Ara

Haydi Gençler Evlenmeye…

Haydi Gençler Evlenmeye…

Bir mecliste sohbet ederken, bir arkadaşa, eşinin nereli olduğunu sordum.

“Ben daha bekârım!” deyince de çok şaşırdım. Kendimi toparlayarak devâm ettim:

“Sizler yirmiden önce evliliği düşünmezsiniz. Yirmiden sonra da kimseyi beğenmezsiniz, elektrik alamadığınızı söyleyerek, hep gönlünüzden geçen birinin kapınızı çalmasını beklersiniz. Gelenlere de evde olmadığınızı söylersiniz. Sonra da kapınızı çalan olmaz, pencereden prens(es)inizin gelmesini beklersiniz, o da sizi hayâllerinize hapseder.”

Gülerek, bana hak verdi.
Gerçekten de durum böyle. 

Bir defa üzülerek gördüğümüz bir durum var: Toplumda oluşturulan yeni bir algı sonucu, gençler evlenmeyi çok çok öteliyor. Evlenme yaşı yukarılara çıkıyor. Bunun haklı haksız pek çok sebebi olmakla birlikte, zihinlerde bir değişimin yaşandığı bir hakîkat.

Bunun tabii değişik gerekçeleri var. 

Evliliği Geciktirme Bahaneleri…

Hayatta bazı gecikmelerin telâfîsi zordur ve bedel gerektirir. Bir yuva kurmak; zamânı gelen, imkânını bulan için en âcil eylemdir. Hiç ötelemeden, bahanelere sığınmadan, zamâna yaymadan, şartları zorlaştırmadan süreci, olması gereken biçimde sürdürmelidir. 

“Hele bir okul bitsin.” Elbette bitsin. Gençler önce okulu bitirme telâşında. Lise bitince üniversite hayâliyle çırpınıyor. Üniversite bitince iş arayışları. Bunda tamâmen haklı olmakla birlikte, maddî durumu yerinde olanların beklemelerine gerek olmadığını, üniversiteyi okurken de evlenebileceklerini hatırlatalım. 

“İşe girelim!” Bu haklı bir sözdür. Maddî açıdan şartları oluşmadan bir yuva kurmak bugünkü şartlarda pek çok sıkıntılara sebebiyet verir. Ancak burada da, mâlî durumu yerinde olan âilelerin bu noktada beklememesi gerekir. Âileler, evlilik yaşındaki çocuklarına destek olarak, bir iş ve düzenli gelir sağlayıncaya kadar onları himâye etmelidirler. 

“Evliliğe hazır hissetmiyorum kendimi…” Kimse doğarken bu kābiliyetle dünyâya gelmiyor. Annelik babalık, bilgi, gözlem, değerlendirme, tecrübe, danışma gibi gayretlerin sonucu adım adım daha iyiye doğru gider. Her an yeni şeyler öğrenir, uygular insanoğlu. Ve yaptıklarının bir kısmını ileri dönemlerde bile eleştirir, keşke şöyle yapsaydım der. Bunun sonu yoktur bu anlamda. 

“Hele askerliği bitirelim.” Vatanî görevi yerine getirmek bugün artık çok kolaylaştı. Eskiden iki yıl, üç yıl süren bu görev bugün bir veya altı ayda tamamlanmaktadır. Bu sebeple bu bir bahane değildir.

“Kariyerim ne olacak?” Akademik anlamda yüksek lisans, doktora derken süregelen çabalar, çalıştığı işyerinde basamakları hızla tırmanarak elde edilmek istenen statüler, ekonomik mücâdelede hızla ilerleyip zengin olma çabaları hayâtı öteledikçe ötelemektedir. Bireyler kendisini bu sürece öylesine kaptırmışlar ki hayatın yegâne gāyesi hâline gelmiştir bu arzuları. Bu sebeple kişi pek çok güzellikten kendisini mahrum bırakmakta, ilişkilerde ciddî sorunlar da yaşamaktadır. 

“Koca/kadın kahrı çekemem!” İnsanlar o kadar rahatlık düşkünü ve âdetâ başına buyruk bir noktaya gelmiş ki evlilik çekilmez bir yük gibi görülmekte. Oysa bir insanın sırdaşının, hayat arkadaşının olması ne kadar güzel. Her an, gece gündüz yanında hissettiği, dertlerini paylaştığı bir yoldaşın olması ne güzel. Gözlerine bakarak hülyâlara daldığı, sevgiyi yudumladığı, bulutlarda gezindiği bir sevdiğinin olması ne güzel. Günlük olayları muhâsebe ettiği, uzun soluklu meseleleri müzâkere ettiği, fikir teātîleri yaptığı bir düşünen yakının olması ne güzel. Ve dünyâsını mâmur, âhiretini mesrûr edeceği, birlikte mânevî gelişimler sağlayacağı bir rehberinin olması ne kadar da güzel. 

Bunların sağlanması için bazı zorluklara katlanmak çok değil. Hele ki işin içinde sevgi olursa zâten yük de değil.

Mesûliyetten kaçış. En kolay olanı tercih. Evliliğin getireceği sorumluluklar, ev tutma, maîşet, çocuk bakımı, hastalıklar, harcamalar… Zihninde oluşturduğu uzun listelerin içinde boğularak, silkinip karar veremiyor bazı gençlerimiz. Oysa bunlar ne güzel, ne tatlı meşgûliyetler. Belki zahmetli ama insan olmanın, insanlık yapmanın, insanlarla var olmanın heyecanlı eylemleri… 

Evlilik, nişan, düğün masrafları… Bunu anlamak gerçekten zor ve akıl alır bir iş değil. Bir anne baba, kızının veya oğlunun mutluluğu için süreçleri niçin zorlaştırır? Maalesef herkesin rahatsız olduğu bir konu. Belki de evliliğin önündeki en sahici engellerden biri. Söz kesme, nişan, kına gecesi, düğün, ev hazırlıkları, altınlar, eşyâlar… Öyle ki her iki tarafı da özellikle de erkek tarafını perîşân eden talepler, emrivâkiler, katılıklar. Sanki evlilikte huzûrun yegâne sağlayıcısı bu görkem, bu şatafat ve bu yoğun harcamalar. Maddeye odaklanmış, herkesi esîr alan talepler, baskılar. Ve tüm bunlardan bunalan gençlere de ya kaçmak ya vazgeçmek ya da gayrı meşrû birlikteliği gizlice sürdürmek kalıyor. 

“Zâten biriyle berâberim!” Bir kız veya erkekle berâber olmaksa maksat, zâten biriyle yaşıyorum, berâberim, ayrıca başka işlemlere ne gerek var diye özetleyebileceğimiz bir yaklaşım. Gençliğin o hareketli döneminde, helâl-haram dengesini gözetmeden haz peşinde yapılan yolculuk, bu fikri besleyen gayrı fıtrî bir zehirli mâden. 

Bu berâberliğin sahici değil zevk ve yanıltıcı, yapay bir sevgi üzere devâm ettiği, kalıcı olmayacağı unutulmamalıdır. 

“Evliliğe hazır değilim!” Değilse değildir, hazırlanmalıdır. Ama bu iddia sahici midir, bakılmalıdır. Neye, niçin hazır değil acaba bu kardeşimiz? Dolap beygiri gibi hep döndürüleceğini, bırakılmayacağını, feleğinin şaşacağını mı zannetmektedir? 

Hazırlığı birincisi kalben niyet etmek. Huzurlu bir yuva kurmaya, iki bedeni tek bedende bir kılmaya, Sevgili Peygamberimiz’in (as) izinde bir yuva kurmaya niyet edilmelidir. 

Sonra fikren ve zikren buna hazır olmaya çalışmak.

Sonra madden gereken şartları oluşturmaya çalışmak. Anne baba ve dostlardan destek almak.

Ve kolunda eşi ile mutluluğa uçuvermek… 

Kötü âile örneklerinden dolayı korkmak. En tehlikeli ve biraz da hakîkat payı olanı en sona sakladım. Gençlerin belki de en haklı olduğu çıkış noktası burasıdır diyebilirim. Ama buna rağmen son tahlilde evlilikten kaçışın bir sebebi de olmamalıdır. Bu kötü örnekler belki de ders almak, ibret almak, benzer hatâlara düşmemek için görülmeli. “Sû-i misâl, emsâl olmaz”; kötü bir uygulama, muamele örnek alınamaz. 

Dünyâda, şimdide ve geçmişte, dillerde ve kitaplarda öylesine örnek olacak âileler varken zorlu, sıkıntılı, ihânetli, şekāvetli tipler niçin bize engel olsun?

Ekim 2025, sayfa no: 30-31-32

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak