebter kaldı.” diyenlere karşı Kevser Sûresi nazil oldu. Âlimler “Kevser”i “bol hayır, kesintisiz ihsan, şefaat” olarak tefsir ederken, bu hayrın tecessüm etmiş bir adı olarak Fâtıma’yı da anmışlardır.
Hicret ve Medine Günleri
Resûlullah (sav) Kuba’ya ulaştıktan sonra Hz. Ali, annesi Fâtıma bint Esed ve Ümmü Eymen’in bulunduğu kafileyle Medine’ye hicret etti. Artık yeni bir şehirde, yeni bir toplum inşa ediliyordu. Hz. Fâtıma, bu inşanın ortasında edebi, iffeti ve hizmetiyle temayüz etti.
Evlilik: Sade Bir Yuvada Büyük Bir Medeniyet
Mübarek gençlik çağında Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in talepleri nezaketle reddedildi. Nihayet Hz. Ali (ra), bütün mahcubiyetiyle talebini arz etti. Dünyalığı azdı ama gönlü imanla doluydu. İlâhî izinle bu izdivaç gerçekleşti; nikâh mescitte kıyıldı. Mehir olarak 400 dirhem gümüş belirlendi. Hz. Ali, Bedir ganimetinden zırhını satarak bu mehri temin etti.
Hz. Fâtıma, “Benim için en güzel mihr, ümmetin kıyamet günü Efendimizin şefaatine nail olmasıdır.” diyerek yüksek bir ufuk gösterdi; ayrılan meblağı düğün masraflarına tahsis etti.
Düğün ziyafeti hurma, yağ ve süzme yoğurttan oluşan sade bir yemekti; bereketle yüzlerce misafire yetti. Çeyiz ise zâhidâneydi: üç minder, bir halı, bir yastık, iki el değirmeni, su tulumu ve testisi, meşinden bir bardak, elek, havlu, koç postu, eski bir kilim, hurma yaprağından sedir, iki elbise ve küçük bir yorgan… İşte asırlar boyu ümmete ölçü olacak tevazu medeniyeti, böyle mütevazı bir evde kuruldu.
Peygamberimiz bu yuvaya bizzat rehberlik etti; iş bölümünü belirledi: ev içi hizmetler Fâtıma’ya, dışarı işleri Ali’ye aitti. Lâkin bu bir emir-komuta değil, merhamet ve yardımlaşma düzeniydi. Hz. Ali ev işlerinde eşine, Hz. Fâtıma da eşine yardımcı oldu. Değirmen başında elleri nasır bağlayıncaya kadar un öğüttü, kuyudan su çekti; lüksü değil, çileyi seçti. Peygamber kızı olmasından ötürü hiçbir ayrıcalık talep etmedi.
Baba-Kızın İnceliği ve Peygamberî İltifatlar
Resûl-i Ekrem (sav), onu gördüğünde ayağa kalkar, elini tutar, yanaklarından öper, kimi zaman da kendi yerine oturturdu. Seferdeyken en son onunla vedalaşır, döndüğünde ilk olarak onun kapısını çalardı. “Kadınlardan en çok Fâtıma’yı, erkeklerden Ali’yi severim.” buyuran Peygamberimiz, “Fâtıma benim bir parçamdır; onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen beni üzmüştür.” sözüyle onun gönlündeki yerini ümmete ilan etti. Bir gün de Cebrâil’in getirdiği müjdeyi haber verdi: “Fâtıma, cennet hanımlarının hanımefendisidir.”
Mekke fethinden sonra Hz. Ali’nin (ra) başka bir evliliği gündeme geldiğinde, Peygamberimiz minbere çıkıp şöyle buyurdu: “Allah’ın düşmanının kızı ile Allah’ın Peygamberinin kızı bir arada bulunamaz.” Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Fâtıma hayattayken başka bir kadınla evlenmedi; câriye dahi edinmedi. Bu tavır, aile izzetinin ve eş vefasının en zarif örneklerindendir.
Zühd, Haya ve İbadet İklimi
Evin yükü ağırlaştığında hizmetçi talebi gündeme gelince, Peygamber Efendimiz (sav) kızına dünyalık bir kolaylıktan daha kıymetli bir zikir tesbihi öğretti: “Yatağa girdiğinde otuz üç defa Sübhânallah, otuz üç defa Elhamdülillah, otuz dört defa Allahu ekber de; bu, hizmetçiden daha hayırlıdır.” Böylece o ev, tesbihin bereketiyle genişledi.
Bir gün Resûlullah (sav), Fâtıma’nın evinde nakışlı bir örtü görünce kapıdan geri döndü.
“Zevk ve süsün çekip götürdüğü bir eve girmek peygambere uygun değildir.” buyruğu, Zehrâ hanesinin ölçüsünü gösterdi. O örtü derhal kaldırıldı; sadelik ve edep başköşeye yerleşti.
Uhud’un Gölgesinde Şefkat Eli
Uhud’da on mümin hanımla birlikte yaralılara su ve yiyecek taşıdı; gazilerin yaralarını sardı.
Resûl-i Ekrem’in dişi kırılıp mübarek yüzü kanadığında, kanı durdurmak için bir hasır parçasını yakıp küllerini bastırdı; kan böylece kesildi. Zehrâ, savaş meydanında dahi şefkatin dili oldu.
Cömertlik, İsar ve Kur’ânî Şahitlik
Açlık günlerinde, iftar vakti kapıya gelen yoksul, yetim ve esir için sofralarını boşalttılar; kendileri suyla oruç açtılar. İnsan Sûresi’nin, “Sevdikleri yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler; ‘Sizden ne bir karşılık ne de teşekkür bekliyoruz.’ derler” mealli âyetleri, bu fedakârlığın üzerine nazil olarak Fâtıma–Ali hanesini kıyamete kadar hürmetle yâd ettirdi.
Yine Ahzâb 33/33’teki “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” âyeti, Resûlullah’ın abası altına aldığı Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’e yaptığı duanın semâdaki yankısıdır.
Resûl-i Ekrem’in (sav) “Ben, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin kıyamet günü arşın altında bir kubbeyiz.” meâlindeki rivayetleriyle Ehl-i Beyt’e vurgusu, muhabbet ve mesuliyeti birlikte yükler.
Son Günler: Hüzün ile Müjde Arasında
Resûlullah (sav) son hastalığında, Cebrâil’in bu yıl Kur’ân’ı iki kez arz ettiğini haber verince Fâtıma ağladı. Ardından, “Ailemden bana ilk kavuşacak olan sensin.” müjdesi gelince tebessüm etti.
Vefat anında babasının başucunda kulağına fısıldanan sırla önce ağladı, sonra sevindi; zira kavuşma yakındı.
Resûl-i Ekrem’in (sav) vefatı, Fâtıma’nın kalbini dağladı. Definden sonra, “Resûlullah’ın üzerine nasıl toprak atabildiniz?” diyerek hıçkırıklara boğuldu. Rivayete göre bir daha yüzü gülmedi; fakat kulluğundan, anneliğinden, ibadetinden ve ümmete olan mesajından geri durmadı.
Vefatı, Yıkanması ve Defni
Hz. Fâtıma (r.anhâ), babasının vefatından beş buçuk ay sonra, 3 Ramazan 11 / 22 Kasım 632 tarihinde Medine’de dâr-ı bekâya göçtü. Vasiyeti gereği gece defnedildi; cenaze namazını Hz. Ali yahut Hz. Abbas kıldırdı. Mahremiyete titizliği sebebiyle, Habeş usulü tabut içinde taşınmasını vasiyet etmişti; öyle de yapıldı. Kabri hakkında farklı görüşler zikredilmişse de ümmetin genel kabulü Cennetü’l-Bakî’dir.
Hadisleri ve İlmî Mirası
Hz. Fâtıma’dan on sekiz hadis rivayet edilmiştir; bunların tamamı Kütüb-i Sitte’dedir, ikisi hem Buhârî hem Müslim’dedir. Ondan eşi Hz. Ali, evlatları Hasan ve Hüseyin, annelerimiz Hz. Âişe ve Ümmü Seleme, Selmâ (Ebû Râfi‘in hanımı), Enes b. Mâlik ve daha niceleri rivayette bulunmuştur. Torunu Hz. Hüseyin’in kızı Fâtıma ve birçok tâbiînin mürsel rivayetleri de nakledilmiştir. Zehrâ’nın sözleri, Peygamber ocağından süzülen nur gibi asırlara akmıştır.
Aile ve Nesil: Kerbelâ’nın Gölgesinde Vakar
Hz. Ali ile evliliğinden Hasan, Hüseyin, Muhsin (küçük yaşta vefat etti), Zeyneb ve Ümmü Gülsüm dünyaya geldi. Peygamber soyunun Hasan ve Hüseyin üzerinden devamı, Ehl-i Beyt muhabbetini ümmetin kalbine mühürledi. Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in şehadeti, ardından Hz. Zeyneb’in Kûfe sokaklarındaki vakur hitabesi ve Şam sarayında zilleti reddeden sözü, Fâtıma’nın terbiyesinin tarihteki yankısıdır.
Son Söz: Bir Ömürlük Kandil
Hz. Fâtıma (r.anhâ), kısa ama derin bir ömürle ümmete şunları öğretti: İzzet, iffettir; vakar, hizmettir; zühd, evimizi ve kalbimizi sadeleştirmektir; sevgi ise Resûlullah’ın sevdiklerini sevmektir. O, Peygamber Efendimiz’in (sav) göz nuru, Ehl-i Beyt’in incisi, mümin hanımların hanımefendisi olarak kıyamete kadar yol gösterecek bir kandildir. Onun hayatına bakanlar, eş olmaya merhametle, anne olmaya rahmetle, kul olmaya teslimiyetle talip olurlar.
Rabbimiz, bizlere bu kandilin ışığında yürümeyi ve Fâtıma annemizin şefaatine erebilmeyi nasip etsin.
Kasım 2025, sayfa no: 6-7-8-9
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak