Ara

Hayâta Seyirci Kalmak

Hayâta Seyirci Kalmak
İnsan, hayâtının rejisörüdür. Başladığı her yeni gün yeni çekilen bir sahneden, hayâtında rol alanların bâzıları başrol oyuncusu bâzıları ise figürandan başkası değil. Çekilen filmin kameramanları kirâmen kâtibîn.  Bâzıları bu filmi başaktörü hiç ölmeyen bir dizi olarak görseler de, bu senaryodan ders çıkaranlar hayâtı bir perdelik bir oyun görenlerdir. Başı var sonu var ama reklama yer yok. Altyazıya ihtiyaç duyulmuyor. Tüm sahnelerden haberdâr olan Rabbimiz de sınırları çiziyor ve kim başarılı kim başarısız onu belirliyor. Bunun için de her kulunu ayrı bir senaryoda görmek istiyor. Kimisininki trajedi, kiminsininki komedi ve kimisininki trajikomedi. Rolünü iyi oynayamayanlar, rolünü şaşıranlar, cennetlik performans sergileyenler, işte hepsi bu asıl ve kısa filmde belli olacaklar. Bu imtihanı anlayamayanlar kendi küçük hayatlarının içinde kaybolurlar, bu filmin devâmının olduğuna ihtimal vermezler. Bu hayâtın rolden ibâret olduğunu kavrayamayanlar, Müslümanların dışında herkesin güllük gülistanlık senaryolar içerisinde olmalarının sebebini kavrayamazlar. Birileri Ashâbı Uhdud rolüne bürünüp, Allâh’a teslim olmak dışında başka bir suçu olmayanları diri diri yaktıkları ateş çukurlarının başında film izler gibi izleseler de; bu kısa hayat sahnesinin cefâsını çekenler, işte onlar ödüllerini alacaklar. Cennet’te, makamlarında oturup, kendileriyle alay eden, kendilerine işkence eden, öldüren, yeryüzünü îmâr etmek yerine imhâ edenlere bakacaklar. O zaman gülme sırası Müminlerde olacak. BİR BÜYÜK FİTNE Dünyâ hayâtı sâdece ve sâdece Allâh’ı nasıl râzı ederim sorusuyla geçirilecek bir hayattır. Bundan dolayı senaryoyu doğru oynayıp rolün hakkını vermek insana görevdir. Müslüman figüran değildir, dâimâ başroldedir. Fakat bu görevin yerine getirilmesinde engeller vardır. En büyük engellerden bir tanesi de en “dindar” âilelerin evlerine dahi bir fitne olarak giren televizyonlardır. Bu teknik cihazlar yayınladıkları diziler, filmler ve haberlerle insanın beynini uyuşturup, asıl oynanan filmlerden habersiz bırakma amacını gütmektedirler. Umutları, hayâlleri ve hedefleri uyduruk senaryolardan ibâret olanlardan ne hayır beklensin? Televizyon izleyemediği için krizlere girenler, yeryüzünü nasıl Allâh’ın istediği gibi îmâr etsin? Gerektiği gibi nasıl Allah düşmanlarıyla mücâdele etsin? Hayâtı ona bağlıymış gibi dizi tâkip eden ve bundan dolayı kocasını ve çocuklarını ihmâl eden anneler bu fitneye yenik düştüler. Kendi takımının maçını izlerken -hele ki karşı takım esaslı rakip olsun- kendinden geçip, kâfirlere bile besleyemediği kînini kusan ve ağzından çirkinlikler savuran babalar, âilelerin reisleri oldukça bu âilelerden ne beklenir? Vatanı müdafaa eder gibi kumanda âleti kavgası yapan kardeşler, susması için televizyon karşısına oturtulan bebekler varken Enes bin Malik’leri, İbn Abbas’ları nerelere koyacağız? Ashab örgüsünü toplum üzerine işleyemediğimiz sürece Ümmet’in kalkınması hayâlden öteye geçemez. Ashâb’ın âile şablonunu toplumun üzerine oturtamadığımız sürece zelil olmaya mahkûmuz demektir. Kâfirlerin ürettiği kahramanlarsa bizleri günden güne Ashab’dan uzaklaştırıp, onları masal kahramânı olarak görmemizi sağlamıştır. Halid bin Velid radiyallâhu anh’ımız varken, Selahaddin Eyyubimiz kâlbimiz olan Kudüs’ün fâtihi olarak dururken, donlarını taytlarının üzerine giyen süper kahramanlara hayranlık fitne değil de nedir? Bu Ümmet’in baş aktörleri olan, geleceğin anaları kızlarımızın Hollywood aktörlerine veya onlardan gâvurlukta aşağı olmayanlara gönül bağlamaları, fitne dışında bir kelime ile nasıl izah edilebilir? Her ne zaman “İslâmî “ diye izlediysek filmleri ve dizileri, hayâl kırıklığına uğramadık mı? Hayâtın asıl amacından uzaklaştıran, asıl gâyemizden bizi koparan her şey fitne değil midir bizim için? KORSAN HAYATLAR İllegal bir şekilde dağıtılan, izlenen filmlere korsan film deniliyor da hayatlarımızı altüst eden, korsanlaştıran filmlere neden korsan denilmez, şaşırtıcı doğrusu. Hayatlarımız rejisörlerin, senaristlerin, habercilerin, açık oturumcuların istediği biçimde şekilleniyor. Onlar hangi değeri savunuyorsa biz de o değerleri savunur hâle geldik. Televizyona herhangi bir doktor çıksa, onun dediği âile doktorumuzun dediğinden daha değerli olur. Ağlamaklı fon müzikleri eşliğinde sohbet veren televizyon vaazcıları olduğu sürece câmiye gidip canlı canlı hatip dinlemek gereksiz sayılır. Televizyon bizi hayattan kopardı haberimiz yok. Görevimiz sokağa çıkıp İslâm davasını haykırmak, dîni her yere yaymak olmasına rağmen evlerimizdeki sıcak koltuklarımızdan bilmem ne vâdilerinde Filistin’in kurtarılışını seyretmeyi cihaddan sayıyoruz. En efdal cihâdı da kuruyemiş ve çay eşliğinde yapıyoruz. Bir de topluca ekran başına oturup, Allâh’ın “aranızda cihad eden bir topluluk bulunsun” emrine âmâde oluyoruz(!). Ashâbı Uhdud’dan ders alamayanlar Filistin’in fethiyle uğraşıp, fethi televizyonlarda ekranlarda izlerler. Oysa beş dakika oturup, âilemi nasıl kurtarabilirim, âilecek cenneti nasıl kazanabiliriz diye kendimize sorsaydık Filistin de bizim olurdu cennetimiz de. Evlerimize âdetâ bomba gibi düşen televizyon değerlerimizi ve hassâsiyetlerimizi yerle bir etti. Ekran başında nice hayatlar zâyi oldu, asıl senaryo, asıl gündem unutuldu. İnsan, kendi hayâtını yöneten ve başrol oyuncusu iken, başka insanların yazıp çizdiği senaryolarda tutsak kaldı. Yeryüzünü îmâr etmesi için gönderilen Müslüman’ın akıl tarlasına başkaları tarafından zakkumlar ekildi. Müslüman eken ve biçen’di, şimdiyse ekilen ve biçilen oldu. Elbette “evde ne kadar ekran varsa bir yerde toplayıp yakın” demiyoruz. Televizyonu bir öcü ya da lânetli bir kutu olarak görmüyoruz. Ama herkes televizyonu kontrol edebildiği kadar kullansın. Bu kontrolün hangi ölçüde mevcut olduğu da herkesin vicdânına kalmıştır. Tam aksine, iyi ki evlerinde kalıp dizi izleyenler, maç izleyenler var diyoruz. Onlar olmasaydı bu dâvânın yükünü taşıyanların, hayâtını Ümmet’e hizmete fedâ edenlerin, bir film izlemeye bile zaman bulamayan Allah erlerinin büyüklüğünün anlamı kalır mıydı? Mûsâ aleyhisselâm’ın Allâh’ın yardımıyla denizi yarmasına ve Allâh’ın firavunu denizde boğmasına mûcize olarak tanıklık eden İsrailoğulları, bunun hemen ardından Allâh’ın emrine âsî oldular. “Sen ve rabbin savaşın, biz sizi buradan seyrederiz” demediler mi? Bu hayâta seyirci kalanlar ve seyredildiklerinin farkına varmayanlar, bu büyük dâvâya uzak kalıp dâvâ ile büyüklenme şerefini kaybederler. İçinde oldukları senaryoyu iyi analiz edip Allâh’ın ordusuna katılanlarsa filmi asla çekilemeyecek kahramanlıklara imzâ atarlar ve cennette tahtlarından bu kahramanlıklarını izlerler. Ali Ulvi Mermertaş (Ağustos 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak