Ara

Hicret’in Allah Rasûlü’nün (sav) Dâvetindeki Yeri ve Mesajı

Hicret’in Allah Rasûlü’nün (sav) Dâvetindeki Yeri ve Mesajı
Hz. Peygamber’in (sav) Mekke’den Medîne’ye göç etmesi sıradan bir vatan değişikliği değil, özelde İslâm târihinin, genelde de dünyâ târihinin en mühim hâdiselerinden birisidir. Dolayısıyla bu hâdisenin sebep ve netîcelerinin bu önemi dikkate alınarak ortaya konulması gerekir. Hicret; terk etmek, ayrılmak, bir yerden bir yere gitmek anlamlarına gelir. Istılah anlamında ise Hz. Peygamber’in (sav) Mekke’den Medîne’ye göç etmesi demektir. Muhacir kavramı esas olarak çeşitli sebeplerle yurdunu terk eden veya buna mecbur kalan insanlar için kullanılır. Hicretin bu yönüne Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde işâret edilmiştir: “Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar öldürüldüler. Andolsun ki, Ben onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım”.1 Hicret gerçekte Allâh’ın dînini insanlara bildirmekle görevli olan peygamberlerin ortak sünneti gibidir. Nitekim Hz. Peygamber’den (sav) önceki Allah (cc) elçilerinin büyük bir kısmı da dinlerini yaymak için yurtlarını terk etmek durumunda kalmışlardır. Rasûl-i Ekrem’in (sav) de zamanı geldiğinde kavminin kendisini yalanlaması sebebiyle yurdunu terk edip hicret etmek zorunda kalacağı, ilk vahiy aldığı günlerde Varaka b. Nevfel tarafından kendisine haber verilmiştir.2 Hz. Peygamber (sav) 12 yıl boyunca tüm gayretlerine rağmen Mekke’de Müslümanları hâkim duruma getirememişti. Üstelik müşrikler her türlü baskı ve şiddet uygulamak sûretiyle ilk Müslümanlar için Mekke’yi yaşanmaz hâle getirmişler, bunun sonucunda Müslümanların önemli bir kısmı yurtlarını terk ederek Habeşistan’a sığınmak zorunda kalmışlardı. Rasûlüllah (sav) ise yanında kalan az sayıdaki Müslümanla birlikte Mekke müşriklerinin işkencelerine katlanmaya devâm etmiş, bu süreçte, hem Müslümanlar için kalıcı bir göç yurdu bulmak hem de dâveti adına siyâsî destekçiler kazanmak ümîdiyle Mekke’ye gelen yabancı kabîle mensuplarıyla görüşmüştür. Allah Rasûlü (sav) bununla da iktifâ etmeyip destek talebi için bizzat Taif’e gitmiş, ancak onlardan beklediğini ilgiyi bulamamıştır. Rasûl-i Ekrem, sonuçsuz kalan tüm bu girişimlerine rağmen yılmadı ve Mekke’ye gelen yabancı kabîle mensuplarını İslâm’a çağırmaya devâm etti. Onun dâvetine tek ve gönülden cevap Medîne’den geldi. Şehrin Arap sâkinleri olan Evs ve Hazrecliler, Hz. Peygamber’i (sav) her şartta destekleyeceklerini açıkladılar. Bundan sonra atılacak ilk adım, Medîne’deki hareketi daha da kuvvetli hâle getirmek için Mekke’de kalan zulüm ve baskı altındaki Müslümanları Medîne’ye ulaştırmak, bu sayede Arap yarımadasının iki büyük merkezi olan Mekke ve Medîne’nin Müslüman Araplarını birleştirmekti. Hz. Peygamber (sav) bunu sağlamak maksadıyla Kureyşli Müslümanları yeni merkez seçilen Medîne’ye hicrete teşvîk etti. O kadar ki, hapsedilenler ve engellenenler ile Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali dışında ilk Müslümanların tamâmı Hz. Peygamber’den (sav) önce Medîne’ye hicret etmişlerdi.3 Diğer taraftan Müslümanların gruplar halinde Yesrib’e göç ettiklerine şâhit olan Mekke müşrikleri, Hz. Muhammed’in (sav) de yakında ora­ya giderek kendilerine karşı güç oluşturacağından endîşe duymaya başladılar. Bu meselenin hal çâresini bulmak için toplandıkları Dârünnedve’de yaptıkları görüşmeler sonucunda Rasûlüllâh’ı (sav) ortadan kaldırmaya karar verdiler. Yapılan plana göre Kureyş’in her kabîlesinden bir kişinin katılacağı suikast ekibi oluşturulacak, onlar da hep birlikte Allah Rasûlü’ne (sav) saldırarak onu öldüreceklerdi. Planları gerçekleşirse Hâşimoğulları bütün kabîlelere karşı kan dâvâsına girişemeyeceği için diyete râzı olmaktan başka bir çâre de bulamayacak, böylece Kureyş’in bu önemli meselesi de çözülmüş olacaktı. Kur’ân-ı Kerim’de müşriklerin bu teşebbüsü şu şekilde dile getirilir: “Bir zaman o kâfirler seni ya bağlayıp hapsetmeleri, ya öldürmeleri, ya da Mekke’den çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken, Allah da onlara karşılık veriyordu. Allah tuzak kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır.”.4 Müşriklerin suikast kararından vahiy yoluyla haberdar olan Allah Rasûlü (sav), Ebû Be­kir (ra) ile daha önceden kararlaştırdıkları hicret planını uygulamaya koydu. Bunun için derhal onun evine giderek hareket vaktinin geldiğini bildirdi. Hz. Ebû Bekir yolculuk için hazırladığı develeri daha önce anlaştıkları Abdullah b. Uraykıt isimli kılavuza teslîm etti ve onunla üç gün sonra Sevr mağarasının önünde buluşmak üzere sözleşti.5 Hz. Peygamber (sav) tekrar evine dönerek yeğeni Hz. Ali’yi çağırdı. Elinde bulunan emânetleri teslîm ettikten sonra ondan kendi yatağına yatmasını istedi. Bütün işlerini tamamladıktan sonra gece yarısında kendisini öldürmek için bekleyen müşriklerin arasından geçerek evinden ayrıldı ve Hz. Ebû Bekir ile birlikte Sevr mağarasına doğru hareket etti.6 Hz. Peygamber’i (sav) bekleyen suikastçılar onun dışarı çıkmadığını fark edince hemen eve girip onu aradılar, ancak onun yatağında Hz. Ali’yi buldular. Ondan istedikleri bilgiyi alamayınca bu defa Hz. Ebû Bekir’in evine gittiler, fakat oradan da elleri boş döndüler.7 Bunun üzerine aradıkları şahısların nereye gideceklerini tahmîn ederek Mekke’yi Medîne’ye bağlayan yol boyunca araştırmaya koyuldular. Halbuki, Hz. Peygamber (sav) ile Hz. Ebû Bekir Mekke’yi terk ettikten sonra onların tahmin ettikleri yöne gitmemişler, Medîne yolunun ters istikametinde bulunan Sevr mağarasına gizlenmişlerdi.8 Mekkeliler onları aradıkları istikamette bulamayınca şehrin diğer çıkışlarını da kontrol etmeye başladılar. Nihâyet Sevr’in ağzına kadar geldiler fakat onları fark edemediler.9 Kur’ân’da bu hâdiseye şöyle değinilir: “Muhammed’e yardım etmezseniz, bilin ki, inkâr edenler onu Mekke’den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmiştir. Arkadaşına ‘üzülme Allah bizimle berâberdir’ diyordu. Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştır”.10 Medîne yolcuları şehir sâkinleşinceye kadar Sevr’de kaldılar. Bu esnada Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ onlara erzak getiriyor, oğlu Abdullah da gündüz Mekke’de olup bitenler hakkında kendilerine bilgi ulaştırıyordu.11 Diğer taraftan Hz.Ebû Bekir’in âzatlısı Âmir b. Füheyre de koyunlarını mağara etrâfında otlatmak sûretiyle bir taraftan oraya gelip gidenlerin ayak izlerinin silinmesini sağlıyor, diğer taraftan da hayvanlardan elde ettiği sütü onlara ikrâm ediyordu.12 Sevr’deki bekleyişlerinin üçüncü gününde Hz. Ebû Bekir’in daha önce kendilerine kılavuzluk yapması konusunda anlaştığı Abdullah b. Uraykıd develerle birlikte oraya ulaştı. Son hazırlıklar da tamamladıktan sonra Allah Rasûlü (sav) Hz. Ebû Bekir ile birlikte yanlarına Âmir b. Füheyre’yi de alıp Mekke-Medîne yolunun bilinen güzergâhından farklı bir rota tâkip ederek Yesrib’e doğru harekete geçtiler. (1 Rebîülevvel / 13 Eylül 622).13 Hz. Peygamber (sav) Mekkelilerin tâkîbinden kurtulmuştu. Ancak onlar Mekke-Medîne arasında bulunan kabîlelere haber göndererek hicret yolcularının bulunması durumunda 100 deve ödül vereceklerini ilân ettiler. Bu amaçla harekete geçen ödül avcılarından Sürâka isimli bir savaşçı onları buldu. Ancak gerçekleştirdiği üç saldırıda da atının ayakları kuma saplandı. İçine düştüğü durumun fevkalâdeliğini anlayınca, Hz. Peygamber’den (sav) özür dileyerek yanlarından uzaklaştı. Sürâka dönüş yolunda da onları aramaya çıkan başka savaşçıları yanlış yönlendirerek onların kâfileye ulaşmalarına engel olmuştur.14 Hz. Peygamber (sav) ile berâberindekiler, sekiz günlük bir yolcu­luktan sonra Yesrib’e bir saatlik mesâfede bulunan Kubâ’ya ulaştılar.15 Rasûl-i Ekrem (sav), Mekke’den gelecek Hz. Ali’yi ve diğer muhâcirleri beklemek üzere birkaç gün kal­dığı köyde bir mescid inşâ ettirdi.16 Kur’ân’da bu mescidden şöyle bahsedilir: “Muhakkak ki bu mescid yapılırken takvâ ve tevhid temeli üzerine kurulmuş ve böyle devâm edegelmiştir. Habîbim burada senin namaz kılman çok doğru ve hayırlıdır. Burada temizliği seven Allah’tan korkan bir cemaat vardır. Allah da çok temiz ve fazîletli olanları sever”.17 Allah Rasûlü (sav) Kubâ’daki görevini tamamladıktan sonra yanındakilerle birlikte 12 Rabîülevvel 1 (24 Eylül 622) Cuma günü Yesrib’e doğru hareket etti. Yol üzerinde bulunan Rânûnâ vâdisinde ilk cuma hutbesini okudu ve cuma namazı kıldırdı.18 Hz. Peygamber (sav), Kubâ’dan hareket etmeden önce Medîne’de bulunan Neccâroğulları kabîlesine mensup dayılarına haber göndermiş, kendisini karşılamasını istemişti. Bunun üzerine onlar da kılıçlarını kuşanarak şehrin dışında onu karşıladılar.19 Hz. Peygamber (sav) Yesrib’e ula­şınca şehir halkı tarafından büyük bir sevinç ve coşkuyla karşılandı. Müslümanlardan her biri Allâh’ın elçisini kendi evinde misâfir etmek istiyordu. Allah Rasûlü (sav) ise onlardan hiçbirini kırmamak için, devesinin çöktüğü en yakın evde konaklayacağını bildirdi. Deve Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evine yakın bir yerde durunca Rasûlüllâh’ın (sav) ev sahibinin kim olduğu ortaya çıktı.20 Kısa süre sonra Hz. Peygamber (sav) ve Hz. Ebû Bekir’in Mekke’de kalan âileleri de şehre ulaşınca hicret tamamlanmış oldu.21 Mekke’den Medîne’ye yapılan hicreti Müslümanlar için bir kaçış ve sığınma olarak görmemek gerekir. Esâsında buraya göç Müslümanlar için nihâî hedef değil, daha uzak hedefler için bir başlangıçtır. Medîne’ye göçte Müslümanlar için can güvenliği ve sığınma ihtiyacı tâlî derecede bir etkiye sâhiptir. Buraya hicretteki esas gâye, Müslümanlar için huzur ve güven ortamını tesis etmek, dâvete daha uygun yeni bir merkez sağlamaktır. Medîne, yeni bir millet (ümmet) ve yeni bir devletin kuruluş merkezi olarak seçilmiştir. Medîne’ye hicretle birlikte İslâmî dâvet Mekke’de kazandığı dînî boyutun yanına siyâsî boyutu da ilâve etmiştir. Bundan sonra İslâm mağdurların, mazlumların, muhalif kabûl edilenlerin değil, hâkim olanların ve yönetenlerin dîni olacak, tebliğ artık devlet destekli olarak gerçekleştirilecektir. Bu durumda Allah Rasûlü’nün (sav) peygamberliğinden sonra siyâsî niteliği de ortaya çıkacak ve o Medîne şehir devletinin başkanı konumuna gelecektir. Hicret, Kureyşli Müslümanlar için baskıdan kurtulmayı, bağımsızlığı ve müşriklere karşı güvenli bir hayâtı temin etmiş, Hz. Peygamber’e (sav) de muazzam bir tebliğ imkânı sağlamıştır. Mekke’de 13 yıldır gerçekleştirilemeyen ümmet bütünlüğü burada kurulabilmiş, bütün inananlar bir araya gelebilmişlerdir. Ayrıca Müslümanlar burada din düşmanlarıyla mücâdele için uygun zemin ve şartlara kavuşmuşlar, yeni yurtlarında siyâsal, kültürel ve ekonomik anlamda tam bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Diğer taraftan hicret, Medîneli Araplar açısından da büyük bir kazanım olmuştur. Herşeyden önce onlar, uzun yıllar süren ve iki kabîleyi de yok olmanın eşiğine getiren Evs-Hazrec çatışmasından kurtularak birlik oluşturmuşlar; bu sâyede Yahudîler karşısındaki konumlarını güçlü hâle getirmişlerdir. Onların Medîne’de teşkîl ettikleri birliğe hicret netîcesinde Kureyşli muhâcirler de eklenince, Müslümanlar şehirde Yahudîlere karşı büyük bir üstünlük elde etmişler, şehrin hâkim unsuru hâline gelmişlerdir. Medeniyetlerin kurulmasında hicretin büyük etkisinin olduğu bir gerçektir. Dünyâda meydana gelen büyük değişimlerin hicretle, yâni zorunlu sebeplerle gerçekleşen göç hareketleriyle yakın ilişkisi bulunmaktadır. Buradan hareketle Hz. Peygamber’in (sav) ve Müslümanların Mekke’den Medîne’ye hicretini, yeni bir medeniyetin kuruluşunun ilk adımları olarak kabûl etmek mümkündür. Prof. Dr. Adem Apak Dipnotlar: 1 Âl-i İmrân, 3/195. 2 Buhârî, Bedu’l-vahy 1; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts. I, 252-254, 257. 3 İbn Hişâm, es-Sîre, II, 111-120; İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), I, 227-228. 4 Enfâl, 8/ 30 5 Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 45. 6 İbn Hişâm, es-Sîre, II, 124-126; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 228. 7 İbn Hişâm, es-Sîre, II, 131-132. 8 Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 45. 9 Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, I, (thk. Muhammed Hamidullah), Jerusalem, 1963, I, 260-261. 10 Tevbe, 9/40. 11 Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 45. 12 Belâzürî, Ensâb, I, 194, 260. 13 İbn Hişâm, es-Sîre, II, 130-133: İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 228-229. 14 Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 45; İbn Hişâm, es-Sîre, II, 134-135. 15 İbn Hişâm, es-Sîre, II, 136-138; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 227-233. 16 İbn Hişâm, es-Sîre, II, 139-140; Belâzürî, Ensâb, I, 263-264. 17 Tevbe, 9/108. 18 İbn Hişâm, es-Sîre, II, 138-139. 19 Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 46. 20 İbn Hişâm, es-Sîre, II, 139-141; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 235-237. 21 Belâzürî, Ensâb, I, 269-270.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak