Bu ay, genç dünyasının popüler kültürü arasında büyük yer edinen, gitmeyenlerin bile hakkında mutlaka birkaç şey bildiği bir ülkedeyiz. Akan hızlı zaman, yüksek sesli müzik, neon ışıklarıyla dolu caddeler, gökdelenler ve film karelerinden fırlamış gibi duran manzaralarla bizi karşılayan Amerika’dayız. Hollywood tabelası, Las Vegas’ın ışıklı binaları, uçsuz bucaksız otoyollar, basketbol sahaları, Broadway ışıkları… Amerika denilince akla gelenleri birlikte gezmeye çalışacağız. Bu ülke sadece bir coğrafya değil; aynı zamanda popüler kültürün, sinemanın, müziğin ve teknolojinin dünyaya yayıldığı bir merkez.
Gezimiz New York ile başlıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzeydoğusunda yer alan bu şehir, kültürel çeşitliliği ve hareketliliğiyle ülkenin kalbinin attığı yer. Nüfusu ile en kalabalık eyaletlerden biri olan New York, Birleşmiş Milletler Genel Merkezi’ne ev sahipliği yapıyor ve dünyanın ekonomik olarak en güçlü şehirlerinden kabul ediliyor. Burada ilk akla gelen simge elbette Özgürlük Anıtı. Bakırdan yapılmış olan bu anıt, zamanla asit yağmurları nedeniyle yeşil rengini almış. Sağ elinde meşale, sol elinde bağımsızlık bildirgesiyle dimdik ayakta duran heykel, yalnızca Amerika’nın değil; aynı zamanda “özgürlük” kavramının da sembolü. Tacındaki yedi sivri uç, yedi kıtayı ve yedi denizi temsil ediyor. Fransa tarafından, Amerika’nın kuruluşunun 100. yılına hediye edilmiş olması ise iki ülke arasındaki tarihi dostluğu simgeliyor.
New York’un doğal güzelliklerini de unutmamak gerekir. Niagara Şelaleleri ve Finger Lakes bölgesi, doğanın büyüleyici gücünü gözler önüne seriyor. Bir yanda insan yapımı gökdelenler, diğer yanda tabiatın ihtişamı… Amerika’nın zıtlıklarla dolu yüzü tam da burada ortaya çıkıyor. Empire State ve Rockefeller Center’dan baktığınızda şehrin tüm renklerini görmek mümkün: hızlı akan trafik, ışıklı tabelalar, farklı kökenlerden insanlar ve sokak lezzetleri… Ve biz, her gezimizde olduğu gibi burada da bir camii arıyoruz. New York’ta birçok camii var. Bunlardan biri, Amerika’nın en eski camilerinden olan Brooklyn Camii. İlk olarak kilise olarak inşa edilen yapı, Tatar Müslümanlar tarafından satın alınıp minareler eklenerek ibadethaneye dönüştürülmüş. Mütevazı ama ruhu güçlü bir mekân. Yabancı bir ülkede bile tanıdık bir huzuru hissettiriyor.
New York’tan sonra rotamız Washington. Tarihi yansıtan anıt binaları ve müzeleriyle dikkat çeken bu şehir, Amerika’nın siyasi kalbi. En önemli turistik mekânı ise Beyaz Saray. Amerika başkanlarının ikamet ettiği bu ikonik binayı gezmek için aylar öncesinden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Siyasetin göbeğinde yürümek, adeta bir film sahnesinde bulunmak gibi. Bunun yanında Ulusal Zooloji Parkı’nda panda, flamingo, goril ve timsah gibi 1800’den fazla hayvan türünü görmek mümkün.
Sonraki durağımız Los Angeles. Hollywood tabelası, sinema stüdyoları, kırmızı halıları ve ünlü yıldızlarıyla bu şehir tam anlamıyla bir rüya fabrikası. Disneyland’da rengârenk bir dünyanın içine dalıyor, Long Beach sahilinde okyanusun kokusunu soluyoruz. Los Angeles’ın her köşesi, bir film sahnesini andırıyor. Ardından San Francisco’da Golden Gate Köprüsü’nden geçiyor, Alamo Meydanı’ndaki renkli Viktorya evlerini görüyoruz. Seattle’da yüzen evlere uğrayıp Union Gölü’nde deniz uçaklarını izliyoruz. Orlando’da Gatorland’de timsahların üzerinde zipline yaparak cesaretimizi sınıyoruz. Kaliforniya kıyılarında McWay Şelalesi’nin büyüleyici manzarasıyla buluşuyoruz. Ve son durak: Alaska. Denali Milli Parkı’nda kutup ayılarından geyiklere kadar kuzeyin vahşi hayatına tanıklık ediyoruz.
Bunca geziden sonra Amerika’nın yemek kültürüne değinmeden olmaz. Fast food’un anavatanı olan bu ülke, aslında geniş bir mutfak çeşitliliğine sahip değil. Hamburger, hot dog, patates kızartması, donut ve cheesecake en bilinenleri. Müslümanlar için helal ürün bulmak zor olsa da New York’taki “Halal Guys” gibi zincirler güvenli seçenekler sunuyor. Bir hamburgerin yanında coleslaw salata veya tatlı bir cheesecake iyi bir tercih olabilir. Ayrıca sabah işe koşanların ellerinde gördüğümüz büyük karton bardaklardaki filtre kahve, yalnızca bir içecek değil; bu ülkenin temposuna uyum sağlamanın bir sembolü.
Amerika sadece büyük şehirlerden ibaret değil. Kimi bölgelerde kovboy kültürünün izleri görülürken, kimi şehirlerde gökdelenlerin gölgesinde zamanla yarışan hayat akıyor. Fakat Müslümanlar için en huzur verici olan şey, burada da İslam’ın izlerine rastlamak. New York’taki camiler, küçük toplulukların bir araya geldiği kültür merkezleri, başörtüsüyle yürüyen bir Müslüman kadın ya da elinde tesbihiyle dükkânını açan bir esnaf… Hepsi bize aynı duyguyu hatırlatıyor: Nerede olursak olalım, yalnız değiliz.
Amerika’nın tüm ihtişamı ve hızına rağmen insana hatırlattığı hakikat şudur: Asıl huzur, yüksek binalarda ya da ışıklı caddelerde değil; kalbin Allah’a yönelişindedir. Dünya ne kadar büyük olursa olsun, Müslüman için en değerli olan, inancını nerede olursa olsun yaşatabilmesidir.
Bir sonraki rotamızda buluşmak üzere…
Esselamu Aleykum Amerika!
Ekim 2025, sayfa no: 14-15
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak