Efendimiz (sav) “Mü’minin işine taaccüb ederim. Başına bir musîbet gelse sabreder, bu onun için mükâfât olur. Nimete kavuşunca şükreder, bu da onun için mükâfât olur. Her iki halde de kârlıdır.” buyurur. Az bir sıkıntıdan dolayı intihar vakaları, dînin esaslarını bilenlerde olmaz. Bunun için yakıp yıkma, intihar gibi hâdiseler daha çok inkârcılarda olur.
Mü’minin üç alâmeti vardır:
1. İllet, hastalık.
2. Kıllet, rızkında, maişetinde, geçiminde darlık.
3. Zillet, halk nazarında itibâr edilmemesi.
“Allah Teâlâ var, gam yok” der inananlar. Öyle bir zevke ermişler ki ârifler, “derd ü belâ saltanatın, iki cihâna vermezem” demişlerdir. Ne zaman nimete mazhar olsalar, Ashâb-ı Güzin’in dediği gibi, “âhirette verilecek mükâfât, dünyâda mı veriliyor?” derler.
Râbiatül Adeviye (r.aleyha), akşam iftarında kapıya gelen fakirler sebebiyle, üç gün üst üste oruç tutar. Açlığın tesiriyle su testisi de devrilir. Lambayı da elleri titrediği için yakamaz. Gönlündeki mahzuniyetle Rabbimize şöyle ilticâ eder: “Ya Rabb! Hep sevdiklerine böyle mi yaparsın?” der. Hakk Teâlâ’dan gelen nidâ, “evet Yâ Râbia” olur.
Cana cefâ kıl ya vefâ
Kahrın da hoş, lütfun da hoş,
Ya derd gönder ya devâ,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yâhut kefen,
Ya tâze gül, yâhut diken..
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Gelse celâlinden cefâ
Yâhut cemâlinden vefâ,
İkisi de cana safâ:
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ger bağ-u ger bostan ola.
Ger bendü ger zindan ola,
Ger vasl-ü ger hicran ola,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ey pâdişâh-ı Lemyezel!
Zât-ı ebed, hayy-ı ezel!
Ey lutfu bol, kahrı güzel!
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ağlatırsın zâri zâri,
Verirsen cennet-ü hûri,
Lâyık görür isen nâri,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat gerek öldür,
Âşık Yûnus sana kuldur,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
1934 yılında Sâmî Ramazanoğlu (ks) Yahyalı’yı teşrîfinde, şu âyet-i celîleyi okur: “Her kim de benim zikrimden (Kur'ân'dan) yüz çevirirse, (bilsin ki) ona dar bir geçim vardır ve onu kıyâmet günü kör olarak haşrederiz. (O zaman Kur'ân’dan yüz çeviren kimse) "Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim" der. Allah: "Böyledir, sana âyetlerimiz gelmişti de onları sen unutmuştun, bugün de öylece unutulursun" der.” (Tâhâ 124-126.) Dikkat edilirse, istatistiklere bakılırsa, en çok stres, ibâdet ve tâatten mahrum kimselerde görülür.
Gönül huzûrunu Mevlâmız (cc) “Onlar, îmân etmiş ve kalbleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalbler Allâh'ın zikri ile yatışır.” (Ra’d, 28.)
Hikmet ehlinin gözünde huzûrun temininine âid sözlerle izah edelim konuyu. Ehlüllah, âyet ve hadislerden mülhem, ilhâm olunan kelâmlarla konuşurlar. Hadîs-i Şerîf’in meâliyle açıklar saâdeti bir zât: “İnsanın saâdeti: Ağzını ve nâmusunu muhâfazası nisbetindedir.”
Furkan Sûresi’ndeki 63. âyet-i kerîmeyle açıklık getirir biri de konuya: “İki cihanda huzur istersen, münâkaşa ve tartışmayı terket.”
Âl-i İmran Sûresi’nin 103. âyetinde belirtilen, “Topluca Allâh'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Ve Allâh'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani, siz; düşman idiniz de O, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da, O'nun nimeti sâyesinde kardeş oldunuz. Siz; bir ateş uçurumunun tam kenarında iken, sizi oradan doğru yola eresiniz diye kurtardı. Allah âyetlerini size işte böylece açıklar.” âyetindeki sırra işâret eder bir velî de.
“Girmek istersen şâyet saâdet bahçesine, Gafletten uyan artık sarıl Allah ipine.” Gerçek huzûrun burada değil Âhirette olduğunu beyân eder bir kısmı. “Huzûru kuş tüyü yastıklarda arayanlar, ancak vücutlarını dinlendirirler.” “Saâdetin kaynağı dışımızda değil, içimizdedir.”
Hacı Bektaş Velî (ks)
Kerâmet baştadır taçta değildir.
Harâret nardadır sacda değildir.
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de hacda değildir.
Sâkin ol kimsenin, gönlünü yıkma,
Gerçek erenlerin, sözünden çıkma
Eğer insan isen, ölmezsin korkma,
Âşığı kurt yemez, boşta değildir.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak