Ara

Hayat Nîmet, Ömür Emânettir

Hayat Nîmet, Ömür Emânettir

Var olmak, Yüce Rabbimizin en büyük nîmetlerinden biridir. Olmayabilirdik. Yüce Yaratıcı, var olmamızı diledi ve var olduk. İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz, uzun bir zaman geçmemiş midir?1 Var olmasaydık, bizden bahsedilmeyecekti ve bizim için bir değerlendirme de olmayacaktı. Onun için var olmak nîmettir, insan olmak ise nîmetlerin en büyüğüdür. Müslüman olmak ise nîmet üstüne nîmettir. Önemli olan bu nîmetleri fark etmek ve onların kıymetini bilmektir.

Kâinâtın en şerefli, en donanımlı varlığı olan insan, sınav için yaratılmıştır. Sınavın sâhibi Yüce Rabbimizdir. Sınav zamânını, sınav yerini, sınav sorularını ve sınav süresini belirleyen de O’dur. Sınavın sonucunu değerlendirecek olan da O’dur. Bize düşen, O’nun hakkımızda uygun görüp takdîr ettiğine rızâ göstermektir. Bu zamanda yaratılmayı biz seçmedik, yaşadığımız yeri de biz belirlemedik. Tâbî tutulduğumuz sınavda sorular birbirine benzese bile, her insanın sınav soruları birbirinden farklıdır. Ama şu kesindir ki Yüce Allah, hiç kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi yüklememiştir. Dolayısıyla hiç kimseye üstesinden gelemeyeceği bir sınav sorusu yöneltilmeyecektir.

Her insan için belirlenen ömür de Yüce Rabbimiz’in belirlediği bir süredir. Her insan dünyâya ömrü belirlenmiş olarak gelir. Yâni her doğan, ölüm târihi belirlenmiş olarak doğar. Ne var ki hiç kimse ömrünün ne kadar olduğunu bilemez. Ömür süresinin bilinmemesi aslında hem sınavın gereğidir hem de dünyâ hayâtının devâmı için gereklidir. İnsan ne kadar uzun yaşarsa yaşasın, öleceği günü bilmiş olsaydı hayat çekilmez olurdu.O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tâyin edendir.2 Hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır.3 Bir canın eceli gelip çatınca, Allah onu aslâ geri bırakmaz; Allah, işlediklerinizden haberdardır.4

Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Nûh peygamberin (as) kavmi arasında dokuz yüz elli sene kaldığını söyler. And olsun ki, Nûh'u milletine gönderdik; aralarında dokuz yüz elli yıl kaldı.5 Kaynaklarımız Hz. Nûh’un tevhîd mücâdelesinin 950 sene olduğunu, yarım yüzyıl Peygamber olmadan önce, üç yüz elli yıl kadar da tûfandan sonra yaşadığını, toplamda bin yıldan fazla ömür sürdüğünü söyler. Doğrusunu Yüce Allah bilir. Buradan hareketle önceki insanlara daha uzun ömürler verildiğini söyleyebiliriz. Ancak bu seçim Yüce Rabbin seçimidir. O, dilediğini, dilediği gibi yapan ve yaptıklarından aslâ sorgulanmayandır. O’nun yaptığı her şeyde sayısız hikmet vardır. Biz, olandaki hayır ve hikmetleri görmeye çalışmalıyız.

Hz. Nûh peygambere: "Ey insanlığın babası, ey uzun ömürlü! “Dünyâyı nasıl buldun?" diye so­rulmuştu. Nûh Aleyhisselâm: "Onu, iki kapılı bir ev gibi buldum. Bir kapısından girdim, diğer kapısından çıktım!" demiştir. Kendisi, kamıştan bir kulübe edinmişti. "Keşke bundan daha sağlam bir ev yapsaydın?" denilince: "Ölecek bir kimse için, bu bile çok!" diye cevap vermiştir.6

Kesin olan bir şey vardır ki her nefis ölümü tadacaktır. Yüce Allah’tan başka her varlık ölümlüdür. Ölüm, aslâ bir yok oluş değildir. Zîrâ öldükten sonra dirilme ve bu dünyâ hayâtında yapıp ettiklerimizden sorgulanma haktır. Bu, Yüce Rabbimizin söylediği bir gerçektir. Târih boyunca bütün Peygamberler de bu gerçeği tekrarlamışlardır. Akl-ı selîm de öldükten sonra dirilişin ve hesâba çekilişin gerçek olduğunu tasdîk eder.

Yine kesin olan birşey daha vardır ki, imtihâna tâbî tutulan her insana, düşünüp taşınacağı, aklını kullanıp doğru yolu bulacağı, kurtuluşa ereceği bir süre verilmiştir. Zâten aklı olmayanlar, çocuk yaşta bu dünyâdan ayrılanlar sorumlu/mükellef değildir. Onlar hesâba çekilmeyeceklerdir. Aklı olan ve buluğ çağına girmiş olanlar mükellef/sorumlu olanlardır. Onlara da az osun çok olsun, sınav için gereken süre bahşedilmiştir. Cehennemde, «Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, yararlı iş işleyelim» diye bağrışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: «Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azâbı tadınız, zâlimlerin yardımcısı olmaz.»7 Verilen sürenin az olması yâhud çok olmasından ziyâde, o sürenin nasıl geçirildiği önemlidir. Zâten kendisine az ömür verilen ondan, çok ömür verilen de ondan sorumludur. Azlık çokluk da izâfîdir. Birinin az gördüğünü bir başkası çok görebilir. Bunun tersi de olabilir.

Ömrünü gereği gibi değerlendiremeyenlere bu dünyâ hayâtında ne kadar uzun süre verilirse verilsin, bu onlar için bir şey ifâde etmeyecektir. Onlar hesap gününde yanlış yaptıklarını anlayınca dünyâda çok az bir süre kaldıklarını söyleyip duracaklardır. Çünkü Yüce Yaratıcının emir ve ölçüleri doğrultusunda geçirilemeyen yılların bir değeri yoktur. Allah, o ateşin içerisinde olanlara: «Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?» der. “Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor” derler.8 Kıyâmet koptuğu gün suçlular sâdece çok kısa bir müddet kalmış olduklarına yemîn ederler. Böylece onlar dünyâda da aldatılıp haktan döndürülüyorlardı.9 Kıyâmeti gördükleri gün dünyâda ancak bir akşam yâhud bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar.10 Onlar âhiret yurdunu ve âhiret günlerini görünce, dünyânın ne kadar az bir oyalanma yeri olduğunu îtirâf edeceklerdir.

Ömür günlerini kıymetli kılan, o ânların, zamânın Sâhibinin emir ve ölçüleri doğrultusunda geçirilmesidir. Onun için İslâm büyükleri, Rabb ile irtibatlı geçirilmeyen zamanlarını ömürlerinden saymazlarmış. Yılları câhiliye içerisinde geçmiş olanlar kendilerine yaşları sorulduğunda, o yılları ömürden saymayarak üç yaşındayım, beş yaşındayım gibi cevaplar verirler, sebebini soranlara da şöyle derlermiş: Yüce Rabbin rızâsı doğrultusunda geçirilmeyen yılların ne anlamı var ki onları ömürden sayalım!

Hayâtı, dünyâ-âhiret bir bütün olarak gören Müslüman, kendisine emânet edilen ömrünü iki dünyâya göre yaşar. Bu dünyâdaki plan programını, seçimini, hazırlığını iki dünyâya göre yapar. Kendisine iki dünyâda da iyilik güzellik kazandıracak şeylere tâlip olur. İki dünyâ arasında tercih yapma durumunda kalırsa, sonlu dünyâya kalıcı âhireti tercîh eder. Fânî dünyâya o kadar, bâkî dünyâya da o kadar değer verir. Ama dünyâ fânî deyip, dünyâya saplanıp kalmaz. Asıl yurt âhiret yurdudur deyip, âhiret için hazırlık yapmayı da ihmâl etmez.

İki dünyâsı olan mü’min ölümden korkmaz. Zîrâ ölüm, Dost’a yürümenin, Dost ile buluşmanın adıdır. Ölüm sonrası hayatta adâlet herkes için sonsuza dek yerini bulacak, bu dünyâda yapıp edilenlerin karşılığı, zerre kadar haksızlık yapılmadan alınacaktır.

O halde ömür nîmetinin kıymetini bilmeli, bize sunulan bu ilâhî emâneti, emânet sâhibinin ölçüleri doğrultusunda kullanıp anlamlı hâle getirmelidir. Unutmayalım ki şu kısacık dünyâ hayâtında yapacaklarımız, Rabbimizin lütf u keremiyle bizlere ebedî yurdun ebedî saâdetini kazandıracaktır. Aynı şekilde şu kısacık dünyâda yapıp edilen inkâr ve kötülükler, Yüce Rabbin vaadiyle, sâhiplerinin ebedî yurdun kalıcı azâbına atılmalarına sebep olacaktır.

Dipnotlar:
1 76 İnsân 1.
2 6 En’âm 2.
3 31 Lokmân 34.
4 63 Münâfikûn 11.
5 29 Ankebût 14.
6 Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, I, 105-107; Kurtubî, el-Câmi’.
7 35 Fâtır 37.
8 23 Mü’minûn 112-113.
9 30 Rûm 55, 10 Yûnus 45, 46 Ahkâf 35.
10 79 Nâziât 46.

Kasım 2019, sayfa no: 6-7-8

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak