“Allah îmân edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin velîleri ise tâğuttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.” (Bakara, 257.)
Yukarıdaki Âyet-i kerîmenin meâline dayanarak ve onu Kur’ân’ın bütüncül bağlamından kopararak Müslümanların kadîm geleneğinde ve özellikle “Ehl-i Tasavvuf” arasında yaygınlaşmış “velî” ve “Allah dostu” ile mâruf olan olguyu reddeden bir kısım zevat türemeye ve çoğalmaya başladı. Bunlar yüzyıllar boyu örnek yaşantılarıyla gönüllere taht kurmuş “Evliyâullâh”ı inkâr etmeleri yetmiyormuş gibi bir de onları hafife alıp “öyle bir şey yok her mü’min Allâh’ın dostudur” diyerek bu ve buna benzer âyetleri delil göstermektedirler. Peki gerçekten böyle midir? Bu âyetten ne anlamalıyız? Âyet-i Kerîmeler, Hadîs-i Şerifler ışığında bu âyet-i kerîmeyi anlamaya çalışalım:
Kendi akıl ve irâdelerini düzgün kullanarak sahte tanrılar yerine Allâh’a îmânı tercih edenler O’nun mânevî yakınları (evliyâ) olurlar. Velâyet iki yoldan oluşur: Akrabâlık ve îmân. Baba, dede, amca... çocuğun, torunun, yeğenin velîsi olduğu gibi mü’min kadınlar ve erkekler de birbirlerinin velîleridir (Tevbe 9/71). Velî, velâyeti altındaki insanı korur, menfaatini gözetir, onun yardımcısı olur, tarafını tutar, onu sâhiplenir ve gerektiğinde temsil eder. Bu âyette Allah, îmâna bağlı velâyet çerçevesine kendisini de dâhil etmektedir. Bu, mü’minler için büyük bir şeref, güven kaynağı ve heyecan vesîlesidir. Velîsi Allah olan bir mü’minin elbette yolu aydınlık olur, yüce Velîsi onu karanlıklardan çıkarır, nûra ve aydınlığa kavuşturur; kalbi huzurlu ve nurlu, zihni berrak, aklı karışıklıktan uzak olur; yâni mü’min için tabiî hal budur. Bu normal durumu bozan ârızâların giderilmesi için de başta “zikir” olmak üzere (Ra‘d 13/28) çeşitli ibâdetler vardır. Sahte tanrıları velî edinenlerin durumu ise mü’minlerinkinin aksinedir: Nur yerine zulmet, aydınlık yerine karanlık, huzur yerine huzursuzluk, akıl karışıklığı, sapıklık ve anarşi. (Kur’ân Yolu)
Bu Âyet-i Kerîme’de Allah mü’minlerin velîsidir vurgusu yapılmaktadır. Cenâb-ı Hakk kendisine îmân edenleri korur, himâye eder, onları küfürden îmâna ve dalâletten hidâyete çıkarır. Bu anlamda Allah bütün mü’minlerin velîsidir. Ve buna velâyet-i âmme (genel dostluk) denir. (İbni Acibe, El Bahrul Medid, 3/173)
Mü’minlerin birbirlerine velî olmaları da böyledir. Îmandan kaynaklanan birbirlerini gözetme, himâye etme, sırdaş olma, yardımlaşma ve birbirlerini uyarmayı içermektedir. “Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allâh'a ve Resûlüne itâat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sâhibidir, hüküm ve hikmet sâhibidir.”(Tevbe, 71.)
Rabbimiz Yûnus Sûresi’nde ise “Allâh’ın Dostları”ndan bahsetmektedir. “Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar îmân etmiş ve Allâh'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünyâ hayâtında da, âhirette de onlar için müjde vardır. Allâh’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu büyük başarıdır.” (Yûnus, 62-64.)
“Dostlar” diye çevirdiğimiz 62. âyetteki evliyâ, “birine yakın olan, birini himâyesinde bulunduran, koruyucu, dost, yardımcı” gibi mânâlara gelen velî kelimesinin çoğuludur. Kur’ân-ı Kerîm’de velî kelimesi, tekil veya çoğul olarak kırk sekiz âyette Allâh’ın, kendisine inanıp buyruğunca yaşayan kullarına sevgisini, himâye ve yardımını, bu anlamda Allah ile insan arasındaki sevgi bağını ifâde etmek üzere kullanılmıştır. Allah ile kendileri arasında böyle bir sevgi bağı gerçekleşmiş, bu mazhariyete ulaşmış olanlar kültürümüzde “Allah dostları” diye anıldığından 62. âyetteki evliyâullah deyimini bu şekilde çevirdik. (Kur’ân Yolu)
“Evliyâullah” ifâdesi Kur’ân’ı Kerîm’de sâdece bu Âyet-i Kerîme’de geçmektedir. Sonra gelen Âyet-i Kerîme’de ise Allah dostlarının kimler olduğu açıklanmaktadır. Ve bu da iki kademeden oluşmaktadır: Îman ve Takvâ.
Dolayısıyla îmân eden bir kimse Allah dostluğuna yâni birinci kademeye, “genel velîliğe” dâhil olur. Ancak: “Dünyâ hayâtında da, âhirette de onlar için müjde vardır” (Yûnus, 63.). Buna mazhar olmak için “takvâ”ya ulaşmak gerekir. Takvâ Allâh’a (cc) gereği gibi itâat ve ibâdet yapmakla olur. Allâh’a gereği gibi itâat edenlere de Allâh’ın ikrâmı olur. (Zemahşeri, Keşşaf) Buna da “velâyet-i hâssa” (özel dostluk) (İbni Acibe, age) denir.
Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerifler’den, Rabbimizin muttakîlere ikramlarıyla ilgili bâzı deliller:
“Kim Allâh’a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu açar. Onu beklemediği yerden rızıklandırır.”
“Kim Allâh’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.”
“Kim Allâh’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfâtını büyütür.” (Talak, 2-4.)
“Ey îmân edenler! Eğer Allâh’a karşı gelmekten sakınırsanız o size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sâhibidir.” (Enfâl, 29.)
Dünyâ hayâtında da, âhirette de onlar için müjde vardır. (Yûnus, 63.)
Onlar için korku ve hüzün yoktur. ( Yûnus, 62.)
Sevgili Peygamberimiz’e (sav) de “Allah dostları kimlerdir?” diye sorulmuş? O (sav) de: “Görüldükleri zaman Allah hatıra gelen kimselerdir.” buyurmuşlardır. (Heysemi, Mecmeuz-zevaid,8/99)
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu: “Kim benim velî kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp îlân ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifâye) şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devâm eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık Ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, Benden sığınma talep etti mi onu himâyeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun rûhunu kabzetmedeki tereddütüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” (Buhârî, Rikak 38.)
Bâzı âlimler demiştir ki: “Veliyyullah, takvâ ve tâatla Allâh’ın dostluğuna tâlip olduğu için, Allah da onu muhafaza ve ona yardımını garanti ederek dostluğa kabûl eder. Allâh’ın cereyân eden bir sünnetine göre “düşmanın düşmanı dosttur, düşmanın dostu da düşmandır.” Öyleyse veliyyullâh’ın düşmanı Allâh’ın da düşmanıdır. Bu durumda veliyyullâh’a düşmanlık eden ona harp açmış gibi olur. Ona harp açan da sanki Allâh’a harp açmış gibi olur.” (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Şerhi)
Hattâbî der ki: “Bunlar misâllerdir. Maksud olan mânâ ise: "Kulun, bu âzâlarla mubâşeret ettiği işlerde Allâh’ın ona yardımı ve o ameller husûsunda muhabbetin onun için kolaylaştırılmasıdır. Bu da maddî organlarını korumakla; kişinin kendini, Allâh’ın hoşlanmayacağı şeyleri kulağıyla dinlemekten, Allâh’ın yasak ettiği şeylere gözleriyle bakmaktan, helâl olmayan şeye eliyle yapışmaktan, ayaklarıyla bâtıla gitmekten korumak sûretiyle, Allâh’ın memnun olmayacağı şeylere düşmekten korumasıdır...
Hattâbî ayrıca Allâh’ın kulu sevmesi hâlinde, hoşlanmayacağı şeyden kulu nefret ettirerek onu yapmasına mâni olacağını ilâveten belirtir. (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Şerhi)
Âyet-i Kerîmeler ve Hadîs-i Şerîfler’den anladığımız kadarıyla mü’min itâat ve takvâsını arttırdığı zaman Rabbimiz ona “işlerini kolaylaştırma, ummadığı yerden rızıklandırma, dara düştüğü zaman önünü açma, olayların iç yüzünü görme (Furkan), görüldüğünde Allâh’ın hatırlanması, haramlardan korunma, Allâh’ın nûruyla bakma, Allah tarafından sevilme ve duâlarına hızlı icâbet” gibi ikramlar yapar.
Hattâ Şia’nın meşhur Dînî liderlerinden İmam Humeyni “Cihadı Ekber” isimli eserinde İmamların mâsumiyetini bu hadîs-i şerîf’e dayandırmaktadır. Onların haramdan korunması onları mâsumlaştırır demektedir. (Ehl-i sünnete göre onlar haramdan korunur ama mâsum olmazlar.)
Şimdi Âyet-i Kerîmeler ve Hadîs-i Şerifler’deki detaylara vâkıf olmayan veya bu detayları görmemezlikten gelen ve neoselefîliğin ve rasyonalizmin etkisinde kalarak Allâh’ın ikrâmına mazhar olmuş “velîyi has” Allah dostlarını inkâr edenler bu mertebeye ulaşamayanlardır. Çünkü bunlar Sünnet-i seniyye’ye riâyet etmezler. Hattâ onu hafife alırlar. Bunların birçoğu İslâm’ın en ince emirlerini tartışırlar ama sabah namazına kalkmazlar. Nefislerinin her istediğini yaparlar. Kendilerine emânet edilen makam ve mevkîi kötüye kullanırlar. Malı bulunca Kârunlaşırlar. Fırsatını bulurlarsa şehvetlerinde boğulurlar (istisnâları vardır). Sonra kalkar ‘bütün mü’minler Allâh’ın dostudur’ derler.
Doğrudur bütün mü’minler genel anlamda Allâh’ın dostudur. Ancak takdir edersiniz ki hepsinin konumu yâni Allah katındaki mertebesi aynı değildir. Meselâ Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşları Cumhurbaşkanı’nın vatandaşlarıdır. Ancak herkes ona aynı yakınlıkta değildir. Ona yakın olmak hele onunla berâber çalışmak bâzı özel meziyetler gerektirir. İşte bunun gibi tâat ve takvâ ile Allâh’a yakınlaşanlar berâberinde bâzı özellikler kazanır ve birtakım ahlâkî meziyetlere sâhip olurlar.
Örnek olsun diye yazmak isterim. Sevgili Peygamberimiz’in (sav) “hilm’i”, İbrâhîm (as)’ın dostluğundan dolayı fedâyı cân etmesi gibi. Sözü fazla uzatmaya gerek yok, İbrâhim Et-Tennuri konuşsun:
Hoştur bana senden gelen
Ya hil’atu yâhud kefen
Ya gonca gül yâhud diken
Lütfun da hoş kahrın da hoş
Öyleyse; Eğer Allah’tan gelen lütuf ve kahır bir mü’min için aynı ise işte o zaman o veliyyullah’tır. Velîyi Hastır. Değilse Allâh’ın korumasında olan genel velîlerdendir.
Ekim 2018, sayfa no: 16-17-18-19
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak