Ara

Hayatları Zâyi Eden Bonzai

Hayatları Zâyi Eden Bonzai

Âyetin ifadesi ile herkes kendisine yakışanı yapar. Yılan yılanlığını, akrep akrepliğini, şeytan şeytanlığını…

Fakat insanoğlu iyiyle kötünün her ikisini de yapabilecek potansiyele sâhiptir. Tıpkı bir bilgisayarın hem şerde hem de hayırda kullanılabilmesi gibi. Bir yandan yılan gibi sokar, akrep gibi zehirler, şeytan gibi aldatır; diğer yandan melek gibi yardım eder, imdâdına koşar, sever ve candan dost olur insanoğlu.

Beşer târihi bu iki çizgi istikâmetinde yürümüştür ve yürümeye de devâm edecektir.

Akrep gibi zehirlemeyi vazîfe edinenler şimdi bir zehir daha salgıladılar ve piyasaya saldılar nice nesilleri yoketmek üzere.

Bu zehirin adı BONZAİ.

Gençlerin hayâtını zâyi eden Bonzai.

Bon, tabak demektir.

Sai veya zai ise ağaç demektir.

Bonzai Japonya’da yetişen ve minyatürize edilmiş bir ağacın adıdır. Bugün ülkemizde de süs bitkisi olarak saksılarda kullanılmaktadır.

Peki bonzai zehirinin (bilerek zehir diyorum, çünkü ne uyuşturucu ve ne de uyarıcıdır, tam bir zehirdir) Bonzai ağacı ile ilgisi nedir ve neden bu ismi almıştır?

Bonzai ağacı üzerine kimyasallar sıkılmak sûretiyle elde edilen bir sentetik madde olduğu için bu ismi almıştır.

Evet. Bonzai maddesi bir bitki değil bir kimyâsaldır, sentetik bir maddedir ve dolayısıyla üretimi kolay olduğu gibi tüketimi de kolaydır. Çünkü esrar ve eroine göre çok daha ucuzdur. Ancak hem esrar hem de eroinden kat be kat daha tehlikelidir. Zîrâ bonzai sâdece bir zehirdir. Tek bir kez kullanmak bile sizi ölüme doğru sürükleyebilmektedir. Bu durum ise ancak zehirlerde olur.

Bugün ülkemizde ve birçok ülkede yasal statü olarak bonzai maddesi esrar kategorisinde kabûl edilmektedir ki bu çok yanlıştır. İvedilikle eroin statüsüne alınarak daha sıkı tedbirler ortaya konmalıdır. Bu durum devlet yetkililerini ilgilendirdiği için fazla üzerinde durmayacağım çünkü medyada bu konu üzerinde sık sık konuşulmaktadır.

Asıl üzerinde duracağım kısım işin âile boyutu, anne babaların sorumluluğu olacaktır bir âile danışmanı olarak.

Daha çok kimlerin uyuşturucu veya uyarıcı madde kullandığını tespit ile başlayalım âile vetiresine.

Mutsuz, sevgisiz, huzursuz, itilmiş, değersizleştirilmiş, aşağılanmış, görmezden gelinmiş, şiddete mâruz kalmış âile çocuklarının bu tuzağın birinci yemi oldukları muhakkaktır.

Zîrâ sevgi ve mutluluk hayâtın enerjisidir. Varlığı ayakta tutan güçtür. Sevgi alamayan kişi, aç susuz ortalıkta dolaşan adam gibidir. Çamurlu su veya çöpteki ekmek parçası onun için hayâtî değere sahiptir.

Nitekim ABD’de, içinde New Jersey, Albert Einstein ve New York Üniversitelerindeki psikolog, nörolog ve psikiyatristlerin de yer aldığı kapsamlı bir çalışmada, sevgi duygusunun tıpkı açlık ve susuzluk gibi temel duygular içinde yer aldığı ve çok güçlü bir duygu olduğu ortaya kondu yakın bir zamanda.

İşin ilginç tarafı ise, sevgi duygusunun insan beyninde tıpkı kokain gibi bir etki meydana getirdiğidir.

Demem o ki, anne babalar olarak, Allâh’ın bize verdiği sevgi gıdâsı ile çocuklarımızı besleyemezsek, köşe başında bekleyen akreplerin zehirlerine doğru itmiş oluruz onları.

Fizîken (boşanma ile) veya psikolojik olarak parçalanmış âile çocukları birinci sırada yer aldığı için, huzursuzluğun bitmediği, ilgi ve sevginin zayıf olduğu âileler çok daha dikkatli olmalılar bu konuda.

Yeri gelmişken, her ne zaman hatırlasam beni çok duygulandıran ve sevgi konusu gündeme geldikçe dile getirdiğim bir hâtıramı paylaşmak istiyorum sizlerle.

Bayrampaşa Belediyesi’nde verdiğim bir konferans sonrası yanıma şık giyimli, kerli ferli bir zat yaklaştı, kendinden emin tok bir ses tonu ile:

“Hocam güzel şeyler anlattınız. Ben bir dernek başkanlığı yapmaktayım. En kısa zamanda bu derneğe gelip, burada anlattıklarınızın aynısını orada da anlatmanızı istiyorum” dedi.

“Memnuniyetle efendim” dedim ve telefon numaramı verdim kendisine.

Dimdik duran o adam verdiğim numarayı kaydettikten sonra bir anda mütevâzı bir hâle büründü, kulağıma doğru yavaşça eğildi, gâyet yumuşak ve hattâ cılız denebilecek bir ses tonu ile:

“Hocam bu arada bir konuyu da sizinle paylaşmak isterim müsâitseniz” dedi ve onayıma gerek duymadan:

“Yirmi dört yaşında bir oğlum var. İkimiz de çok resmîyiz. Bugüne kadar kendisine bir kez dahi olsun sarıldığımı hatırlamıyorum. Bu durum bana acı veriyor” sözleri ile konuşmasına devâm etti nemlenmiş gözler eşliğinde.

“Peki sizin babanız size hiç sarıldı mı vakti zamanında” diyerek araya girdim bir cümle ile…

Derin bir iç çektikten sonra yere doğru baktı ve ancak:

“Hayır hocam” diyebildi.

Bamteline, yıllardır açlığını susuzluğunu çektiği yarasına dokunulmuştu o çam ağacı gibi dimdik duran zâtın.

Âdeta bir çocuk kesilmişti oracıkta.

İç dünyâsında neler koptuğunu çok iyi hissedebiliyordum aynı frekansta buluşan biri olarak.

Yumuşak bir ses tonu ile:

“Bir öneride bulunabilir miyim, haddimi aşmak gibi olmazsa?” diyerek gözlerine baktım.

Kafası ile teklifimi onaylayınca, ben devâm ettim aynı ses tonu ile sözlerime:

“Ne olur, akşam eve gittiğinizde oğlunuza şöyle sarılın (bu esnâda ben de muhatabıma yavaşça sarıldım ve sırtını sıvazladım) ve sırtını sıvazlayarak ona ‘aslanım, yiğidim, canım oğlum’ diye seslenin.”

Dedim demesine ama devâmında ne yapacağımı şaşırdım. Zîrâ onca insanın arasında tıpkı bir çocuk gibi, yüksek ses tonu ile içli içli ağlamaya başladı.

Onu ağlatan oğlunun durumu değildi. Benim onun boşluğuna dokunmamdı. Bir baba gibi ona sarılıp o sözcükleri söylememdi.

Onu ağlatan, yıllar yılı hasretini çektiği sıcak bir ilgi ve sevgi yüklü sözcüklerdi.

Çok acı bir şeyi söylemek durumundayım bu hikâyeden sonra.

Anne babanın veremediği sevginin boşluğu bir ömür boyu doldurulmuyor ve hiç kimse bu yaraya merhem olamıyor.

Koskoca adamı benim iki cümleme muhtâc eden hangi duygu ise çocuklarımızı çetelere yönlendiren, madde kullanımına iten de aynı duygudur. Sevgi ve ilgi açlığı…

Madde kullanımına iten bir diğer tablo ise çocuklarına sınır koymayan zengin âilelerdir.

Kendinizi çok fazla meşgûl etmemek veya iyi anne baba olduğunuzu ispât etmek adına her istediğine cevap verdiğiniz çocuklarınızın haz esiri olmaya doğru gittiklerini unutmayalım. Hazzın son durağı ise uyuşturucudur.

On yaşındaki çocuk akıllı telefon sâhibi olursa, on sekiz yaşında altına çektiğiniz en iyi arabaya binebilirse, bu yaştan sonra hangi beklenti veya hayallerle yaşayacaktır bu çocuk?

İnsanlar, ulaşmak adına belirledikleri idealler ve hayaller ile yaşarlar. Daha on sekiz yaşında iken dünyevî hedeflerine ulaşmış bir çocuğu hayatta tutan, heyecan veren ne gibi bir hedef olabilir ki…

Nefsi bu şekilde şımartılmış bir gencin soyut hedefleri de olamaz. Zîrâ mâneviyat ona sâdece bir engeldir. “Kır zincirleri, yaşa hayâtını” sloganına aykırıdır din ve mânevî ortamlar onun için.

Tek bir hedef kalır böyle bir nesil için; ye, iç, gez toz, eğlen.

Kısacası, tatmadığın zevk, bakmadığın haz kalmasın diyerek hayatlarının kalan kısımlarını tamamlarlar.

Bu ise insan tabiatına aykırıdır. Vicdan bundan rahatsız olur. Genç bu rahatsızlıktan incinir, yaşam heyecânını kaybeder, moral kaybına uğrar, kendini boşlukta hisseder. Çünkü maddenin hazzı bir yere kadardır. İlk lokmanın verdiği zevki hiçbir zaman son lokma veremez. Bir süre sonra doyarsınız. Bu ise başka arayışlara sokar gençleri.

Bu acılardan kurtulmak için beynini uyuşturmaktan başka çâre kalmaz.

Beyni uyuşturan maddeyi bulmaksa onlar için hiç de zor değildir. Zîrâ bu tür gençlerin etrâfında uyuşturucu kullanan çok kişi vardır.

Çek bir kere hiçbir şeyin kalmaz. Bütün dertleri unutursun, coşarsın diyerek sigara uzatır gibi zehiri uzatırlar. Devâmı mâlûm.

Çocuklarımızı madde tuzağına çeken bir diğer acı gerçek ise; müzik ve eğlence sektörüdür. Film yıldızı, star diye tanımladıkları ve ne yazık ki yeni nesillerin rol model olarak gördükleri bu insanlar uyuşturucu ile içiçe bir hayat geçirince, sonuç mâlûmdur. İnsan sevdiğini taklit eder.

Kimin rol model olacağı anne babanın evde izlediği filmde gizlidir. Merkezimize müracaat eden bâzı anne babalara ‘bana hangi diziyi seyrettiğinizi söyleyin, ben size çocuğunuzun kim olacağını söyleyeyim’ diyorum.

Sizin izlediğiniz filmin kahramanı, dinlediğiniz müziğin çalanı madde kullanıyorsa, sizin çocuğunuz onlardan biri olmaya adaydır demektir.

Evinizde sohbetlerin konusu ne ise çocuğunuz da o boya ile boyanacaktır.

Madde kullanımı, mânâdan uzaklaşmanın acı bir faturasıdır.

Anlamsız bir hayatın içine saplanan bir evlâdınız olsun istemiyorsanız anlamlı bir âile hayâtı oluşturmak zorundasınız.

Mânâ üzerine inşâ edilen bir evde yaşayan hiçbir genç madde yığınlarına mahkûm olmaz. Zîrâ mânâdan alınan haz ve lezzeti hiçbir madde veremez.

Maddeci hız ve haz asrında yapılacak tek şey, mânâdaki gerçek haz ve huzûru göstermektir.

Bunun da yolu, sevgi, ilgi ve sıcak ilişkilerin hâkim olduğu âile ortamıdır.

Huzur anlamına gelen Sükûnet ifâdesi Kurân’ı Kerîm’de iki şey için kullanılır. Biri âiledir.

Son olarak derim ki;

Yuvanızda doya doya soluklanıyorsa sükûnet

Çocuğumun durumu ne olacak diye etmeyin dert

Yüzünüzde tebessüm, evinizde huzur eksik olmasın efendim.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak