Günümüz yazılı ve görsel medyası belli bir dünyâ görüşünü yaygınlaştırarak ağır bir toplumsal yükümlülük üstleniyor. Doz günden güne artırılarak, ‘hayâtını yaşa’ görüşü insanlara benimsetilmeye çalışılıyor. İnsanların çok fazla düşünmeleri istenmiyor. Zihinleri eğlenceyle, tv dizi ve programlarıyla meşgûl ediliyor. Birçok insan ekranda gördükleri dışında pek bir şey bilmiyor; ne verilirse onu alıyor. Bugün ne giyeceğini, ne yiyeceğini, nereye gideceğini ekrandan öğreniyor. Gün boyu dikdörtgen ekranlarda hep ‘aşk üçgenleri’ izleniyor. Esas oğlan ve esas kızla ağlanıyor, gülünüyor. Onların derdi en fazla da kadınları geriyor. Ertesi gün, akşam izlenen dizi filmler üzerine yine saatler süren yorumlar yapılıyor. Kötü karakterlerden -âdetâ gerçekmiş gibi- nefretle, iyilerden sevgiyle söz ediliyor. Bir türlü kavuşamayan sevgililer için neredeyse duâlar ediliyor. Birbirini âdetâ ilah edinen, birbirine ‘tapan’, ‘nereye baksa onu gören’, ‘hep onu düşünen’ âşıkların, insana Rabbini unutturan, Allâh’ı anmaktan alıkoyan şirk içindeki ‘aşk’ları normal görülüyor. Hattâ kaynağını Allah aşkından almayan romantik aşkı yaşama konusunda "aşk yaşamaktan korkmayın", "koşulsuz sevin", "duygularınızı bastırmayın" gibi telkinlerle cesâretlendirilerek insanlar şirke sürükleniyor. Gazete ve televizyonlarda hemen her gün eşcinseller görmek ise toplumda artık kanıksanır oldu. Televizyon programlarında ve dizi filmlerde eşcinsel karakterlere yer verilerek, eğlence programlarında eşcinsel taklitleri yapılarak, hattâ yemek programlarında erkek ve bayan yarışmacıların yanısıra bir de eşcinsel yarışmacı tercih edilerek topluma 3. cins telkini veriliyor. Dahası, özellikle çocukların severek izledikleri tv dizilerinde abartılı eşcinsel karakterler ekranlara getiriliyor. MEDYA, TOPLUM VE EVLİLİK Birçok tv kanalında ise evlilik programı adı altında dehşet verici programlar yapılıyor. Erkek adaylar milyonların gözü önünde “elimde şu mallarım var, karşılığında da şöyle birini istiyorum” şeklinde âdetâ mal beyânında bulunuyorlar. Buna bir bakıma mecbur kalıyorlar çünkü bayan adayların da tâliplerine ilk sorusu genellikle bu yönde oluyor. Medyanın ve toplumun yönlendirmesiyle eş seçiminde kıstas yanlış olunca kuşkusuz eş de yanlış oluyor. Bâzı genç kızlar eş adayının yalnızca boyuna posuna bakıyor, evine, arabasına, servetine bakıyor. Ev beton yığınıdır, otomobil metal, insan da et-kemik yığınıdır. Bunlara bağlanamaz insan; bunlarla mutlu olunmaz. İnsanda akıl, îman, Allah sevgisi ve korkusu olmalı. İnsan derinliğe, Allah sevgisine, akla, îmâna bağlanır. Bunları ölçü almayan birçok genç kız ölü bir dünyâda yaşıyor. Yıldızım demiştim Resûlullâh’ın (sav) sevgili eşine; Muhammed’in Hatîce’sine. O ilmi merak, kâinâtı okuma ve hayâtı anlamlandırma azmi içindeydi. Her dönem nesne değil özneydi. Kur’ân’ın ilk emirleri olan "Oku" ve "Uyar"ı muhatap alan ve uygulayan ilk kadın öğretmendi aynı zamanda. Bugün toplumun sisteminin koyduğu, yalnızca “evlen”, “doğur”, “büyüt”, “pişir”, “yıka”, “temizle” gibi emirlerin muhatabı olan ve arta kalan zamanlarını “harcayan”, arkadaşlarıyla boş sohbetler yapan, geceler boyu dizi film izleyen ve saatlerce üzerine konuşan kimi Müslüman kadınlar için de örnek olmalı Hâtice (r. anha)… O, İslâm’a hizmet için yaşın, işin ve uğraşların mâzeret olmayacağı mesajını veriyor, Muhammed’i (sav) gibi Allah için yaşayarak, O’nun “mümin müminin aynasıdır” hadîsinin ne kadar doğru olduğunu kanıtlıyordu. MEDYA VE ÂİLE Çocuğun ilk öğretmeni annesidir. Ancak bugün çocuklar ilk bilgilerini de anneleri yerine televizyonlardan alıyorlar. Medyanın bilinçli kullanımı toplumda yerleştirilemediği takdirde bu sürecin devâm edeceği anlaşılıyor. Medya insanları yönlendiriyor; özellikle kadınlar televizyonda seyredecekleri program saatine göre işlerini düzenliyorlar. Evlerde âileleri biraraya getiren akşam yemekleri bile genellikle ayaküstü geçiştiriliyor ya da tv karşısında yeniyor. Âile bireyleri iletişim eksikliği yaşıyor; anne baba izledikleri programlar farklı olduğundan ayrı odalarda oturuyor, çocuklar daha çok odalarında müzik dinliyor, bilgisayarda vakit geçiriyorlar. İletişim eksikliği yerine iletişim kopukluğu ifâdesi yaşanan durumla daha iyi örtüşüyor. Âile bir çocuğun en fazla ihtiyaç hissettiği, yerine bir başka ‘şey’ konulamayan, konulsa bile çocuğu yeterince mutlu etmeyen tek yapı. Çocuk tüm değerleri orada öğreniyor; eğitim sürecinde konan her tuğla onu inşâ ediyor, çocuk kendisi oluyor. Tüm bunlara rağmen, uzun yıllardır medyanın ve özellikle de televizyon programlarının ahlâkî değerlerde sebep olduğu bozulmanın düzelmesi ve hattâ tamâmen ortadan kalkması imkânsız değildir. Allâh’ın beğendiği ahlâkın getirdiği aklın, özverinin, yardımlaşmanın ve hoşgörünün anlatılması, yayılması ve televizyonlarda güzel ahlâka uygun programların yayınlanmasıyla bu mümkündür. Güzel ahlâkı gerçek mânâda yaşayan annelerin yetiştirip eğittiği çocuk; topluma, devletine ve milletine faydalı bir vatandaş, âilesini seven saygılı bir evlât, fedâkâr bir arkadaştır. Bu yapıdaki bireylerin oluşturduğu bir milletin huzurlu, mutlu ve birlik rûhuna sâhip güven dolu bir yaşamı olur. Birbirinin ‘farkında’ olan, birbirine sevgiyle bakan samîmî insanlardan oluşan âilelerin çoğalması, toplumun geleceği için en önemli güvencelerden biridir.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak