Ara

Hasîrizâde Şeyh Mehmed Elif Efendi “el-Bârikât” (6)

Hasîrizâde Şeyh Mehmed Elif Efendi “el-Bârikât” (6)

Şeyh Mehmed Elif Efendi’nin “el-Bârikât” adını verdiği ve îmânî, ahlâkî ve tasavvufî konulardan oluşan Arapça yazdığı eserinin orijinal metnini ve Türkçe tercümesini bölümler hâlinde ilk defa Yenidünya Dergisi okuyucularının istifâdelerine sunuyoruz.

فصل

علوم الاولیاء و معارفهم كلها واصلة الیهم من موارد و علمناه من لدنا علما و حاصلة لدیهم من خزائن المواهب الالهیة اخذا و فهما ما اخذوا من الكتب و الرسائل شیأ منها الا الوسائل الیها كما روی من عمل بما عمل ورّثه الله علمَ ما لم یعلم و كما روی من اخلص لله اربعین صباحا ظهرت ینابیع الحكمة من قلبه علی لسانه فاذا فهمت الإشارة فاعلم و تیقن بهذه بشارة أن العلوم لیست فی الكتب انما هی مفاتیح خزائنها فمن ورد افنیة الخزائن فالمفاتیح تسهل له الدخول فیها ای الخزائن یؤتی الحكمة من یشاء و من یؤتی الحكمة فقد اوتی خیرا كثترا

Fasıl:

Velîlerin ilimlerinin ve mârifetlerinin hepsi “Katımızdan onu bilgilerle donatmıştık” (Kehf, 18/65) kaynağından onlara ulaşandır ve onların indinde ilâhî armağan hazînelerinden elde edilenin ve anlaşılanın meydana gelmesidir ki, onlar, kendilerine vesîle olmaları dışında kitaplardan ve risâlelerden hiçbir şey almadılar. Rivâyet edildiği gibi ki: “Kim bildiği ile amel ederse, Allah onu bilmediği ilme vâris kılar” ve yine rivâyet edildiği gibi ki: “Kim Allah için kırk sabah/gün ihlâslı/samîmi olursa, hikmet pınarları kalbinden diline dökülür.” Sen işâreti anladığında bil ve uyanık ol ki bu müjdedir, şüphesiz ilimler kitaplarda değildir, ancak, kitaplar ilim hazînelerinin anahtarlarıdır. Kim ki hazînelerin kenarına ulaşırsa, anahtarlar oraya/hazînelere giriş için kolaylık sağlar. “O, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmiş ise, ona gerçekten pek çok iyilik bağışlanmış demektir.” (Bakara, 2/269)

فصل

المعانی المجردة المخزونة فی خزائن الغیب لا تتعین فی الخارج الا بأحد الطریقین بالاثر او بالتقید بلسان من الالسن او بهما معا و تعینها باللسان علی قسمین بالنطق او بالكتابة و المتعینة بالتقید باللسان نطقا او كتابة تظهر بلباس الحروف فالنطقی بالصوت و اللفظ و التحریری باللون و النطقی ابقی لتجسدها بالحروف الهوائیة التی لا یقبل محلها الفناء و التحریری دون ذلك لقبول محلها الفناء و الزوال و لیس فناؤها كفناء سائر الاشیاء بل یتعین بعد فنائها بالصور والملابس الاخری من الالسن و اللغات و الحروف والالفاظ و الاشكال علی ما لا نهایة لها قل لو كان البحر مدادا لكلمات ربی لنفد البحر قبل ان تنفد كلمات ربی ولو جئنا بمثله مددا

Fasıl:

Gayb hazînelerinde saklanmış mücerred/soyut mânâlar, hâriçte ancak iki yolun birisinden, eserle veya dillerden bir dilin kaydetmesi veya berâberce her ikisi dışında taayyün etmez/belirlenemez. Onların dillerle belirlenmesi, konuşma ve yazma diye iki kısımdır. Yazarak veya konuşarak, dillerle kaydedilerek belirlenenler harflerin elbiseleriyle ortaya çıkar, konuşarak ortaya çıkanlar ses ve lafızla, yazarak ortaya çıkanlar renkle belirlenir. Konuşarak ortaya çıkanlar havâî harflerle cisimlenmelerinden daha kalıcıdırlar ki onların mahalli, yokluğu kabûl etmez. Yazarak ortaya çıkanlar, zevâl ve yokluk mahallinde bunun dışındadır, onların yokluğu diğer eşyâların yokluğu gibi değildir, bilakis şekillerden, lafızlardan, harflerden ve lügatlerden ve dillerden diğer elbiseler ve sûretlerin yok olmasından sonra belirlenirler ki onlara nihâyet yoktur. “De ki: “Rabb’imin kelimeleri için bütün denizler mürekkep olsa, yine de okyanuslar tükenir, fakat Rabb’imin kelimeleri tükenmezdi; bir o kadarını daha eklesek bile!” (Kehf, 18/109)

فصل فیما لا یجوز الاعتماد علیه من الأحوال

منها الرؤیا التی یراها الانسان و لیس له اعتدال فی المطعم و المشرب و النوم و الطبیعیة و المعاشرة مع الخلق و الأفكار و سائر القوی و المدارك و كذا فی الاعتقاد و الاعمال و التمسك بالشریعة و الاخلاق صلاحا و فسادا فهی حدیث النفس المعبر عنه بالاضغاث و الاحلام الا الرؤیا التی أراد بها الحق سبحانه و تعالی للرائی ارشادا او تبشیرا او إنذارا بعقوبة استحق لها بحال من احواله ولا یشترط لهذه الرؤیا شيء بل تكون مفاجئة و علامتها الانفعال القلبی و الروحانی لغیر المعهود فی الرائی

Fasıl: İtimât edilmesi/güvenilmesi câiz olmayan haller.

Halk ile muâşeret, tabîilik, uyku, yemek, içmek ve sâir idrâk ve kuvvetlerde ve yine îtikadda, amellerde, şerîate temessükte, kötü ve iyi ahlâk konusunda, itidâlli/dengeli olmayan insanın gördüğü rüyâlar bu hallerdendir. Bu rüyâlar nefisten kaynaklanan karmakarışık düşler diye tâbir edilirler. Ancak, Hak Subhânehu ve Teâlâ’nın rüyâ göreni irşâd etmek, müjdelemek ve hallerinden herhangi bir halden dolayı müstehak olduğu cezâyı îkâz etmek için irâde ettiği rüyâlar bunların dışındadır ve bu rüyâlar için herhangi bir şey şart değildir, bilakis rüya görenin alışık olmadığı şekilde birdenbire görülür ve alâmetleri de kalbî ve rûhî infiâldir/etki altında kalmaktır.

 و منها الوجد الحاصل للسالك بسسب من الأسباب الخارجیة المحسوسة بالحواس كالاصوات و النغمات الحسنة و الحركات و الكلمات الموذونة و الوجوه و الصور الملیحة و غیر ذلك مما تلتذ به النفوس البشریة قد یكون فاسدا باطلا وعلامة فساده وجدان الخجالة و الندم فی النفس و حصول القسوة فی القلب و علامة صحته و صلاحه حصول الترقی فی الاعمال الصالحة والتأدب فی مقام الخدمة و العبودیة والتكمل فی الاخلاق والصفات والاحوال الحسنة العالیة والمعارف الالهیة وظهور الانشراح فی القلب فمن یرد الله ان یهدیه یشرح صدره للاسلام ومن یرد ان یضله یجعل صدره ضیقا حرجا كأنما یصعد فی السماء كذلك یجعل الله الرجس علی الذین لا یؤمنون

Yine o (îtimâd edilmesi/güvenilmesi câiz olmayan) hâllerdendir;

Sâlik için, hâricî/dış sebeplerden bir sebep ile hisler ile hissedilen, güzel sûretlerden ve yüzlerden, vezinli kelimelerden, hareketlerden, güzel şarkılardan ve seslerden ve bunun dışında beşerî nefislerin onunla lezzet alarak meydana gelen vecddir ki, fâsit ve bâtıl bir haldir. Yanlışlığının alâmeti, kişide utanma duygusu ve pişmanlığın olması, kalpte katılığın meydana gelmesidir. Sıhhatinin ve doğruluğunun alâmeti ise, sâlih amellerdeki artış, kulluk ve hizmet makâmında edeplenme, sıfatlarda ve ahlâkta kemâle erme, yüksek güzel haller, ilâhî mârifetler ve kalpte inşirâhın ortaya çıkmasıdır. “Allah kimi doğru yola iletmek isterse, onun gönlünü İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse, onun da kalbini daraltır; âdetâ göklere tırmanıyormuş gibi, sıkıştırdıkça sıkıştırır. İşte Allah, îmandan yüz çevirenlerin başına böyle sıkıntılar yağdırır.” (En’âm, 6/125)

 و منها كل وارد یرد فی القلب و صاحبه قاصر فی الاعمال الصالحة و التمسك بالكتاب والسنة والتأدب بآداب العبودیة فی مقام الخدمة لربه و الاوراد و الاذكار ولا ینتهی من المخالفات والمناهی بل یعیش كالبهیمة فی المأكل و المشرب لیست تلك الواردة له من الحق سبحانه و تعالی نعمة بل هی من الهواجس النفسانیة و الخواطر الشیطانیة مكرا و استدراجا به نعوذ بوجه الله الكریم وعلامة ذلك ان لا توافق الكتاب و السنة و العقاید الصحیحة المأخوذة منها و علوم الاولیاء الذین یتحققون بها ولا تورث هذه الواردة لصاحبها الا بعدا او مقتا ومن یعش عن ذكر الرحمن نقیض له شیطانا فهو له قرین و انهم لیصدونهم عن السبیل و یحسبون انهم مهتدون

Yine o (itimâd edilmesi/güvenilmesi câiz olmayan) hallerdendir;

Kalbe gelen her mânâ ki; ona sâhip olan kişi evrad ve zikirlerde, Rabbine hizmet makâmında kulluğun edepleriyle edeplenmekte, Kur’ân ve sünnete sarılmakta ve sâlih amellerde kusurlu/âciz kalır, (onda) uygunsuz davranışlar ve nehyedilenler/yasaklananlar bitmez, bilakis yeme ve içmede hayvanlar gibi yaşar. Bu mânâlar ona Hak Subhânehu ve Teâlâ’dan bir nîmet değildir, bilakis onlar, -Kerîm olan Allâh'ın zâtına sığınırız- ona istidrâc ve tuzak olarak nefsî kuruntular ve şeytânî düşüncelerdir. Bunun alâmeti, Kur’ân ve sünnete, Kur’ân ve sünnetten alınan îtikâda ve o îtikâdı tahakkuk ettiren velîlerin ilmine uygun olmamasıdır. Bu mânâlar, sâhibine şiddetle buğz edilmekten ve (Allah’tan) uzak kalmaktan başka bir şey bırakmaz. “Her kim Rahmân’ın öğüt ve uyarılarla dolu kitâbı olan bu Zikrine karşı ilgisiz ve duyarsız kalırsa, onun başına, kendisini gölge gibi tâkip eden bir şeytan ordusu musallat ederiz. Böylece bu şeytanlar, birtakım vesveselerle, telkinlerle onu hak yoldan alıkoyarlar; o ise, hâlâ doğru yolda olduğunu zanneder.” (Zuhruf, 43/36-37)

 و منها العلم الحاصل من طریق الاستدلال بالادلة و البراهین العقلیة ولو كانت مستندة الی الحكمة الرسمیة و المُسْتَدِلُّ حكیما فطینا راسخا فی علمه لا یفید علما فی شيء من كل الوجوه بل یفید علما من وجه و جهلا من وجوه فكیف یعتمد العاقل علی مثل هذا العلم ومن این علِم و تیقن ان من الوجوه التی جهلها ما لا یبطل هذا العلم و علامة بطلان هذا العلم عدم حصول السكون و الاطمئنان فی باطن صاحبه یعلمون ظاهرا من الحیوة الدنیا و هم عن الآخرة هم غافلون ذلك مبلغهم من العلم ان ربك هو اعلم بمن ضل عن سبیله و هو اعلم بمن اهتدی

Yine o (itimâd edilmesi/güvenilmesi câiz olmayan) hallerdendir;

Aklî kanıt ve delillerle elde edilen çıkarım yoluyla meydana gelen ilimdir ki, şâyet resmî bilgilere dayandırılmış ve ilminde otorite sâhibi, zekî, basiret ve sağduyu sâhibi bir kimseye dayandırılsa da bütün açılardan/yönlerden hiçbir şeyde ilim ifâde etmez, belki bir yönden ilim, diğer bütün yönlerden cehâlet ifâde eder. Akıllı kimse böyle bir bilgiye nasıl güvenir, nereden bildi ve itimâd etti ki, bu bilgi bilinmeyen yönleriyle bâtıl olmuyor. Bu bilginin bâtıl olmasının alâmeti, sâhibinin bâtınında/iç âleminde itminânın/huzûrun ve sükûnun olmamasıdır. “Bildikleri, sâdece dünyâ hayâtının dış görünüşüdür; ama âhiretten habersiz, gâfildirler.” (Rum, 30/7) “İşte, onların ulaşabildikleri bilgi düzeyi ancak bu kadardır: Ama sen üzülme, elbette Rabb’in, kimlerin Kendi yolundan saptığını ve kimlerin doğru yolu izlediğini çok iyi bilmektedir.” (Necm, 53/30)

 و منها ظهور صلاح حال فی ظاهر احد قبل الانتباه و الیقظة فی القلب بل بمیل نفسانی خفی و ذلك كثیرا ما یحصل من معاشرة المتعبدین الجهال المرائین و هذا الا یدوم لصاحبه ولا ینتج خیرا مع كثرة العبادات و نوافل الخیرات یُخاف من رجوعه الی اسوأ حال مما كان قبله و علامة ذلك وجود الریاء و السمعة و المسابقة فی الاعمال بالامثال و الاقران من اهل الریاء مع خلو القلب عن الإخلاص و التلذذ بذلك فرحا بالسبق و عدم الانتهاء عن الفحشاء و المنكر فی الخلوات ان الصلوة تنهی عن الفحشاء و المنكر و لذكر الله اكبر و الله یعلم ما تصنعون

Yine o (itimâd edilmesi/güvenilmesi câiz olmayan) hallerdendir;

Bir kişinin gafletten kurtulmadan önce dış görünüş(ün)de hâlinin iyi olduğunun ve kalpte yakaza hâlinin zâhir olması; bilakis (bu hâl) gizli nefsânî bir meyilledir. İşte, riyâkâr câhil ibâdet edenlerin muâşeretinden/arkadaşlığından çoğunlukla bu meydana gelir. Bu hâl kişinin arkadaşlığı ile devâm eder, hayır olan nâfileler ve ibâdetlerin çokluğuna rağmen (bu durum) hayırlı bir sonuç vermez, (o kişinin) daha önceki hâlinden daha kötü bir hâle dönmesinden korkulur. Bunun alâmeti, riyâ ve süm’anın varlığı, buna benzer amellerde yarış, ihlâsın olmadığı kalp ile riyâkârlardan arkadaş edinmek, bu hâl ile yarışta sevinmek, yalnız başına kaldığında câiz olmayan ve kötü hallerin devâm etmesidir/bitmemesidir. “Muhakkak ki namaz, insanı, ahlâk dışı davranışlardan, meşrû olmayan işlerden uzak tutar. Allâh'ı namazla anmak, elbette en büyük fazîlettir. Allah bütün işlediklerinizi bilir.” (Ankebût, 29/45)

 و منها طلب المرشد الكامل و الانابة بین یدیه قبل حصول الندامة مما وقع فی سوالف الأحوال مع الحزن و التألم من ذلك و هذا ینشأ غالبا من الهوسات النفسانیة ولا یدوم ولا ینتج خیرا فی الغالب الا فی من له السعادة السابقة اولیئك یبدل الله سیآتهم حسنات و علامة فساد ما قیل میل القلب الی ظهور الكرامات و خوارق العادات و سرعة إجابة الدعوات و اشباهها من الحظوظات النفسانیة و ان ظهرت لا یخلو ان یكون استدراجا نعوذ بالله من ذلك ان هؤلاء یحبون العاجلة و یذرون ورائهم یوما ثقیلا و هذه المذكورات ما حضرنی فی الحال و الا امثالها اكثر من ان یحصی[1] انما ذُكِرتْ نبذةٌ منها لتكون امثلة و مقیاسا للسالك فیما سواها فان القلیل یدل علی الأكثر و الجرعة تدل علی الغدیر

Yine o (itimâd edilmesi/güvenilmesi câiz olmayan) hallerdendir;

Geçmişteki yaşamış olduğu hallerinden dolayı keder ve hüzünle pişmân olmadan önce, mürşid-i kâmil aramak ve onun tarafından tarîkate kabûl edilmeyi istemek. Bu çoğu zaman nefsânî heveslerden kaynaklanır ve devâm etmez, kaderinde saidlik hükmü yazılı/takdîr edilmiş olan hâriç genelde (bu hâl) hayırla sonuçlanmaz. “Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir.” (Furkan, 25/70) Söylenenlerdeki fesad alâmeti, duâlara icâbetin süratli olmasına, hârikulâde ve kerâmetlerin zuhûruna ve bunlara benzer nefsânî hazlara kalbin meyletmesidir. Şâyet (bu haller) zuhûr etse bile istidraçtan hâlî olmazlar, bu hallerden Allâh'a sığınırız. “Şu insanlar bu peşin dünyâ hayâtını arzulayıp, önlerinde kendilerini bekleyen o ağır günü ihmâl ediyorlar.” (İnsan, 76/27) Bu zikredilenler şu an tarafımızca hazırlananlardır/yazılanlardır, ancak onların benzerleri sayılanlardan çok fazladır. Diğerlerinin yanısıra, sâlike numûne ve mikyas/ölçü olsun diye onlardan ancak bir nebze zikredilmiştir. Şüphesiz, az çoğa delâlet eder, damla da yağmura delâlet eder.

اللهم اهدنا الی طریق الصدق و التحقیق و ایدنا بالنصرة و التوفیق و قونا علی طاعتك و وفقنا لما تحب و ترضی انك علی كل شيء قدیر و بالاجابة جدیر انتهت الی هنا هذه الرسالة بقلم مسودها الفقیر الی مواهب ربه الكریم اللطیف محمد الیف بن الشیخ احمد مختار فی الیوم الخامس عشر من شهر شوال للسنة الثانیة و العشرین و ثلثمائة و الف الهجریة علی صاحبها الصلاة و السلام و آله

Allâhım! Bizi sıdk yoluna, tahkîk yoluna hidâyet et, Bizi nusretinle/yardımınla ve tevfîk ile/başarı ile destekle, Bize, Sana tâatte güç ver, Bizi sevdiğin ve râzı olduğuna muvaffak eyle, muhakkak ki Sen her şeye kâdirsin ve duâları kabûl etmeye lâyıksın. O hicretin sâhibine ve âilesine salât ve selâm olsun, hicrî 1328 senesi Şevval ayının onu Perşembe günü, Latîf ve Kerîm olan Rabbi’nin ihsanlarına muhtaç Muhammed Elif b. Eş-Şeyh Ahmed Muhtar’ın karaladığı kalem ile bu risâle burada nihâyete ermiştir.

[1] A ve B تحصی

Temmuz 2023, sayfa no:  49-50-51-52-53

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak