Ara

Her Fetih Bir Fâtihâ'dır, Yeni Başlangıçlara / Habib Öztürk

Her Fetih Bir Fâtihâ'dır, Yeni Başlangıçlara / Habib Öztürk

Fetih, Fâtih, Miftah, Siftah ve Fettah’ kelimelerin hepsi Arapça ‘fe-te-ha’ kökünden türeyen kelimelerdir. ‘Fe-te-ha’ ise ‘açmak, açtı’ mânâlarına gelmektedir. Fethetmek ise ‘bir yeri veya ülkeyi savaşarak almak, ülke açmak’ gibi anlamları ifâde etmektedir. Buradan hareketle fetihlerin, ülkelerin yönetimlerini ele geçirmekle berâber, farklı bir pencereden bakıldığında yeni anlayışlara yollar/kapılar açtığı da söylenebilir. İslâm fetihlerini, Fâtihleri ve fethe yön veren rûhu/anlayışı düşündüğümüzde ise söze Fâtiha Suresi ile başlamanın doğru bir yaklaşım olacağı izahtan vârestedir: 'Hamd âlemlerin Rabbi olan Allâh'a mahsustur…'1 Ülkelerin, milletlerin târihlerinde onlara yön veren ve gâye edindikleri idealler vardır. Kimininki toprak genişletmek, kimininki dünyâyı yönetmek, kimininki zenginleşmek; kimininki de dünyâya dâir farklı emellerdir. Nefislerini ve nesillerini İslâm'ın inşâ ettiği insanların fetihlerle gâyeleri ise Allah (cc) rızâsıdır. Ne mal ne mülk, ne şan ne şöhret, onların ganîmetleri Adn Cennetleri, satın aldıkları ise Firdevs Cennetleri’dir.2 Bu ganîmetleri hakeden nesli Mekke'nin fethinde, Malazgirt'te, İstanbul'un fethinde, Çanakkale'de görmek mümkündür. İlkini Mekke'de gördüğümüz asil ruh, Îlây-ı Kelimetullâh'ın ne mânâya geldiğinin görülmesi açısından önem arz etmektedir. Peşinden binleri sürükleyen ümmî bir peygamberin dalâlet ehliyle mücâdelesi, nefsini Allâh'a (cc) teslîm etmiş müminlerin hak dâvâsını ve fütuhâtın rûhunu anlama noktasında mihenk taşı niteliğindedir. O'nun (sav) mücâdelesi hakkın batılla, Hâbil'in Kâbil'le, Hz. Mûsâ'nın Firavun'la ve Hz. İbrâhîm'in Nemrut'la mücâdelesiydi. İnanan insanlara karşı akıl almaz işkenceler uygulayan kavminin zulmünden, kötülüklerinden ve câhiliyyenin insanlıkla bağdaşmayan âdetlerinden Allâh'ın (cc) izniyle Yesrib'e hicret eden kutlu Nebî, orada medeniyeti inşâ etmiş ve Yesrib'den Medîne'yi meydana getirmişti. Medîne'de müminleri ilmek ilmek işleyen hidâyet güneşi, Mekke'yi fethe giderken şehrin dağını taşını değil Mekkelilerin gönüllerini fethe gitmişti. O'nun (sav) fetih anlayışında esas gâye insanı kazanmak, topluma hidâyete ermeleri noktasında yön vermek3 ve insanları câhiliye bataklığından kurtarmaktı. Nitekim hedefine ulaşan Allah Resûlü (sav), Mekke'nin fethi ile yeni bir başlangıca imzâ atmış ve her fethin iyilik, güzellik ve doğru yola sevk edecek bir açılış/Fâtiha olduğunu cihâna göstermiştir. İslâm Fetihleri, Müslüman Fâtihler ve Günümüzde Fetih Rûhunun İnşâsı Zulmün karanlığından İslâm'ın nûruna açılan bir kapıdır İslâm Fetihleri. Allâh’a (cc) kulluğun nasıl yapılması gerektiğini, barış ve huzur ortamının/birlikte yaşama bilincinin nasıl sağlanması gerektiğini yaşamlarıyla gösteren âlim ve âbid şahsiyetlerdir İslâm Fâtihleri. Peygamber'i (sav) kendine önder kabûl eden İslâm komutanlarında da aynı rûhu görmek mümkündür. Malazgirt'te Alparslan'ın askerlerine yaptığı konuşma Fâtihler'in yüreklerinde yatan duyguyu anlama açısından çok dikkat çekicidir; 'Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanlar’ın minberlerde bizim için duâ ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gâyeme ulaşırım; ya şehîd olur cennete giderim. Beni tâkip etmek isteyenler arkamdan gelsin. Tâkip etmek istemeyenler diledikleri yere gitsinler! Bugün burada emir veren bir Sultan yok; emredilen bir asker de yok. Bugün ben sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir Gâziyim. Peşimden gelen ve nefislerini Yüce Allâh’a adayanlardan şehit olanlar cennete, sağ kalanlar ise ganîmete kavuşacaklardır.'4 Alparslan ve askerlerinin dünyâlık bir istekleri bulunmuyordu, onların tek dileği Allah (cc) adının yücelmesi ve İslâm'ın pâyidâr olmasıydı. Alparslan’ın bu hassâsiyetini tâkip eden Fâtih'e de, 382 yıl sonra 21 yaşında genç bir hükümdar iken aynı mazhariyeti lütfeden Yüce Kudret, onun bir çağı kapatıp yeni bir çağın açılmasına sebep olan büyük bir zafer kazanmasını sağlamıştır. Peygamberinin adını ve unvânını alan ‘Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın İstanbul'un fethini gerçekleştirip, Hz. Peygamber'in (sav) övgüsüne nasıl nâil olduğunun anlaşılması da fetih rûhunun özümsenmesi açısından önemlidir. İstanbul'un fethi cepheden önce yüreklerde başlamıştı. Allâh’a (cc) inanan, Rasûl'ün aşkıyla yanıp tutuşan, fetih ordusunda yer almak isteyen mücâhidler, sıradan şahsiyetler, sıradan fertler değildi. Fâtih'in, Hz. Peygamber'in etrâfındaki Ashâb-ı Kiram misâli hayâtını İslâm, îman ve inanç esaslarının şekillendirdiği, millî politikası Kur'ân hükümleri olan, yediden yetmişe her bir ferdinin aklında ve beyninde fetih düşüncesi yatan, İslâm'ın emirlerini yerine getirmeyi kendine düstur edinen, bütün dinamikleriyle Allâh’a kul olmayı şiar edinmiş bir toplumu vardı. Fâtih'in bir gün tebdil-i kıyâfet ederek esnafı dolaştığı anlatılıyor. Bir mandıracıdan peynir alırken esnafın hal ve hareketlerini beğenen genç pâdişah, esnafın peyniri hakkıyla tarttığını ve peynirin de çok kaliteli bir peynir olduğunu görüyor. Duruma sevinen Fâtih, biraz da un vermesini ricâ edince, 'Efendim kusura bakmazsanız; ben siftah ettim, karşı komşum henüz siftah etmedi, unu da ondan alsanız?' diyor esnaf. Bunu gören Fâtih yanındaki vezîrine 'Değil İstanbul'u, ben bu güzel ahlâka sâhip millet ile cihânı fethederim' diyor.5 Bu sahne, fethi gerçekleştiren toplumun ahlâkî durumunu tesbit etme açısından yeterli gözükmektedir. Burada belki de bahsedilmesi gereken husus toplumun durumundan çok Fâtih Sultan Mehmed'in kişiliğidir. 49 yıllık bir ömre sayısız fetih ve seferi sığdıran ve yine bir sefer esnâsında rûhunu teslim eden Fâtih, çocukluğundan itibâren İslâm terbiyesi ve İslâm akidesi üzerine yetiştirilmiştir. O, zamanın en iyi hocalarından ilmî dersler almış, din ilimleri ve fen ilimlerinde âdetâ uzmanlaşmıştır. Yedi dil bildiği, şimdinin üniversiteleri mesâbesinde olan sekiz tane medrese yaptırdığı, Molla Gürânî, Molla Hüsrev ve Akşemseddin gibi ilim adamlarını hiçbir zaman yanından ayırmadığı göz önünde bulundurulduğunda günümüz gençliğinin neden onu örnek alması gerektiği daha iyi anlaşılmaktadır. Ortodoks Patriği'ne 'Kardinal Kavuğu görmektense Müslüman Sarığı görmeyi tercih ederiz' sözlerini söyleten uygulamalar, Ebu Süfyan gibi azılı bir İslâm düşmanını bile hidâyete kavuşturacak derecede insanı ön planda tutan Hz. Peygamber'i kendine yol gösterici olarak kabûl eden Fâtih'in İslâm'ın hükümlerini tatbik konusunda ne kadar özverili davrandığını ortaya koymaktadır. Fethetmek yeni bir şeyleri açmak olduğuna göre, Hz. Muhammed (sav), Sultan Alparslan, Osman Gâzi ve adını sayamayacağımız onlarca İslâm komutanı gibi Cennetmekân Fâtih de yaptığı fetihle İslâm'ın kapılarını dünyâya açmış, Müslüman zihniyeti çeşitli beldelere yaymış, hakkın/hakîkatin, iyinin ve iyiliğin cihâna hâkim olması için elinden gelen gayreti göstermiştir. O, saltanatı hiçbir zaman kendisine verilmiş bir dünyâ zevki olarak algılamamış ve son derece mütevâzı bir hayat sürmüştür. Kılıcıyla fethettiği beldelere gönlüyle de girmeyi başaran Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın tutum ve davranışlarının örnek alınması günümüzde karşı karşıya kaldığımız birçok yaraya merhem olacaktır. Günümüzde İslâm ile gönlümüzün arasına dikilen surları yıkmak, kendimizi fethetmek/İslâm'a açmak İstanbul'u fethetmek kadar mühim bir hâdisedir. Üzülerek ifâde etmek gerekir ki; fetihleriyle İslâm'ın yayılmasında önemli katkıları olan Osmanlı'nın torunları olarak ecdâdımızın açtığı hayırlı kapıları teker teker kapatıyoruz. Fethettiği bölgenin insanlarına eman veren bir neslin çocukları olarak bırakın gayrimüslimleri, kardeşlerimize bile müsamaha göstermiyoruz. Kalpleri Kur'ân ve îman ile dolu olan dedelerimizden, akıl almaz bir şekilde babalarını katleden, eşlerini dövüp onlara zulmeden bir nesil meydana geldi. 'Dağlara buğday serpin, Müslüman ülkede kuşlar aç demesinler'6, 'Komşusu aç iken kendisi tok olarak sabahlayan bizden değildir'7 cümlelerini kendisine düstur edinen bir medeniyetin evlatlarının birbirlerinin mallarını yağmalamaları, canlarına kasdetmeleri, aynı apartmanda oturup komşuluk mefhumu nedir bilmeyen bir şekle bürünmeleri akılla izah edilebilecek durumlar değildir. Ne yazık ki Kur'ân ve îman ile fetihlerde kazanılan mâneviyat, bugün, İslâm'ın kesinlikle tasdîk etmediği bir hayat tarzıyla elimizden gitmektedir. Giyim ve kuşamda, helâl ve haramda, ölçü ve tartıda, ibâdet ve taatlerde verdiğimiz tâvizler her geçen gün fetih çizgisinden bizi biraz daha uzaklaştırmaktadır. Her işinde ana gâyeyi Allah rızâsı olarak belirleyen Fâtih'in, Alparslan'ın torunlarının, dedelerinin başarılarıyla övünmek yerine, dedelerinin kemiklerini sızlatan yanlış gidişatlarından bir an evvel dönmeleri, kalın zincirlerle kapılarına kilit vurdukları gönül hazînelerini fethetmeleri gerekmektedir. Malazgirt'te, İstanbul'da, Çanakkale'de mâneviyatımız sâyesinde mağlûb olmadığımız rûha, maalesef, mâneviyat cephesinde mağlûb olmuş durumdayız. Îman ve inancımızın kuvvetiyle çalışan beyinlerimiz, ne yazıktır ki, nefsimizin sınırsız istekleriyle üretkenliğini kaybetti. Her ne kadar zenginlik ve maddiyata sâhip olsak da okuyan, araştıran, düşünen ve tefekkür eden yeni bir nesil yetiştiremediğimiz sürece fethimizi gerçekleştirmiş sayılmayız. Hz. Peygamber (sav) 'İstanbul mutlaka fethedilecektir, onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel asker' müjdesini çağlar öncesinden vermiş ve ecdâdımız da çalışma ve gayretleriyle bu müjdeye nâil olmuşlardır. İstanbul, târih boyunca stratejik konumundan dolayı son derece önemli bir şehir olmuştur. Çağımızın mücâdelelerini düşündüğümüzde ise insan beyni ve aklının ihyâ edilmesi, kitlelere yön verme açısından stratejik bir öneme sâhiptir. Unutmamak gerekir ki, milletlerin asıl gücü topu tüfeği değil okuyan, çalışan ve üreten beyinleridir. Fetih rûhunu benimsemiş bir nesil yetiştirmek, vatan ve milletimizin ilelebet pâyidâr olması açısından olmazsa olmaz bir husustur. Bu rûhu genç nesle yerleştirmek ise ancak Kur'ânî bir yaşam sürmekle mümkündür. Çağımızın Fâtihlerini, Alparslanlarını, Osman Gâzilerini yetiştirmek, gönlümüzün ve nefsimizin fethini gerçekleştirmek için el-Fâtiha. Dipnotlar: [1] Fatiha 1/1. 2 Tevbe 9/111. 3 Şura 42/52. 4 Mehmet Şeker, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması, DİB Yay., Ankara 1999, s.27-28; Sıdıka Gürer, Büyük Türk Zaferleri, Tercüman Gençlik Yay., s.15-16. 5 Prof. Dr. M. Esad Coşan, 28 Mayıs 1999 Fetih Konuşması Melbourne-Avustralya; Tahsin Ünal, Osmanlılarda Fazîlet Mücadelesi, Nur Yay., Ankara Tarihsiz, s.34. 6 Hz. Ömer (R.anh). 7 Buharî, Edeb, 12; Hâkim, Müstedrek, c.II, s.15; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c.VIII, s. 167. 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak