Hayâtı güzelleştirmenin yolu iyilikte karar kılmaya bağlıdır. Baş koyduğumuz dâvâlar seyrimizi ve istikbâlimizi belirleyecektir. Duygu ve eylem birlikteliği, yapıp ettiklerimizin ibâdet kalitesinde sonuçlanmasını sağlamaktadır. Ameller niyetlere göredir. İyi niyetle yapılan işler kimlik, kişilik, karakter ve mâneviyat gelişimine katkı sağlayan en temel etkenlerdir. Her yararlı iş, her gerçekleştirilen ibâdet, her icrâ kılınan yardım faaliyeti iç dünyâmızda beslediğimiz niyetlere göre değerlendirilmektedir. İyi niyetle, olumlu adımlarla, yerinde duygularla yapılan iş ve eylemlerin ecir ve sevâbı çok katmanlıdır. Hayâtımızın her ânında niyetlendiğimiz her hayırlı iş kemâle erene kadar bizlere ibâdet neşesi kazandırır. Niyetimiz güzel, hedefimiz özel, gayretimiz yoğun ve usûlümüz yerinde oldukça hedefe ulaşamasak, zafer elde edemesek, baş koyduğumuz işi tamamlayamasak da kazanımlarımız çok yüksektir. Zîrâ bizler zaferden değil seferden sorumluyuz. Tevfîk Rabbimiz’den, gayret bizdendir. Dıştan iyi gibi görünen, başkalarınca müsbet gibi değerlendirilen, hâriçten faydalı zannedilen iş ve işlemler de kötü niyetlerin ürünü olunca kişiye sevap değil günah kazandırır. Hayâtı anlamlı kılmaya çalışırken neyi, neden ve hangi maksatla yaptığımıza dikkat etmeli, amellerimizin sâlih olması kadar niyetlerimizin de temiz ve sağlıklı olmasına özen göstermeliyiz.
Hayâtımızın her mevsiminde bir bahar esintisi esmeli, karşımıza çıkan hayâtın tüm zorlukları karşısında mânevî bir yenilenme çabasına bürünmek zorundayız. Mânevî tâzelenme mevsimini yaşarken dâimâ güzel şeyler düşünmeli, iç dünyâmızda her dâim iyi niyet beslemeliyiz. Hayır ve hasenâtı düşünmek ve istemek beklentilerin ötesinde bizlere büyük güç ve kuvvet sağlayacaktır. İyilik ve erdem yolunda her birimizin bireysel çabası kadar toplu bir şekilde icrâ edeceğimiz ortak faaliyetlere, kitlesel hareketlere, cemâat şuuruna sâhip bir edâyla birlikte gerçekleştireceğimiz iş ve işlemlere de özen göstermeliyiz. Bu tâzelenme, yenilenme, girişimcilik ve atılım rûhu işte o zaman çok daha muazzam ve güçlü bir konuma gelecektir. Hayâtımızda gerçekleşecek müsbet boyuttaki bu değişim sâdece mânevî ve psikolojik bir duygu olarak kalmayacak, içsel donanımın ötesinde maddî boyutta da gözle görülen ve elle tutulan sonuçlar doğuracaktır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadîs-i şerîflerinde: “Duā etmek, gelen belânın kalkmasına da gelecek belânın engellenmesine de fayda eder.” (Tirmizî, De’avât, 102). buyurmaktadır.
Hemen bu noktada amellerimizin çokluğundan ziyâde niyetlerimizin güzelliğine dikkat etmemiz gerektiğini hatırda tutmalıyız. Peygamber Efendimiz (sav) bu konunun ciddiyetini gāyet açık bir şekilde bizlere şöyle dile getirmektedir: “Allah, sizin sûretlerinize (görünüşünüze) ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 10)
Reklâm endüstrisine yatırım yapıldığı, imaj ve ambalaj sanâyiinin iş gördüğü, gösteriş sektörünün ön plana çıktığı, başkaları ne der anlayışıyla hareket edildiği modern dönemin dâvetiye çıkardığı tüm problemlerin çözümü işte bu hadîs-i şerîfte yatmaktadır. Sûreten değil hakîkaten, görünüşte değil içtenlikle, mış gibi yapar olmak değil candan icrâ kılmak gerektiğini bu hadîs özellikle haber vermektedir. Bu hadîs-i şerîf bize Allâh’ın, niceliği değil niteliği, kabuğu değil özü, maddeyi değil mânâyı, şekle indirgenmiş ameli değil samîmî niyeti öncelemekte ve önemsemekte olduğunu haber vermektedir. “Gizli ve âşikâr her şeyi bilen” (Nahl, 16/19), “kalblerin gizlediklerine vâkıf olan” (Ğâfir, 40/19) Cenâb-ı Hak katında kalıcı olan, niyetlerimiz ve amellerimizdir.
Yaşamımız boyunca hayâtımızı anlamlı kılma çabamız mutlu olmamızı, rûhen sağlıklı kalabilmemizi, güçlü ve donanımlı olmamızı sağlayacaktır. Anlam arayışımızla yaşamaya evet deyişimiz arasında doğru orantılı bir ilişki söz konusudur. Anlam arayışına sâhip oldukça hayâtımızdaki belirsizlikler ve trajediler ortadan kalkıp geleceğe yönelik umûdumuz güçlenecektir. İnsan olarak temel motivasyon gücümüz ne cinsel dürtüler ne de otorite sâhibi olmaktır. İnsanı motive eden yegâne etken kişinin anlam arayışıdır. Şu bir gerçek ki yaşamak için bir sebebi olan kişi, nasıl olursa olsun her şeye göğüs germesini bilen isimdir. Amaç hissimiz olduğu müddetçe hiçbir olumsuz durum bizlere geri adım attıramayacaktır. Hayâtımızın bir anlam ve amacı olduğunda sinir sistemlerimizde bir bozulma, psikolojimizde bir kötüleşme, karakterimizde bir zaaf işâreti olmayacaktır. Anlam arayışımızı güçlü kıldıkça hem mantık gücümüz artacak hem düşünce ufkumuz genişleyecek hem de sevgi kapasitemiz yükselecektir.
Hayâtının anlam ve amacından yoksun kalanlar onu alkol, uyuşturucu, cinsel sapkınlık ve intiharla sonuçlanan depresyonlarla doldurmaktadır. Anlam ve amaç sâdece mutluluğun değil aynı zamanda insanlığın en ayırt edici özelliğidir. Öyle ki, hayatta amacı ve anlamı yakalayamamış olanların mutlu olmaları neredeyse imkânsızdır.
Anlam haritasından yoksun, mânevî donanımdan uzak, kulluk çabasından kopuk, ulvî dâvâdan yoksun bir şekilde hayâtını basit arzuların, süflî duyguların, nefsânî arzu ve heveslerinin peşinde geçirenlere Rabbimizin şu ihtârı son derece önemlidir: “Hevâ ve heveslerini kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Resûlüm, ona sen mi vekîl olacaksın!” (Furkan, 25/43)
Hayâtımızı Allâh’ın rızāsı ölçüsünde yaşamak, istikāmet çizgisinden ayrılmamak, Allâh’a lâyıkıyla kul olabilmek, bâtıl ve sapkın inançlara kapılmamak için kalbimizi ve zihnimizi her türlü tortulardan temizlemek, her türlü sapkın anlayışlardan soyutlamak, yerli yerince bir tasfiye hareketine girişmek gerekmektedir. Kalbimizi Allâh’a tahsîs etmek, gönlümüzü nazargâh-ı ilâhî konumunda görmek, her türlü yersiz eğilimlerden uzak tutmak esastır. Peygamber Efendimiz ümmetinin savruluşundan duyduğu bu korkuyu şu şekilde dile getirmiştir: “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, Allâh’a şirk koşmaktır. Bu sözümle onların Ay’a, Güneş’e veya puta tapacaklarını kasdetmiyorum. Beni korkutan asıl şey, Allâh’ın rızāsının dışındaki gāyeler için yapılacaklar ve gizli şehvetlerdir (gösteriş duygularıdır).” (İbn-i Mâce, Zühd, 21)
Mânen yenilenmek, hayâtımızı anlamlı kılmak, kalbimizi ve zihnimizi arındırabilmek için ilâhî rızāya uygun hareket etmeli, riyâ, gösteriş, bencillik, menfaat ve çıkar ilişkilerinden kaçınmalı, ibâdetlerimizi kalbimiz marazlı ve zihnimiz yersiz düşüncelerle dolu bir şekilde icrâ kılmaktan uzak durmalıyız. Aksi takdirde ibâdetlerimizin içi boşaltılmış, kulluğumuz kupkuru bir merâsime dönüşmüş, amellerimiz amansız bir şekilde zâyi edilmiş olur. İşte bu gerçeği dile getiren hadîs-i şerîflerinde Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Ameller, niyetlere göredir…” (Buhārî, İman, 41)
Hayat fırtınasında sağa sola savrulmaktan kurtulabilmek, sonsuz kazanımlara nâil olabilmek, mânevî yenilenme serüvenine koyulmak için Rabbimiz bizden bilinçsiz ve duyarsız olmamamızı, candan ve güçlü bir atılım rûhuna sâhip olmamızı istemekte ve hâlimizi düzeltmemizi emretmektedir. Şöyle ki: “Ey îmân edenler! Siz kendinize bakın. (İhlâs sâhibi olun ve cemâat hâlinde bu hâlinizi de muhâfaza edin! Böyle yaparsanız), size, doğru yoldan sapan kimse zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” (Mâide 5/105)
Ebû Cehil’in oğlu İkrime, azılı bir İslâm düşmanı olduğu için Mekke fethedildiğinde ölüm korkusuyla, bir gemiye binerek kaçmıştı. Denizde fırtınaya yakalandılar. Gemidekiler; “Artık şimdi ihlâslı olup (yalnızca, Allâh’a yönelin)! Zîrâ burada ilâhlarınız size bir fayda vermez.” dediler. Bunun üzerine gönlü hakîkate açılan İkrime şöyle dedi: “Vallâhi, denizde beni ancak ihlâs kurtarırsa, karada da ihlâstan başkası kurtaramaz. Allâhım! Sana söz veriyorum; eğer beni içinde bulunduğum şu felâketten kurtarırsan, Hz. Muhammed’e (sav) gidip elimi eline koyacağım ve onu affedici ve kerem sâhibi olarak bulacağım.” Fırtınadan kurtulan İkrime (r.a.) karârını tatbîk ederek hemen Peygamber Efendimiz’in huzûruna çıktı ve Müslüman oldu (Nesâî, Tahrîmu’d-Dem, 14/4064).
Hz. İkrime’nin hayâtını baştan değiştiren, hayâta bakışını yeniden yapılandıran bu seyrine benzer bir tarzda bizler de hayâtımızda müsbet yönde güçlü değişimler gerçekleştirmek, alışkanlıklarımızdan kurtulmak, inandığımız değerleri uzaktan okumayı değil candan benimsemeyi gerçekleştirmek zorundayız.
Eylül 2025, sayfa no: 10- 11-12-13
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak