Ara

Hem Görüyor Hem Görmüyor

Hem Görüyor Hem Görmüyor

Bu yazımda size Hz. Peygamber Efendimiz (sav)’in müezzini Abdullah b. Ümmü Mektûm’u tanıtacağım. Mâverâyı yāni fizikötesini gören ama bu dünyâyı göremeyen bir kahramandan söz edeceğim. Sizi, iki gözü kapalı ama kalb gözü açık olan güzel bir insanla tanıştıracağım. Bu yazımda çevresindeki eşyâyı göremese de basîreti ile gerçeği gören bir mücâhidi tanıyacaksınız inşâallah. Abdullah (ra), göz nimetinden mahrumdu, fa­kat kalbi ve basîreti nurlu bahtiyarlardandı. O, Yüce Allâh’ın kendisine değer verdiği ve hakkında âyet gönderdiği nazlı sahâbîlerden biriydi.

Abdullah’ın babası Kays b. Zâide, Kureyş kabîlesinin Âmir b. Lüey oğulları koluna mensuptur. Annesi Âtike bint Abdullah ise Kureyş kabîlesinin Mahzûm oğulları kolundandır. İslâmiyet’ten önce dünyâya gelen çocuğa âilesi Husayn adını vermişti. Hz. Peygamber Efendimiz, müslüman olan Husayn’ın adını Abdullah olarak değiştirdi. Medîneli âlimler onun adını Abdullah, Iraklılar ise Amr şeklinde kaydederler. O, İbn Ümmü Mektûm olarak meşhur olmuştur. Ümmü Mektûm, Abdullah’ın annesi Âtike bint Abdullah el-Mahzûmiyye’nin künyesi olup oğlu annesine nisbetle İbn Ümmü Mektûm (Ümmü Mektûm’un oğlu) diye tanınmıştır. Abdullah, anadan doğma âmâ olduğu veya küçük yaşta gözlerini kaybettiği için annesine Ümmü Mektûm (Âmânın annesi) denilirdi.

Hz. Abdullah’ın gözlerini ne zaman kaybettiği husûsunu şu sohbetten öğrenmekteyiz. Hz. Enes’in anlattığına göre, bir defasında Hz. Cebrâil, Peygamberimiz (sav)’in huzûruna geldiğinde Abdullah b. Ümmü Mektûm da orada bulunuyordu. Hz. Cebrâil (as) ona ‘gözünü ne zaman kaybettin?’ diye sorun­ca, o da ‘çocukken’ cevâbını verdi. Bunun üzerine Hz. Cebrâil kendisine şu müjdeyi verdi: “Allah Teālâ buyuruyor ki: ‘Ben bir kulumun gözünü aldığım zaman ona cenneti mükâfât olarak veririm.”1 Bu hâdiseyle de, Abdullah b. Ümmü Mektûm dünyâdayken cennet müjdesini almış oluyordu. 

Hz. Abdullah, Mekke’de İslâm dînini ilk kabûl edenlerden biridir. Hz. Peygamber (sav), Mekke’de bazı müşriklere Müslümanlığı anlattığı bir sırada Abdullah b. Ümmü Mektûm yanına gelerek Allâh’ın (cc) ona öğrettiği meseleleri kendisine anlatmasını istemiş, Resûl-i Ekrem’in onun bu davranışından dolayı hoşnutsuzluk göstermesi üzerine kendisini uyaran Abese sûresinin ilk âyetleri nâzil olmuştur. Kaynaklarımız, bu sûrenin sebeb-i nüzûlünü yāni iniş sebebini şöyle anlatırlar: “Hz. Peygamber Efendimiz, Mekke’nin azılı müşriklerinden Velid b. Muğire, Ümeyye b. Halef ve Utbe b. Rebia gibi Kureyş kabîlesinin ileri gelenlerine İslâm’ı anlattığı ve onların Müslüman olmalarını umduğu bir sırada âmâ olan Abdullah b. Ümmü Mektûm geldi ve şöyle dedi: “Yâ Rasûlallah! Allâh’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret.” O esnâda çevresindekilerle ilgilenen Hz. Peygamber Efendimiz, Abdullah’a hemen cevap veremedi. Çünkü Kureyş kabîlesinin bu ileri gelenleri, kendilerine özel muâmele edilmesini istiyorlardı. Onların Müslüman olmalarını uman Hz. Peygamber Efendimiz de onları gücendirmek istemedi. Abdullah tekrar seslenince Peygamberimizin elinde olmayarak yüz hatları değişti. Bu sırada da müşrikler kalkıp gittiler. Biraz sonra Yüce Allah, şu âyetleri gönderdi:2 

“(Peygamber) âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü. (Rasûlüm! Onun hâlini) sana kim bildirdi? Belki o temizlenecek yâhut öğüt alacak da öğüt ona fayda verecek. Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle de ilgilenmiyorsun.”3 

Bu olaydan sonra Hz. Peygamber’in Abdullah b. Ümmü Mektûm’a iltifat edip ikramda bulunduğu ve “ey kendisinden dolayı Rabbimin beni azarladığı zât, merhaba!” diye latîfeli bir şekilde hitâp ettiği bilinmektedir. Bazan da hırkasını çıkarıp serer, onu hırkasının üzerine oturtur, hâlini hatırını sorardı. Artık ona âilesinin bir ferdi gibi muamele ediyordu.4 

Hz. Abdullah’ın Medîne’ye Bedir savaşından kısa bir süre sonra hicret ettiğini söyleyenler varsa da onun Birinci Akabe Bîatı’ndan sonra İslâm’ı tebliğ için Medîne’ye gönderilen Mus‘ab b. Umeyr ile birlikte veya onun ardından hicret ettiği bilinmektedir. Hattâ Buhârî, Mus‘ab b. Umeyr ile Abdullah b. Ümmü Mektûm’u ilk muhâcirler olarak kabûl etmektedir.5 Hz. Abdullah, Medîne’de Mus‘ab’la birlikte halka Kur’ân-ı Kerîm öğretmekle meşgul oldu. Suffe yāni Medîne mescidinin avlusu inşâ edilince bir süre orada kalan Abdullah (ra), daha sonra mülkiyeti Mahreme b. Nevfel’e intikāl ettiği anlaşılan ve “dârülkurrâ” diye şöhret bulan eve taşındı. Hz. Peygamber çeşitli vesîlelerle Medîne dışına çıktığı zaman Abdullah b. Ümmü Mektûm ona vekâlet etti ve geride kalanlara namaz kıldırdı. Elimizdeki Siyer kaynaklarında bu görevin kendisine on üç (13) defa verildiği kaydedilmektedir.

Hz. Peygamber Efendimiz, Medîne’ye yerleştikten ve Medîne mescidini yaptıktan sonra Abdullah’a en büyük şeref sayılan müezzinlik vazîfesini verdi. Peygamberimizin Medîne’de üç müezzini vardı. Bunlar Hz. Bilâl, Ebû Mahzûre ve Abdullah b. Ümmü Mektûm (r.anhum) idi. Hz. Bilâl olmadığı zaman Ebû Mahzûre, o da bulunmadı­ğı zaman Abdullah, ezan okurdu. Abdullah, Ramazan’da ezan okuyor; sahurun bittiğini insanlara bildiriyordu. Bunun için Peygamberi­miz, “Bilâl ezanı geceleyin okuyor, Abdullah b Ümmü Mektûm ezan okuyuncaya kadar yi­yip içiniz.” buyuruyordu.6 Hz. Abdullah, evinin mescide uzak olmasına ve âmâ olmasına rağmen bütün namazlarda mescide gelir, cemâatle namaz kılardı. Peygamberi­mizin, namazını evinde kılabileceğine dâir izin vermesine rağmen, müezzinlik­ten geri kalmamak için cemâati terk edemeyeceğini söylerdi. Çok zaman Hz. Ömer ona rehberlik eder, gidip gelirken yardımcı olurdu. Hz. Abdullah, Kur’ân hâfızıydı. Peygamberimizden duyduğu bir­çok hadîs-i şerîfi de ezberlemişti. Son derece takvâ sâhibi bir zâttı. 

Hicret’ten sonra cihad başlayınca eli silah tutan bütün mü’minler savaşa katıl­dı. Savaşa katılanları öven “Mü’minlerden oturanlarla cihâd edenler eşit ol­mazlar.” meâlindeki âyet-i kerîme7 nâzil olduğunda Pey­gamberimiz, Hz. Zeyd bin Sâbit’e kalem ve kırtas getirmesini söyleyerek âyeti yazmasını söyledi. Bu sırada Abdullah b. Ümmü Mektûm orada hazır bulundu. Peygamberimize, “Ey Allâh’ın Resûlü, cihâda gücüm yetseydi ben de gider­dim, fakat âmâyım!” dedi. Sonrasını Hz. Zeyd bin Sâbit şöyle anlatıyor: “Bunun üzerine Allah, Peygamberimize vahiy gönderdi. Bu sırada Re­sû­lul­lâh’ın uy­luğu benim uyluğumun üzerinde bulunuyordu. Vahyin ağırlığı bana o kadar çöktü ki, di­zimin ufalanıp dağılmasından korktum! Sonra Re­sû­lul­lah’tan vahyin izleri sıyrıldı. Allah ‘özür sahibi olanlar müstesnâ’ cümlesini gönder­di” dedi.8 Bu âyet-i kerîmeyle, mâzereti ve özrü olanlara cihadın farz olmadığı bildiriliyordu. Fakat bu İlâhî ruhsat varken, Hz. İbn Ümmü Mektûm bazı savaşlara ka­tılır, bağırıp çağırmakla düşmana korku salardı. Peygamber Efendimiz birçok gaza ve seferde Hz. Abdullah b. Ümmü Mektûm’u Medîne’de vekil bırakarak imam­lığı ona veriyordu.

Abdullah b Ümmü Mektûm (ra) bir defasında Hz. Peygamber Efendimizi ziyâret için hâne-i seâdetlerine geldi. Huzûra girmek için izin istedi. O sırada Peygamberimiz, Ümmü Seleme ve Meymûne annelerimizle berâber oturuyordu. Girmesi için Abdullah'a izin verdi. Hanımlarına da "siz şu tarafa çekilin" buyurdu. Vâlidelerimiz: "Yâ Resûlullah! Onun iki gözü de görmüyor" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber Efendimiz: “O görmüyorsa siz de görmüyor değilsiniz ya!” buyurdu. 

Abdullah b. Ümmü Mektûm, 9/630 yılında Bizans imparatorluğuna karşı yapılan Tebük savaşından sonra nâzil olan ve cihada gidenlerin geride kalanlardan üstün olduğunu, ancak mâzeretlilerin bu hükmün dışında tutulduğunu bildiren âyete rağmen o günden sonra yapılacak savaşlara katılacağını söyleyip sancağın kendisine verilmesini istemiştir. Onun zırhını giyerek elindeki siyah bir sancakla Hz. Ömer’in hilâfeti zamânında 15/636 yılında yapılan Kadisiye savaşına katıldığı, savaşta mücâhitlere aşk ve şevk verdiği, gür sesiyle düşmanı ürküttüğü anlatılmaktadır. Arkadaşlarına “beni saflar arasında durdurunuz. Sancağı elime veriniz. Onu sizin için taşıyayım. Nasıl olsa, ben kaçmaya gücü olmayan bir âmâyım” diyerek onlara moral verdi. Üç gün şiddetli çarpışmalar karşısında kaldı fakat sancağı elinden bırakmadı. Savaşın sonunda sancağa sıkıca sarılmış vaziyette şehit olarak bulundu. Savaştan sonra Medîne’ye döndüğü, muhtemelen savaşta aldığı yaralar yüzünden orada vefât ettiği de rivayet edilmiştir.9 

İslâm dîninde özürlülerle ilgili çeşitli hükümlerin belirlenmesi Abdullah b. Ümmü Mektûm vesîlesiyle mümkün olmuş, onların vekil bırakılmaları, imamlık yapmaları, savaşa iştirâk etmeleri, farz namazlara katılmaları, korunma amacıyla köpek beslemeleri gibi konular açıklık kazanmıştır. Abdullah b. Ümmü Mektûm, Medîne döneminde Bilâl-i Habeşî ile birlikte Hz. Peygamber’in müezzinliğini yaptı. Bilâl sabah ezanını çok erken okuduğu halde o, fecir doğup sabah namazı vakti girdiği kendisine bildirildikten sonra ezan okumasıyla tanınmıştır. Âmâ oluşu yanında evinin câmiye uzaklığını da ileri sürerek Resûl-i Ekrem’den cemâate gelmemek için izin istemişse de bulunduğu yerden ezanı duyduğu için bu isteği uygun görülmemiş, ancak mâzereti sebebiyle köpek beslemesine izin verilmiştir. Abdullah b. Ümmü Mektûm’un bu olayla ilgili olarak Hz. Peygamber’den rivâyet ettiği iki hadîs Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce’nin es-Sünen’lerinde yer almış, kendisinden Enes b. Mâlik, muhadramûndan Zir b. Hubeyş, tâbiûndan Abdullah b. Şeddâd, Abdurrahman b. Ebû Leylâ ve Ebû Rezîn el-Esedî rivâyette bulunmuştur.10 

Dipnotlar:

1 İbn Sa’d, Tabakât, IV, 206.

2 İbn Sa’d, Tabakât, IV, 208.

3 Abese sûresi, 80/1-10.

4 Tecrid Tercemesi, II, 580.

5 Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 46.

6 Buhârî, Ezân, 10.

7 Nisâ sûresi, 4/95.

8 Umdetü’l-kârî, XVIII, 185.

9 İbn Hacer, el-İsâbe, II, 528.

10 Abdullah Aydınlı, DİA, XX, 435.

Kasım 2025, sayfa no: 44-45-46

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak