Ara

Hasîrizâde Şeyh Mehmed Elif Efendi “el-Bârikât” (5)

Hasîrizâde Şeyh Mehmed Elif Efendi “el-Bârikât” (5)

Şeyh Mehmed Elif Efendi’nin “el-Bârikât” adını verdiği ve îman, ahlâk ve tasavvufî konulardan oluşan Arapça yazdığı eserinin orijinal metnini ve Türkçe tercümesini bölümler hâlinde Yenidünya Dergisi okuyucularının istifâdelerine sunuyoruz. 

فصل فی ما القی فی الروع مما یتعلق بأسماء الله الحسنی جلّ ذكرها 

  معرفة الله تعالی لا تحصل الا علی قدر معرفة اسمائه سبحانه  متی عرفت اسما من اسمائه تعالی عرفته من حیث ذلك الاسم و تلك المعرفة لیست من جمیع وجوه ذلك الاسم بل من وجه من وجوهه التی لا تحصی و معرفتك فی الأسماء علی قدر معرفتك نفسك كلما ازددت معرفة فی نفسك ازددت معرفة فی الأسماء و كلما ازددت معرفة فی الاسماء ازددت معرفة فی المسمی و لكن الأسماء الالهیة غیر متناهیة انما عد منها الشارع صلی الله علیه و سلم تسعة و تسعین تنبیها علی ان معرفة الله تعالی لا تتیسر لعامة الامة الا من حیث هذه التسعة و التسعین فهی الكاملة للاكثرین منا اعنی عموم الامة و ما فتح الله تعالی من اسماءه دون هذه التسعة و التسعین لبعض عباده الخاصة وهو[1] مخصوص لهم انما خصهم بها[2] لان یتعرف الیهم من وجوه مخصوصة لا حظ للكل منها 

Gönlüme ilkâ olunan/bırakılan, zikri yüce olan Allah’ın güzel isimleriyle alâkalı bölüm:

Allahu Teâlâ’nın marifeti/bilinmesi, ancak her türlü noksanlıktan uzak olan Allah’ın isimlerinin marifeti nisbetinde elde edilir.  Ne zaman ki Allahu Teâlâ’nın isimlerinden bir isme ârif oldun/bildin, Allah’ı bu ismi açısından tanırsın/bilirsin. Bu marifet, bu ismin her yönüyle değil, bilakis sayılamayacak yönlerinden sadece bir yönüyledir. Senin, isimlerdeki marifetin, nefsin konusunda olan marifetin nisbetindedir. Nefsine marifetin her arttığında, isimlerdeki marifetinde ziyadeleşir. İsimler konusundaki marifetin her ziyâdeleştiğinde ise, müsemmâ/bu isimlerle isimlendirilmiş olan (Allah) konusundaki marifetin artar. Fakat ilâhi isimler sonsuzdur, ancak şârî’/kanun koyan (Muhammed) -salât ve selâm onun üzerine olsun-   o isimlerden 99 tanesini tenbihleyerek saymıştır ki, Allahu Teâlâ’nın marifeti/bilinmesi bu 99 isim dışında ümmetin hepsi için müyesser olmaz. Bu, bizden çoğunluğa göre yani ümmetin geneline göredir. Allahu Teâlâ’nın, 99 isim dışında bazı özel kullarına açtığı isimler ise onlara özeldir, Allahu Teâlâ o isimlerle onları özel kılmıştır, çünkü onlara, ümmetin hepsine nasip olmayan özel yönlerden (kendisini) tanıtır. 

وصل أسماء الله تعالی غیر متناهیة انما تُعرف منها فی كلّ عالم من العوالم علی قدر احتیاجات اهله[3]  بحسب النشأة المخصوصة لذلك العالم و من حیث استعداده الثابت فی علم الازل و العوالم كثیرة لا یعلمها الاّ رب العالمین فتعالت اسماؤه عن الإحصاء كما تعالت ذاته عن الإحاطة بالمعرفة التامة الكاملة كما اشارت الی ذلك سیدنا الخاتم الاتم مع جلالة قدره و علو مكانه من ربه قربا و معرفة صلوات الله و سلامه علیه بقوله سبحانك ما عرفناك حق معرفتك فإن المعرفة فی هذا العالم الدنیاوی علی قدر ما عُرف فیه[4] من الأسماء الحسنی جل ذكرها 

Ayrıca, Allah’ın isimleri sonsuzdur, o isimler, âlemlerden her bir âlemin, o âleme âit özel yetiştirilme tarzına göre ve ezeli ilimde sabit olan kâbiliyeti açısından, ancak ehlinin ihtiyacı nisbetinde bilinir. Kadrinin yüksekliği, marifet ve yakınlık açısından Rabbi’nin indinde yüce olan yeri ve tamamlayıcı mühür Efendimiz’in bu konuya -salavat ve selâm üzerine olsun- “Bütün eksik ve noksanlıklardan yücesin, Seni bilinmen gerektiği gibi tanıyamadık” sözüyle işaret ettiği gibi, âlemler çoktur, onları ancak âlemlerin Rabbi olan Allah bilir, O’nun Zâtı, eksiksiz marifetle ihâta edilmekten yüce olduğu gibi, isimleri de sayılmaktan yücedir. Muhakkak ki dünyevî âlemdeki marifet, zikri yüce olan Allah’ın güzel isimlerinden bilindiği nisbettedir.  

فصل فی فائدةٍ و هی ان كل شيء فی كل حال[5] و فی كلٍ شيء محتاج الی الله سبحانه و تعالی و الی حضرة الالهیة أبوابٌ مفتوحةٌ و هی اسماؤه تعالت عظمته و لكل حاجة منها باب مخصوص لا تتحصل الا منه قل ادعوا الله او ادعوا الرحمن ایا ما تدعو فله الأسماء الحسنی فلكل محتاج یلزم ان یدخل الحضرة من باب یناسب لحاجته و یتوسّلَ الی ربه بذلك الاسم الخاص لتلك الحاجة فمن عرفَ اسرار الأسماء یتوسلُ الیه بذكر ما یناسبه و دعاه به و الاولی بل الأفضل و الاعلی ان یلتزم الادعیة المأثورة عن رسول الله صلی الله علیه و سلم او المرویة عن الوَرَثته[6] الكمّل من اولیاء الله تعالی رضی الله عنهم فمن لم یجد منها ما یناسب حاله فلیدع بالاسم الجامع لجمیع الأسماء و الصفات فلیقل یا الله او اللهم لان الحق سبحانه و تعالی لا یجیب من هذا الاسم الأعظم الا بمعنی اسمٍ یناسب لحاجة الداعی به سبحان العلیم الحكیم الوهاب الكریم 

Faideli bir Bölüm:

Herşey, her hâlükârda ve her şeyde noksanlıklardan uzak olan Allahu Teâlâ’ya muhtaçtır ve İlâhî huzura kapılar açıktır ve bunlar azameti yüce olanın isimleridir. Her ihitiyaç için, ancak o isimle elde edilebilecek, o isimlerden özel bir kapı vardır. “De ki: “İster “Allah” diye duâ edin, ister “Rahmân” diye duâ edin! Hangisiyle duâ etseniz, işte en güzel isimler O’nundur.” (İsrâ sûresi, 17/110)  Her ihtiyaç sahibinin huzura, ihtiyacına münasip olan kapıdan girmesi gerekir ve bu ihtiyacı için, bu özel isimle Rabbine tevessül eder. Kim ki isimlerin sırlarını bilirse, o ihtiyacına münasip olan zikir ile Allah’a tevessül eder ve onunla Allah’a duâ eder. İlkönce, belki daha faziletli ve daha yüce olan Rasûlullah’tan (s.a.v.) nakledilen veya Allahu Teâlâ’nın velilerinden -Allah onlardan râzı olsun- kâmil vârislerinden rivâyet edilen duâlara devam etmek gerekir. Kim ki bu duâlardan hâline münasip bir şey bulamazsa, sıfat ve isimlerin hepsini toplayan isim ile duâ etsin ve “Yâ Allah” veya “Allâhümme” desin. Çünkü ism-i a’zamdan duâ edenin ihtiyacına münasip ismin mânâsı olursa Hak Subhânehû ve Teâlâ o duâyı kabul eder. Kerim, Vehhâb, Hakîm, Alim olan (Allah) her türlü noksanlıktan uzaktır. 

فصل كنت یوما من الایام متحیرا فی امر و ادعو ربی فی حصول مرادی فخطر ببالی انه لو علمت الاسم الأعظم لدعوت به ربی فیستجاب دعوتی فبینهما انا فی هذه الخاطرة القی فی قلبی و اجری علی لسانی هذه الجملة المباركة اعنی اللهم لا اله الا انت الحی القیوم لا تأخذه سنة ولا نوم بدیع السموات و الأرض مالك الملك ذو الجلال و الاكرام انما امره اذا أراد شیأ ان یقول له كن فیكون انتهی فحمدت الله تعالی علی ذلك لعله سبحانه یغفرلی ببركتها كلما دعوت بها انه جواد كریم 

Fasl:

Günlerden bir gün, bir konuda şaşkınlık içerisindeydim ve Rabbime murâdımın/dileğimin olması için duâ ediyordum. Aklıma geldi ki ism-i a’zmı bilirsem onunla Rabbime duâ ederim ve duâm kabul olunur. Ben bu düşüncelerde iken, kalbime ilkâ olundu/bırakıldı ve dilimde şu mübârek cümleler dökülmeye başladı. Kastettiğim (şu cümleler): “Allahım! Senden başka ilah yoktur, Hayy, Kayyûm, Seni uyku ve yorgunluk tutmaz, yeri ve gökleri örneksiz yaratan, mülkün sahibi, celâl ve ikram sahibi, bir şeyi(in olmasını) dilediği zaman, ona ancak “Ol” demesinden ibarettir, o da oluverir.” (Yâsîn sûresi, 36/82) bitti. Allahu Teâlâ’ya bunun üzerine hamdettim, umulur ki her türlü noksanlıktan uzak olan Rabbim, bununla her duâ ettiğimde beni bunun bereketi ile affeder. Şüphesiz ki O Cevâd/cömert ve Kerîm’dir/ikrâm edendir. 

وصل تذكرت یوما بعض ذنوبی فاستولی علیّ الحزن و اخذنی القبض اخذا شدیدا و بقیت مضطربا حتی خفت علی نفسی فبینما انا فی هذه الحالة وجدت فی الروع هذه الكلمات اعنی سبحانك ربی انی اخسّ فی الأرض من عبادك و أذنبه و ارذله فلا یسعنی بما انا فیه من هذه الصفات الا رحمتك لانها أوسع مما انا فیه و من كل شيء یا ارحم الراحمین فحمدت ربی علی سعة رحمته و انه انقذنی من الهلاك اعوذ بالله من الیأس و القنوط

Ayrıca, bir gün bazı günahlarımı hatırladım, beni hüzün kapladı ve şiddetli bir zapt ile beni kabz/tutulma hâli ele geçirdi, muzdarip bir halde kalakaldım, öyle ki kendimden korktum. Ben bu hâlde iken gönlümde şu kelimeleri buldum, kastettiğim şudur: “Her türlü noksanlıktan uzak olan Rabbim! Ben, yeryüzündeki kullarının en berbatıyım, en günahkârıyım, en reziliyim, içinde bulunduğum bu durumlardan dolayı Senin rahmetinden başka hiçbir şey bana kâfi gelmez/yetmez. Çünkü Senin rahmetin benim içinde olduğum durumdan ve her şeyden daha büyüktür ey merhamet edenlerin en merhametlisi!” Rabbimin rahmetinin genişliğine/büyüklüğüne hamdettim ve şüphesiz O beni helâk olmaktan kurtardı. Ümitsizlikten ve çaresizlikten Allah’a sığınırım. 

فصل الوحدة ثابتة[7] و التوحید بالنسبة الیها وهم انما یقصد به فی الشرع تطهیر الاذهان عن الخیالات الناشئة من غلطات الوهم ولا یتحقق الموحد فی التوحید ابدا الا بالفناء الاتم عن وجوده الموهوم و لا یتیسر له ذلك الا بالتطهر[8] من اوحال التوحید الوهمی فاذا حصل هذا زالت الغیوم الحاصلة من الادخنة الناشئة من الأوهام الفاسدة و الخیالات الباطلة فحینئذ تنجلی شمس الوحدة الذاتیة و كل ما قیل او یقال فی التوحید مبعد عن الحقیقة فخذ التوحید من القرآن امتثالا لامر الله ومن السنة اتباعا لرسول الله صلی الله علیه و سلم فز من الهلاك و انج و كذا القال و القیل فی الوحدة اعنی وحدة الوجود[9] لا یغنی من الحق شیأ فاجتنب عن الحوض فیها انما هی ذوق و شهود ولا یتیسر بالقیل و القال بل بالحال ذلك فضل الله یؤتیه من یشاء و الله ذوالفضل العظیم 

Fasl:

Vahdet sabittir, tevhid ise ona nisbetle vehimdir/zandır. Şeriatte bununla ancak zihinleri, vehimlerin yanılgılarından ortaya çıkan hayallerden temizlemek kastedilir. Muvahhid, mevhum olan varlığından tam bir fenâ hâli olmaksızın asla tevhidi gerçekleştiremez ve vehmî olan tevhidin hallerinden temizlenmedikçe ona tevhid müyesser olmaz. Bu hâl elde edilince bâtıl hayaller ve fâsit vehimlerden kaynaklanan dumanlardan ortaya çıkan bulutlar zâil olur/kaybolur, işte o zaman Zâtî vahdet güneşi parıldar. Tevhid de her denilen ve denilecek hakîkatten uzaktır. Allah’ın emrine itaat ederek Kur’ân’dan ve Rasûlullah’a (s.a.v.) tâbi olarak sünnetten tevhidi al, helâktan kurtul ve necat bul. Böylece tevhid de kîl u kâl -kastettiğim vahdet-i vücuttur-asla gerçeğin yerini tutmaz. Bu konudaki havuzdan/birikintilerden kaçın, o ancak zevk ve şuhûddur, kîl u kâl ile mümkün olmaz, bilakis hâl iledir.  “Bu Allah’ın lütfu olup onu dilediğine verir.” (Cuma sûresi, 62/4) 

للمحرر الفقیر   نظم

اسقط الیاآت و الكافات ان      رُمت للتوحید شرحا كافیا

لا تقل بالیاء و الكاف فكن          للخیال و الظِّلال ماحِیا

انت فی بحر الوجود كُدَرٌ         فانعدم حتی تراه صافیا

لا توحده ببرهان العقول          قد تكون للصفات نافیا

لیس للعقل الیه[10]  من سبیل           كلما تعلو[11] تراه[12] عالیا

ان فی التوحید شركا فاحترز          ان تكون فی الطریق غاویا

كلما وحّدْتَ فانظر ما تقول          كلما قلتَ تكون حاكیا

عن[13] وجودٍ غیر ما وحدتَه          فهو بالله یكون ثانیا

انت و الواحد و التوحید قد          تُعلِنُ التثلیث شركا جافیا[14]

انما لتوحید[15] مأمورا به          جاء بالقرآن حكماً مُنجیا

ذلك[16] امر قد تعبّدَ نا به         ربُّنا فاعبد به كن ناجیا

وحّد الله بتعریف من ال[17]          مصطفی جاء الینا هادیا

ان فی هذا لَسرّا قد سُتر          نأخذ[18] الظاهرین منه راجیا

فَهْمَ معناه من المولی العلیم          او من النور[19] اتانا حادیا[20]

لا تُزغْ طَرْفا وراء سِتْرِه           ذاك سِرٌّ كنّه مستخفیا[21]

یعلم خائنة الاعین كن          عند مولاك ادیبا زاكیا[22]

یا الیف الوهم فاحذر و اجتنب          من خیالات اتَتْك خافِیا[23]

من حِبال السّحْر أوهامُ البشر          لا تقع فی مُهْلكاتٍ ساهیا[24]

Fakir muharrire/yazara âit nazım/şiir 

“Yâ”ları ve “kâf”ları düşür/at, şayet tevhîde yeterli şerh atfedersen

Yâ ile kâf ile söyleme, hayalleri ve gölgeleri silici ol

Sen varlık denizinde bulanmışsın, yok ol ki onu saf/temiz olarak göresin

Akılların delili ile Allah’ı tevhid etme, sıfatları reddeder olursun

Akıl için tevhide yol yoktur, akıl her ulaşmak istediğinde tevhid ulaşılmaz olur

Tevhid de şirk vardır, yolda sapıtmaktan kaçın

Her tevhid ettiğinde ne söylediğine bak, her konuştuğunda hikâye etmiş olursun,

Tevhid ettiğinin dışında bir varlığı ki, o Allah’a göre ikinci olur

Sen, bir olan ve tevhîd, ağır şirk olarak teslisi/üçlemeyi îlân edersin

Ancak tevhid için ona bir memur vardır, güvenli bir hüküm olarak Kur’ân’la gelmiştir

İşte tevhid bir emirdir, biz onunla Rabbimize kulluk etmişizdir, sen de onunla kulluk et kurtulursun

Allah’ı, bize hidâyetçi olarak gelen Mustafa’nın âlinden öğrenerek tevhid et

Şüphesiz ki bunda örtülmüş bir sır vardır, ümit ile ondan zâhirini alırız

Tevhîdin mânâsını, Alîm olan Mevlâ’dan veya bize sevkedici/lider olarak gelen nûrdan/Muhammed’den (s.a.v.) anla

Örtünün arka tarafına göz gezdirme, işte o, varlığı gizli bir sırdır

O gözlerin ihânetini bilir, Mevlânın yanında sâlih ve edebli ol

Ey vehimli Elif! Sana gizlice gelen hayallerden kaçın ve uzaklaş

Sihirli dağlardan yâhut insanların vehimlerinden, dalıp götüren helak edici yerlerde durma. 



[1] ای الفتح المذكور

[2] ای الاسماء

[3] ای اهل ذلك العالم

[4] ای العالم الدنیاوی

[5] قوله ان كل شيء ای من المخلوقات فی كل حال تعرض له فی الكون و فی كل شيء من لوازمه محتاج الی آخره خیر ص.٨٨

[6] A ve B ورثته

[7] A ve B الثابتة

[8] A ve B التطهیر

[9] ای فی تفهیم اسرار وحدة الوجود و توضیح عوامض مسائله ص.٨٨   

[10] ای التوحید

[11] ای العقل

[12] ای التوحید

[13] تتعلق بحاكیا

[14] ای غلیظا

[15] A ve B التوحید 

[16] ای التوحید

[17] من المصطفی ایضاح

[18] Bu kelime Divan’da نقتفی   diye yazılmıştır.

[19] ای من محمد صلی الله علیه و سلم و هو المراد بالنور كما أشار الیه بعض العارفین فی قوله تعالی قد جاخكم من الله نور و كتاب مبین حیث قال نور ای محمد و كتاب قرآن مبین

[20] ای بالحاء المهملة ای سائقا 

[21] ای ساترا نفسه من خلقه استخفی ای استتر

[22] ای صالحا

[23] ای خفیا

[24] 18 beyitlik olan şiir, Mehmed Elif Efendi’nin Divan’ında “fî esrâri’t-tevhîdi ve hatarâtihî ve eslemü’t-turukı fîhi” “Tevhîdin sırları ve tehlikeleri ve onda yolların en sağlamı” başlığı ile 19 beyit olup son beyit eksiktir. Eksik beyit şöyledir: تلك سحر احمر قم فاستعذ / منه بالرحمن كن متحامیا    (Süleymaniye Yazma Bağışlar, Sütlüce Dergahı 444, s. 10-11) 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak