Ara

Hz. Ebû Talha (ra) / Prof. Dr. Mustafa Ağırman

Hz. Ebû Talha (ra) / Prof. Dr. Mustafa Ağırman

O erler ki,

O erler ki, gönül fezâsındalar,       Yıldızları tesbih tesbih çeker de,       İçine nefs sızan ibâbetlerin

Toprakta sürünme ezâsındalar.     Namazda arka saf hizâsındalar.     Birbiri ardınca kazâsındalar.

Bir ân yabancıya kaysa gözleri,      Her rengi silici aşk ötesi renk;        Ne cennet tasası ve ne cehennem;

Bir ömür gözyaşı cezâsındalar.      O rengin kavuran beyzâsındalar.     Sâdece Allâh’ın rızâsındalar.

Necip Fazıl Kısakürek   

Hz. Peygamber Efendimiz (sav), Medîne mescidinde arkadaşları ile sohbet ederken, Ebû Hureyre isimli sahâbî Hz. Peygamber’e yaklaştı ve kendisinin çok aç olduğunu ve açlıktan dermansız kaldığını söyledi. Hz. Peygamber de onu yakınlarından birisiyle kendi evine gönderdi. Eşlerine de haber gönderip onu doyurmalarını istedi. Hz. Peygamber’in hanımları da yanlarında bu misâfiri doyuracak bir şey bulamadılar. Bu durumu üzülerek Hz. Peygamber Efendimize ilettiler. Evinde, Hz. Ebû Hureyre’yi doyuracak bir yiyecek bulamayan Hz. Peygamber, cemâate döndü ve:

- “Bu gece aranızda bu arkadaşınızı misâfir edecek birisi yok mu? Kim onu misâfir ederse Allah ona rahmet eylesin!” dedi. Medîne’nin yerlilerinden Ebû Talha derhal ayağa kalktı ve: “Ben, onu götürür, karnını doyurur ve misâfir ederim, yâ Rasûlallah!” diye cevap verdi. 

Ebû Talha, Ebû Hureyre’yi alıp evine götürdü. Misâfirini içeri aldıktan sonra eşine: “Bu gelen, Rasûlullâh’ın misâfiridir. O’nun evinde misâfirine yedirecek bir şeyi olmadığı için ben alıp getirdim. Bu misâfirden hiçbir şeyi esirgeme! Evimizde ne varsa ona ikrâm et!” diye tembîh etti. 

Evin hanımı, evlerine böyle bir misâfir gelmiş olmasından dolayı çok memnun oldu ve sevindi ama ne yazık ki onun da misâfire ikrâm edecek hazır bir yemeği yoktu. Kadıncağız üzülerek eşine şöyle dedi:

- “Vallâhi, evimizde çocuklar için ayırdığım azıcık yemeğimizden başka bir şey yok.” Ebû Talha bu duruma çok üzüldü ama misâfiri getirmişti bir kere; onu doyurması gerekirdi. Bir çözüm yolu düşündü ve hanımına şöyle dedi:

- “Sen, hemen çocukları erkenden uyut. Onlar, bu gece yemek yemeden uyusunlar. Kandili (lambayı) da düzeltir gibi yap ve söndür. Var olan yemeği misâfire yedirelim, biz de bu gece aç olarak yatalım.”

Hanımefendi eşinin dediği gibi yaptı. Önce çocukları uyuttu. Sonra sofrayı hazırladı. Var olan yemeğini getirip sofraya koydu. Eşini ve onun getirdiği misâfiri sofraya buyur ettikten sonra kalkıp kandille meşgûl oldu. Kandili düzeltiyormuş gibi yaparken onu söndürdü. Kandili yakacak ateşleri olmadığı için karanlıkta kaldılar. Ev sâhibi kendini misâfire, yemek yiyormuş gibi gösterdi. Eli yemek tabağına gidip geliyor, fakat ağzına bir şey gitmiyordu. Çünkü elini boş götürüp getiriyordu. Bu arada misâfir karnını doyurdu. Misâfir tok olarak; evin erkeği, hanımı ve çocukları da aç olarak gecelediler. Sabah olunca erkenden abdestlerini alıp sabah namazı için mescide geldiler. Medîneli Müslümanlarla birlikte Hz. Peygamber’in arkasında saf tuttular ve büyük bir huşû ile sabah namazını edâ ettiler. Sabah namazından sonra Hz. Peygamber cemâate döndü ve şöyle buyurdu:

- “Yüce Allah, bu gece falan kadın ve falan erkeğin, misâfirlerine olan ikrâmını çok beğendi ve yaptıklarını da çok hoş karşıladı. Yaptıkları bu güzel işten dolayı onlar hakkında şu âyeti indirdi:

- “Kendileri zarûret ve ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları (mü'min kardeşlerini) kendilerine tercîh ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (el-Haşr, 59/9) 

Bu olay Buhârî’de iki yerde (Kitâbu Menâkıbil-Ensâr 9; Kitâbu’t-Tefsîr 306) geçiyor. Her iki yerde de rivâyetin birinci râvîsi Hz. Ebû Hureyre’dir. Bu rivâyetlerde Hz. Ebû Hureyre kendi adını vermeden: “Nebi (sav)’e bir adam geldi” demektedir. Her iki rivâyette de, misâfiri evine götüren şahsın Ensar'dan biri olduğu söylenirken ismi açıklanmamaktadır. Müslim de bu olayı Hz. Ebû Hureyre’den rivâyet ediyor. Müslim’deki (Kitâbu’l-eşribe 172-173) rivâyetlerde de: “Bir adam geldi” ifâdesi geçiyor. Bir rivâyette Ebû Talha’nın ismi zikrediliyor. Tirmizî’de (Tefsir 60) Ebû Hureyre’den hadîsin son bölümü rivâyet ediliyor. Sâdece, Ensar'dan birinin misâfire olan ikrâmı anlatılıyor. 

Olayın kahramânı Ebû Talha, Medîneli'dir, yâni Ensar’dandır.  Hazrec kabîlesinin Neccaroğulları kolundandır. On yıl Hz. Peygamber’e hizmet eden Enes b. Mâlik’in üvey babasıdır. Müslüman olmasına Enes’in annesi Ümmü Süleym sebep olmuştur. Kocası (Enes’in babası) Mâlik’in hicretten önce ölümü üzerine Ebû Talha’dan evlenme teklîfi alan Ümmü Süleym, Ebû Talha’nın Müslüman olmamasının bu evliliğe engel teşkîl ettiğini, şâyet İslâm’ı kabûl ederse kendisinden mehir almadan evliliğe evet diyeceğini söyledi. Bunun üzerine Ebû Talha, Müslüman oldu ve Ümmü Süleym ile evlendi. Bu evlilikten Abdullah ve Ebû Umeyr adında iki oğulları dünyâya geldi.

Ebû Talha, hicretten önce yapılan Birinci Akabe biatında kabîlesini temsîl etti. Hicretten sonra Hz. Peygamber ile bütün savaşlara katıldı. Uhud ve Huneyn savaşlarında gösterdiği kahramanlık dillere destandır. Ashâb-ı Kiram arasında cesâreti, yiğitliği ve bilhassa gür sesiyle tanınırdı. Bundan dolayı Hz. Peygamber’in: “Ebû Talha’nın asker içindeki sesi bir grup insandan daha etkilidir.” diye buyurduğu rivâyet edilmektedir. (Hâkim, el-Müstedrek, III, 352)

Hz. Enes, annesi Ümmü Süleym ve üvey babası Ebû Talha’ya âit çok güzel hâtıralar anlatır. O hâtıralardan biri de şöyledir: Bir gün Ebû Talha üvey oğlu Enes’i göndererek Hz. Peygamber’i yemeğe dâvet eder. Suffe ashâbı ile mescidde oturan Hz. Peygamber, Enes daha bir şey söylemeden yemeğe dâvet edildiğini anlar ve yanındaki yetmiş veya seksen sahâbîyi alarak dâvete gider. Bunun üzerine Ebû Talha telâşlanır, fakat Ümmü Süleym, Hz. Peygamber varken telâşlanmanın yersiz olduğunu söyler ve onu teskîn eder. Hz. Peygamber, yemeğin bereketlenmesi için duâ eder ve dâvetlileri onar kişilik gruplar hâlinde sofraya oturtur. Sofraya oturan herkesin karnı doyar. (Buhârî, Menâkıb 25) 

Hicretten sonra Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde ikāmet eden Hz. Peygamber’e herkes yiyecek-içecek götürürken, Ümmü Süleym de on yaşındaki oğlu Enes’i götürmüş ve: “Ey Allâh’ın elçisi! Ensar’dan sana hediye getirmeyen kimse kalmadı. Ben de bu oğlumu sana hediye ediyorum; devamlı sana hizmet etsin.” demişti. Hz. Enes, gece annesinin yanında kalır, gündüzleri de Hz. Peygamber'le birlikte olur ve ona hizmet ederdi. Hz. Peygamber, bu āileyi çok sever ve sık sık onları ziyâret ederdi.

Hz. Peygamber Efendimiz'le birlikte bütün savaşlara katılan, katıldığı her savaşta dillere destan kahramanlıklar gösteren Ebû Talha’nın bu kahramanlıkları hakkında değil de, bir misâfiri doyurması hakkında âyet-i kerîme nâzil olması konusunda biraz düşünmemiz lâzım. Özellikle içinde bulunduğumuz bu zamanda dünyânın değişik yerlerinde aç ve yardıma muhtaç milyonlarca Müslüman’ın bulunduğunu bilerek daha çok ve daha iyi düşünmemiz lâzım.

Aslında Ebû Talha, yoksul birisi değildi. Hem kendini hem de misâfirini doyuracak imkâna sâhipti. Zâten bu imkâna güvenerek, Hz. Peygamber’in işâret ettiği misâfiri alıp evine götürmüştü. İmkânı vardı ama belki o akşam evde yiyecek bir şey yoktu. Kendilerinin ve çocuklarının yiyebileceği az bir yemeği misâfirlerine yedirip kendileri aç olarak sabahladılar. Öyle anlaşılıyor ki kendileri de çocuklar da fazla aç değillerdi. Sabaha kadar idâre edebilecek durumları vardı.

Ebû Talha ve eşi Ümmü Süleym, ellerinde ve evlerinde var olan yiyeceği misâfirleriyle paylaşmadı; tamâmen misâfire ikrâm ettiler. Misâfiri kendi nefislerine tercîh edip Yüce Allâh’ın rızāsını kazandılar. Bu sebepten dolayı da Yüce Allah tarafından tebrik ve tebcil edildiler.

Biz, bu güzel insanlar gibi yapamıyoruz; yapamayız da. Ama hiç olmazsa elimizde olanı paylaşmasını bilelim. Rabbimizin bize verdiğini muhtaçlarla paylaşalım. İnfak müessesesini çalıştıralım. Dünyânın değişik yerlerinde cihâd eden İslâm mücâhidlerini desteksiz, yoksulları ekmeksiz bırakmayalım. Yiyeceği olmadığı için tâkatsiz, içecek suyu olmadığı için dermansız kalanların imdâdına yetişelim. Bu asırda tâkatsiz ve dermansız kalanların Hz. Ebû Hüreyre gibi Hz. Peygamber Efendimize başvurduklarını, Efendimizin de onları bize gönderdiğini kabûl edelim, yoksullara bu gözle bakalım. 

Harcamalarımıza dikkat edelim. Lüzumsuz harcamalarımızı kısarak, buradan tasarruf ettiklerimizi dünyânın değişik yerlerinde cihâd eden İslâm mücâhidlerine göndersek ne kadar iyi olur, değil mi? Onlar orada, cephede düşmanla savaşırken; biz de burada nefsimizle savaşmak mecbûriyetindeyiz. Bunu unutmayalım. Nefsi alt etmeden cennete girmenin zor olduğunu da bilelim. Bu olay üzerine nâzil olan âyetin son cümlesini bir daha okuyalım: “Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (el-Haşr, 59/9)

Yâ Rabbi! Hz. Osman (ra)’ın Medîne’de satın alıp Müslümanlara bağışladığı Rûme kuyusu gibi, Afrika’da su kuyuları açıp oralardaki Müslümanların hizmetine sunan kardeşlerimizi Cennet’te Hz. Osman Efendimize komşu eyle! Gazze’de, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Afrika’da, Afganistan’da ve dünyânın değişik yerlerinde iftar sofraları açarak yoksullara, mazlumlara, mağdurlara ve mustaz’aflara iftar ettiren kardeşlerimizi de Cennet’te Hz. Ebû Talha’ya komşu eyle! (Âmîn)

Kaynaklar:

Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 9, Tefsîr 306; Müslim, Eşribe 172-173; Tirmizî, Tefsîr 60; İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VIII, 631-633; Aynî, Umdetü’l-kârî, XIX, 226-227.

Temmuz 2024, sayfa no: 44-45-46-47

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak