Ara

Heybetli ve Rûhâniyetli Bir Şehir

Heybetli ve Rûhâniyetli Bir Şehir

Medeniyetimizin kurucu şehri, târihimizin ulu çınarı Bursa'mızı, en son 15 sene önce, Saliha Malhun'un mihmandarlığında; Mehmet Nuri Yardım, Şerîf Aydemir, Bestami Yazgan, Yusuf Dursun, Muhterem Yüceyılmaz ve rahmetli Olcay Yazıcı ağabeyimizle birlikte, ESKADER yönetimi olarak ziyâret etmiştik. Zaman çabuk geçiyor ve "gözden ırak olan gönülden de ırak olur" misâli arayı daha fazla uzatmamak lâzım dedik ve Sedat Alpsoy kardeşimizle birlikte sefere niyet eyledik. Seyyahların kutbu Evliya Çelebi'mizin de ifâde ettikleri gibi Bursa rûhaniyetli bir şehirdir. Hem rûhaniyetli hem de heybetli bir şehir. Bu topraklara âidiyeti bulunan, medeniyetimizi özümsemiş herkesin onda bulabileceği, maddî-manevî pek çok şey vardır. Ahmet Hamdi Tanpınar bu durumu şöyle açıklar: "Şimdiye kadar gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı olan bir başkasını hatırlamıyorum. Fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sâde baştan başa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun manevî çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tesbît etmiştir. Uğradığı değişiklikler, felâketler ve ihmâller, kaydettiği ileri ve mesut merhaleler ne olursa olsun o, hep bu ilk kuruluş çağının havasını saklar, onun arasından bizimle konuşur, onun şiirini teneffüs eder." Bundan özge yoruma, izahata lüzum görmüyoruz.

Bursa'nın Kalbi Ulu Câmi-i Şerîfi

Ziyâretimize şehrin kalbinde bulunan ve heybetli yapısıyla görenleri silkeleyip sarsarak derinden etkileyen Ulu Câmi Şerîf'inden başlıyoruz. I. Bayezid Han tarafından 1396-1400 yılları arasında yaptırılan mâbed pek çok husûsiyetiyle Selçuklu mimârî formunu hatırlatır. Osmanlı Cihân Devleti dönemindeki bütün câmi-i şerîf'lerin atası olarak gösterilir. Yirmi kubbeli yapının ortasında yer alan üstü açık şadırvan ve devâsâ boyutlardaki hat yazıları Ulu Câmi’nin dikkat celbeden, ayırt edici özelliklerinden bazılarıdır. Câmi içinde 13 ayrı yazı karakteri ile 41 ayrı hattat tarafından, duvara yazılmış olarak 87, levha hâlinde 105, toplamda 192 adet yazı mevcut. Selçuklu oyma sanatından Osmanlı ahşap oymacılığı sanatına geçişin önemli örneklerinden biri olarak kabul edilen minberi sert ceviz ağacından kündekâri tekniği ile yapılmış. Mâbed, ilk inşa târihinden günümüze kadar pek çok defa elden geçirildi, restorasyona tâbi tutuldu. Rivâyetlere göre Ulu Câmi-i Şerîfi'nin açılışında ilk hutbe, Şeyh Hamid-i Veli [Somuncu Baba] Hazretleri tarafından irâd edilmiş, ilk imam-hatibi ise Mevlid-i Şerîf yazarı Süleyman Çelebi olmuştur. Cihân devleti olma yolunda bir maya görevi üstlenen Ulu Câmi-i Şerîfi'ni büyük bir hayranlıkla temâşâ ederken Arif Nihat Asya'nın "Dün başlar seferber, eller seferber/ Kurşun eritildi, mermer çekildi/ Bunlar, bu kubbeler, bu minâreler/ Akçayla olacak işler değildi." dizelerini hatırlamamak, ecdâdımızı rahmetle, hürmetle, minnetle yâd etmemek mümkün mü?! 

Külliye Merkezli Hayat

Osmanlı döneminde yapılaşma, çekirdeğini câmilerin oluşturduğu külliyelerin çevresinde geliştirildi. Bursa bu yapılanmanın en erken en müşahhas örneğidir. Ulu Câmi-i Şerîfi çevresinde mesleklerine göre geniş bir alana yayılmış irili ufaklı pek çok han ve çarşı bulunur. Koza Han, İpek Hanı, Pirinç Hanı, Bedesten, Aynalı Çarşı ve Kapalıçarşı bunlardan bazılarıdır. Bir zamanlar ticâretin, sosyal hayâtın atardamarı olan bu mekânlar günümüzde kabuk değiştirerek farklı bir atmosfere bürünmüş durumda. Bursa'nın en tanınan hanı, Ulu Câmi-i Şerîfi yanı başında yer alan Koza Han'dır. Köşk tipi mescidi şehrin sembolleri arasındadır. Maalesef mekânın târihî hüviyetinden, havasından eser kalmamış. Burası da artık tüketim kültürünün sembolü olarak mantar gibi üreyen AVM kafelerinden farksız durumda. Günümüzde hâlen faal olan çarşılardan birisi de Târihî Tahtakale Çarşısı'dır. Ziyâretlerimizi yapıp şehir merkezine her dönüşümüzde buraya uğrar biraz dinleniriz. Küçük dükkânlarla çevrili alanın ortasında öbek öbek iskemleye oturmuş insanlar çay eşliğinde sohbet ediyorlar. Bu hoş manzaraya biz de ortak oluyoruz. Burada birkaç çorbacı da var. Buradaki kadar lezzetli kelle-paça çorbasını başka hiçbir yerde görmedim diyebilirim. Hele o kaynar tereyağının masaya getirilip çorba kâsesinin üzerine boca edilme sahnesi var ki anlatmaya kelimeler kifâyet etmez. Özellikle ayak paça çorbası kopmuş bağırsakları bile birbirine bağlar desek abartmış olur muyuz bilmiyorum. Yeri gelmişken Irgandı köprüsünden de söz edelim. Boyacı Kulluğu Köprüsü'nün güneyinde bir köprü daha bulunur. Osmanlıların tek arasta köprüsü olan Irgandı Köprüsü'dür. Bu taş köprü, II. Murad Han zamanında inşa edilmiştir. Üzerinde antika ve hediyelik eşya türü ürünler satan dükkanlar ve sanat atölyeleri bulunur. Özellikle sıcak günlerde köprü kenarından merdivenlerle inilen dere kenarında su şırıltısı ve kuş cıvıltıları eşliğinde serinlemek mümkün. 

Bursa'nın İlk Zâviye Planlı Câmisi

Irgandı köprüsünden ayrılarak Sultan Orhan Câmi-i Şerîfi'ne doğru yola koyuluyoruz. Yolumuz üzerinde bulunan Setbaşı Câmi-i Şerîfi olarak da bilinen Karaçelebi Câmi-i Şerîfi avlusunda biraz nefesleniyoruz. Câminin çok hoş, çok zarif bir şadırvanı vardır. Bursa'da ilk dikkatimizi çeken hususlar câmilerin avlusunda, içerisinde bulunan muhtelif tür ve ebatları bulunan şadırvanları ile suları gürül gürül akan çeşmeleri oldu. Özellikle çeşme kültürü memleketin her köşesinde yaygınlaştırılmalı. Buradan ayrılarak câmi, medrese, han, hamam ve imârethâneden oluşan Orhan Gazi Külliyesi'nin bir parçası olan Sultan Orhan Câmi-i Şerîfi'ne gidiyoruz. 1339 yılında Sultan Orhan tarafından yaptırılan câmi, Bursa'nın ilk zâviye planlı câmisi olma özelliği taşır. Kitâbesinde yazdığına göre, 1413'te Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından tahrip edilen câmi, 1417'de Çelebi Mehmed tarafından onarılmıştır. UNESCO Dünya Mirası listesindedir. Uzun zamandır restorasyon sebebiyle kapalı vaziyette bulunan mâbed yakın zamanda ibâdete açılmış. Avluda yakın dönemde yapıldığı anlaşılan çok hoş bir şadırvanı bulunur. Son dönemlerde mihrap bölümünde uygulanan tezyinâtın mekânın rûhuyla örtüşmeyecek düzeyde abartılı olduğunu ifâde etmeliyiz. Benzer durumlarla yeni restorasyona tâbi tutulan başka eserlerde de karşılaştık. Bizim tezyinâtımız gönle ferahlık veren, gözü yormayan bir üslâba bir geleneğe sahip. Kaş yaparken göz çıkarmamak lâzım. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın da veciz bir şekilde ifâde ettikleri gibi: "Cedlerimiz inşa etmiyor, ibâdet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve îmanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu." Bu düşünce yapısını, tasavvuru, çizgiyi bozmamak gerekir. Zîrâ buna hakkınız yok! Sonraki durağımız Yeşil Külliye. Buraya yürüyerek gitmeye karar verdik. Çünkü sokaklarında yürümeden, havasını teneffüs etmeden, insanları ile hasbihâl etmeden bir şehri dinlemek, okumak ve anlamak kabil değildir.

Yeşil Türbe, Hayat Ölüm İç İçe

Yeşil Câmi'ye varmadan sol tarafımızda bir yapıyla karşılaşıyoruz. Burası Yeşil Külliye'nin bir unsuru olan Yeşil Medrese'dir. Günümüzde Türk İslam Eserleri Müzesi olarak faaliyet gösteriyor. İlk Osmanlı medreselerinden olan Yeşil Medrese Sultâniye Medresesi olarak da bilinir. Haziresi'ndeki "Medeniyetimizin sessiz tanıkları" mezar taşları ile âdetâ cennetten bir köşe gibi burası. Az ötemizdeki yeşil-turkuaz karışımı renkli yapıları gördüğümüzde Yeşil Câmi'ye geldiğimizi anlıyoruz. Yeşil semtinde bulunan Yeşil Câmi-i Şerîfi, 1419 yılında, I. Bayezid'in oğlu Çelebi Mehmed Han tarafından yaptırılmıştır. Adını, külliye yapılarındaki çinilerin renginden alır. 

“Ters T” planlı câmilerden olan Yeşil Câmi, Bursa’nın olduğu kadar ülkemizin de en güzel târihî yapılarından biridir. Pencere kenarlarını ve üstlerini süsleyen yazılarıyla, zarif motifleriyle, âbidevî kapısıyla daha pek çok husûsiyetiyle bambaşka bir iklimin havasını burada solumak mümkün. Güzellikler meşheri diyebileceğimiz mâbedin mîmârı Hacı İvaz Paşa’dır. Çinileri Tebrizli ustalara yaptırılmıştır. Câminin hemen karşısında yeşil servilerin gölgesinde Yeşil Türbe bulunur. Civardaki munis yapılar ortama daha bir sıcaklık bir samîmiyet getirmiş. Burada bir nevi hayat ölüm iç içe. Türbe, cephelerini süsleyen yeşil, turkuaz kabartma çinileriyle, pencere üstü yazılarıyla ünlüdür. Câmiyle aynı bânî tarafından 1421 yılında aynı mîmar tarafından yaptırılmıştır. Tanpınar'ın deyimiyle "Duvar, kubbe, kemer, mihrap, çini hepsi Yeşil'de dua eder." Türbe çevresindeki erken dönem mezar taşlarının da mekâna apayrı bir uhrevî hava kattığını zikretmeliyiz.

Osman Gâzî'nin Kabri Başında

Yeşil Külliye ziyâretimizi tamamlayıp şehir merkezine döndüğümüzde akşam olmak üzereydi. Gün bitmeden Tophane semtinde bulunan Osman Gâzî ile oğlu Orhan Gâzî'nin türbelerini ziyâret etmemiz gerekiyordu. Surlara doğru tırmanmaya başladık. Sağımızda Okçu Baba Türbesi bulunur. Kadîm şehir ve Ulu Câmi-i Şerîfi bu noktadan güzel görünüyor. Tepeye çıktığımızda iki yapıyla karşılaşırız. Solumuzdaki yapı Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gâzî'nin [1258-1324] Türbesi, sağdaki ise oğlu Osmanlı Devleti'nin ikinci pâdişahı Orhan Gâzî'nin [1281-1362] Türbesidir. Gâzilerimiz ve cümle geçmişlerimizin ruhlarına birer Fâtiha üç İhlâs-ı şerîf hediye ederek şehre hâkim noktaya doğru ilerliyoruz. Az ötede II. Abdülhamid Hân'ın tahta çıkışının 29. yılı şerefine inşâ edildiği rivâyet edilen târihî saat kulesi yer alır. 

Bu noktaya çıkmadan TOKİ konutlarının şehrin kalbine bir bıçak gibi nasıl saplandığını göremezsiniz. Böyle rûhaniyetli bir şehre böyle bir zulüm nasıl revâ görülür anlayabilmiş değiliz. Şehir merkezine doğru daha fazla bakmaya dayanamıyoruz. Güneş Bursa semâlarına son selâmını veriyor. Günbatımı en güzel bu noktadan seyredilir. Hem bedenen hem rûhen yorulduk. Şimdi konaklayacağımız mekâna gidip dinlenme zamânı. Bu arada akşam ezanı okundu. Ezanın okunduğu yere doğru yürüdük. Buradaki câmi I. Murad Hüdavendigar’ın 1365 yılında, sarayın tam karşısına inşâ ettirdiği Sultan Câmi-i şerîfi'dir. Kale Câmii olarak da bilinir. Sultân’ın 1389’da Kosova’da şehit düşmesinden sonra "Şahadet Câmisi" adını aldığı çeşitli kaynaklarda ifâde edilir. Bey Sarayı’nın olduğu alanda günümüzde Orduevi bulunuyor. Şehir târihi ve hâfızası bakımından önemli bir mekânın gün yüzüne çıkarılması anlamlı ve kıymetlidir. Bu minvalde geçtiğimiz yıllarda kent konseyinin bazı girişimleri olmuştu. Süreç nasıl işliyor, herhangi bir ilerleme var mı bilmiyoruz.

Bursa'da ikinci günümüz. Akşam konaklayacağımız noktaya bizi bırakan taksici abimiz, yolun hemen karşısındaki târihî binâların olduğu yeri göstererek "sabah kahvaltısını burada yaparsınız, çayı, taş fırın simidi, böreği çok güzeldir" dedi. Haklıymış. Abdal Mehmed Câmi-i Şerîfi ve Türbesi civârında taş fırını bulduk. Simit ve böreklerimizi çay eşliğinde iştahla yedik. Biz de dostlarımıza tavsiye ediyoruz. Bugünkü ziyâretimizde alanımızı genişletiyor, şehri doğu-batı yönünde daha yakından dinlemeye, tanımaya çalışıyoruz. İlk durağımız semte adını da veren Muradiye Külliyesi olacak. Külliye'ye hareket etmeden önce konakladığımız evin anahtarını teslîm etmek üzere TOKİ konutlarının yer aldığı Tayakadın Mahallesi'ne gittik. Burada 15. yüzyılın ikinci yarısında Hoca Mehmed tarafından yaptırılan Kefensüzen Câmi-i Şerîfi ile karşılaştık. Bâdirelerle geçen yılların ardından yakın zamanda yeniden ihyâ edilerek ibâdete açılmış. Az ötede 600 yıllık târihî hüviyeti bulunan başka bir mâbed bizi selâmlıyor. Burası Sultan II. Murad Han dönemine âit Mizanoğlu Mescidi, geçtiğimiz yıllarda ihyâ edilerek ibâdete açılmış, haberi de basında yer almıştı. Târihî eserlerin ihyâ edilip ayağa kaldırılmasıyla seviniyoruz. Lâkin diğer taraftan bu ecdâd yâdigârlarının devâsâ binâların gölgesinde garip kalmalarına, rûhaniyetlerinin zedelenmesine ise üzülüyoruz. Zîrâ eskiden hayat külliyelerin çevresinde şekillenirdi. Şimdi ise külliyelerin çekirdeğini oluşturan câmiler bu hayâtın yabancısı, iğreti birer aksesuar konumunda!..

"Muradiye, Sabrın Acı Meyvası"

Şehrin batı tarafında kalan Muradiye Külliyesi, II. Murad Han tarafından 1425-1426 yıllarında inşa edilmiştir. Câmi, hamam, medrese, imâret ve sonraki yıllarda yaptırılmış 12 türbeden oluşur. II. Murad Han Türbesi, Şehzâde Ahmed Türbesi, Cem Sultan Türbesi ve Hüma Hatun Türbesi bunlardan bazılarıdır. Muradiye Külliyesi Haziresi'nin İstanbul'dan sonra bünyesinde en fazla hânedan mensûbunu barındıran hazire olma özelliği vardır. Hânedan mensupları dışında, muhtelif istimlâklar sebebiyle yerlerinden kaldırılan şâhideler ve türbe kitâbeleri bu hazireye taşınmış ve mekân mezar taşları müzesi hâline getirilmiştir. Mezar taşlarının yerlerinden sökülüp bir yerlere taşınması, müze malzemesi olarak görülmesi öteden beri tasvip etmediğimiz, üzüldüğümüz bir konudur. Bunu çeşitli mecralarda zaman zaman dile getirdiğimiz için burada üzerinde durmayacağız. Buradaki mezar taşlarının -özellikle Murad Han'ın Türbesi Haziresi'ndeki mezar taşlarının- eşi benzeri yoktur. Türlerinin son örnekleridir. Erken Osmanlı, klasik mezar taşı formunun özgün örnekleri. Mihrâbı hatırlatan biçimleriyle, zarif tezyînatlarıyla, yazı içerikleriyle, ağırbaşlılığın, heybetin, sâdeliğin, estetik ve zarâfetin beyaz mermerde vücut bulmuş hâli. Medeniyetimizin hüzünlü, sessiz şâhidleri. Bu sebeple konuya ilgisi bulunanlara mekânı ziyâret etmelerini hassaten tavsiye ediyoruz. Külliye'nin bir birimi olan Muradiye Medresesi, günümüzde Muradiye Kur'an ve El Yazmaları Müzesi olarak faaliyet gösteriyor. Muradiye Câmi-i Şerîfi girişinde sokağa cepheli, çift oluğundan buz gibi gürül gürül su akan bir de çeşme bulunur. Bursa'ya geldiğiniz zaman, özellikle târihî alanda, yanınızda bir su kabı varsa [0,5'lik pet şişe de olabilir] akşama kadar susuz kalmayacağınızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Şüphesiz bu bir şehir için takdîr edilmesi gereken kıymetli bir hizmettir. Yaygınlaşmasını umuyoruz. 

İkinci ziyâretimiz şehrin doğu yakasına doğru, Emir Sultan Külliyesi'ne olacak. Birinci gün târihî alandaki ziyâretlerimizi kimi zaman yürüyerek kimi zaman toplu taşıma araçlarını tercîh ederek yaptık. Ancak ikinci gün durum değişti. Mâlûm havalar artık iyice ısındı. Gideceğimiz yerlere artık taksi ile gidiyoruz. Bu tür ziyâretler için ilkbahar ve sonbahar mevsimlerini tercih etmek lâzım. Bunlar da birer tecrübe. Emir Sultan Külliyesi önünde taksiden inip civardaki hazireyi inceliyoruz. Az ötede, kabristanın içerisinde, klasik formdaki bir şâhide dikkatimizi çekiyor. Burası Fatih Sultan Mehmed Han'ın hocası, Hocazâde Muslihiddin Efendi'nin merkad-ı münevvereleridir. Mezarlığın içerisinden, kallâvî kavuklu şâhidelerin arasından geçerek câmi avlusuna vâsıl oluyoruz. Ortama derin bir sükûnet havası ve huzur iklimi hâkim. Şehrin karmaşasından, koşuşturmasından uzak gönül mekânlarının her bireri böyle değil mi? Zîrâ öteli olmayan, sâdece dünyâya yönelik olan her şey insanı eninde sonunda sıkar, bunaltır. İşin sırrı zannediyorum burada. Denge. Fânîye aldanıp ebedî olanı ıskalamamak. Yıldırım Bayezid Han'ın damadı Emir Sultan'ın Türbesi, eşi Hundi Fatma Sultan tarafından yaptırılan câmi-i şerîfin avlusundadır. Emir Sultan'ın oğlu Emir Ali Çelebi ile eşi Hundi Sultan'ın ve iki kızının sandukaları da buradadır. Emir Sultan Buhara’da doğdu. Asıl adı Şemseddin Muhammed’dir. Seyyid olduğu için “Emîr”, çömlekçilik yaparak geçimini sağladığı için “Külâl” unvanları verilen ve Emîr Külâl diye tanınan babası Seyyid Ali, Buhara’nın tanınmış mutasavvıflarındandır. 

Emir Sultan'da Sadaka Taşları Yaşıyor

Câmi avlusundan musalla bölümüne çıktığımızda burada bizi bir güzellik bekliyordu. "Sağ elin verdiğini sol elin bilmeyecek" düstûrunun zarif bir yansıması olarak gördüğümüz, evrensel iyiliğin sembolü, zarâfet ve fazîlet âbidesi sadaka taşı. Bir yönüyle sadaka taşlarının/anlayışının devâm ettiğini söyleyebiliriz. Emir Sultan Câmi-i Şerîfi'nin her iki giriş kapısında, masalar üzerine, hayır maksadıyla konmuş hamur işleri, poğaçalar, keteler bu görüşümüzü teyit eder mâhiyette idi. Kimisi meraklı ve şaşkın bakışlarla yiyeceklerin yanından geçip giderken kimisi de bizim gibi "şifa niyetine" deyip ecdâdına hoş tebessümle dua gönderiyordu. Birkaç metre ötedeki sadaka taşının ne olduğunu, ne anlama geldiğini, târihte ne gibi bir misyon üstlendiğini bilmeyenler, masaların üzerine bırakılan ikramların ne mânâ ifâde ettiğini de elbette bilmeyecekti! Emir Sultan Külliyesi, işlevi ve rûhâniyeti bakımından İstanbul'daki Hüdâyî Dergâhı, Sümbül Efendi ve Merkez Efendi Dergâhları ile benzerlik gösterir. Her biri kartal yuvası gibi. Gözlerden ırak ama herkesi görüyor, gönüllere açık. Mütevâzı, lâkin câzibe merkezi…

Bursa'daki târihî ve kültürel mirâsımız elbette yukarıda zikrettiklerimizden ibâret değil. Bunların dışında ziyâret edilecek daha pek çok eser ve târihe mâl olmuş önemli sîmâ var. Yazının hacmini genişletmemek için gezdiğimiz, ziyâret ettiğimiz pek çok noktayı burada zikretmedik. Molla Fenâri, Molla Hüsrev, Üftâde Hazretleri, Süleyman Çelebi ve İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri gibi nice büyüklerimizi ise ziyâret edemediğimiz için yazamadık. İnşâallah bunları da başka bir Bursa ziyâretimizde kaleme alırız. Yâ nasip! Ecdâdımızın eserlerini, güzelliklerini keşfetmeye ömür, anlatmaya kelimeler kifâyet etmez. Cenâb-ı Mevlâmız cümle geçmişlerimize ganî ganî rahmet, bizlere de onların yolundan, izinden gitmeyi nasîb eylesin inşâallah. 15 sene önce mihmandarlığımızı yapan Saliha Malhun hocamız var olsunlar bu ziyâretimizde de konaklama imkânı noktasında Abdurrahman Akbaş hocamızla birlikte yardımcı oldular. Bu vesîleyle tekrar teşekkür eder, sıhhat ve âfiyetle bereketli ömürler dileriz…

Ağustos 2023, sayfa no: 48-49-50-51-52-53

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak